31 Mart 2010 Çarşamba

Ülkemiz'den

Ve Türklerin belki de en büyük sorunlarından biri. Türkiye’nin isimlendirilmesinden sonra ismini alan Amerikan kuşu ‘turkey’ (hindi) ufak bir kimlik karmaşasına sebep olmaktadır. Türkiye’de çulluk adı verilen, hindiye benzer fakat daha küçük bir kuş bulunmaktadır. Amerika’nın keşfinden çok zaman önce İngiliz tüccarlar çulluğu keşfetmiş ve bu lezzetli kuşu İngiltere’ye ihraç etmeye başlamışlardı. Ülkede kuş gittikçe yaygınlaştı ve Türkiye’den geldiği için ‘Türk kuşu’ ya da kısaca turkey (hindi-Türkiye) denilmeye başlandı. İngilizler Amerika’ya geldiklerinde gerçek hindiyle karşılaştılar ve bunu çullukla karıştırıp ona da turkey adını verdiler. Böylece hindinin adı da turkey olarak kalmış oldu.


Tüm dünyada yapılmış ilk kilise (Antakya’daki St.Peter’s Kilisesi) Türkiye’dedir. İncil’de adı geçen yedi kilisenin hepsi de Türkiye’de yer almaktadır.

Hollandalılara meşhur lalelerini Türkler vermiştir.

Bir daha mochanızı yudumlarken bunu kesinlikle hatırlamalısınız. Avrupa’ya kahveyi tanıtan Türkler’dir.

sevdiğim sözler

İnsanlar ,göründükleri gibi olmalılar.
Eğer değillerse ,hiç görünmeseler daha iyi..
Shakepeare



Eğer bir sorun çözülebiliyorsa?
neden üzülesin.
Bir sorun çözülemiyorsa ?
Neden üzülüp zaman kaybedesin ?
Buda

Böyle olduğu rivayet edilir ???

1 Nisanın tarihçesi;

15. yüzyılın sonlarında, Haçlı ordusu Endülüs Müslümanlarının son
kalesini kuşatır. Uzun süren bir kuşatma olmasına rağmen, kış
aylarının da etkisiyle,
kale korunabilmektedir. Durumun zorluğunu anlayan Haçlı ordusunun
komutanı değişik taktikler düşünmektedir.

En sonunda 31 Mart gecesi Kalenin önüne giderek bir elinde Kur'an bir
elinde İncil 'Şu iki kitap üzerine yemin ederim ki, teslim olursanız
bu akşam size bir şey yapmayacağım' der. Gerekli görüşmelerden sonra
canlarının kurtarılması karşılığında Müslümanlar kaleyi teslim
ederler.

Ertesi sabah, yani 1 Nisan sabahı, Haçlı ordusu komutanı bütün
Müslümanların öldürülmesi için emir verir. Bunun üzerine Müslümanlar
'Yemin etmiştiniz, bize söz vermiştiniz' dediklerinde Haçlı ordusu
komutanı 'Benim sözüm size dün akşam içindi, bugün için size bir sözüm
yoktur' diye cevap verir ve BÜTÜN MÜSLÜMANLAR ORADA ŞEHİT EDİLİR.

İşte o gün bugündür 1 Nisan hristiyanlar arasında 'Hile Günü' olarak
kutlanmaktadır.

Maalesef halkımız arasında da yaygınlaşmış, yüzlerce, binlerce
müslümanın katliam günü olan 1 Nisan'lar, bir şakagünü olarak
kutlanmaktadır.

Hz.Hatice

559-619
Soylu bir ailenin ,zengin kızı olarak doğdu.
Günah ve haram denizinin ortasında ıslanmadan
karşı kıyıya ulaşmaya çalışan bir kadındı.
İffetini kendine kalkan yaptı,ticaretle dahada
zenginleşti.
Kendine yapılan evlilik tekliflerini düşünmeden
geri çevirdi. Özel birini bekliyordu sanki.
Nitekim bulacak ve yaşadığı dönemin tabularını devirircesine
evlilik için ilk adımı kendisi atacaktı.
İslam peygamberinin ilk eşi olmuş,onun
misyonunu bir an bile tereddüt etmeden kabul etmişti.
Sonradan da kendine yakışanı yapacak ,malı ve canıyla
islama hizmet edecek sevgili eşinin dvasında bir an bile
yanından ayrılmayacaktı.
O islam a gönül vermiş ilk kadın ,müslümanların
anası HZ.Haticeydi

Babası Huveylid ,
Kureyşin önde gelen zengin tüccarlarındandı.
Cahiliye devrinde süregelen gelenek ve alışkanlıklara prim
vermemiş bir kadındı. Puta tapıcılığı reddetmişti.
İffetli ve yaradılışındaki erdem sebebiyle çevresindekiler onu
tahire( temiz kadın) adını takmıştı.
Hatice cahiliye devrinde Mekkenin en zengin tüccarlarından biriydi.
Kadınların hor görüldüğü dönemde ,ticaret yapan bir kadın o zamanın
geleneklerine oldukça aykırı bir durumdu.
Hz.Muhammed le ticaret kervanları vesilesiyle tanıştı.
Hz.Muhammed ,Mekkede güvenilirliğiyle nam salmıştı,Hatice HZ. Muhammed'i
kervanlarının başında şam a gönderecek ve kısa sürede Hz.Muhammed Hatice'nin
güvenini kazanacaktı.
Ve Hatice ,Hz Muhammed 'e :güvenilirliğin ,azametin ,ve doğru sözlü olduğun için
seninle evlenmek isterim ,diyecekti.
Hz.Muhammed bu teklife önce mesafeli durmuş,maddi imkanlarım yetersiz seninle
nasıl evlenebilirim demş daha sonra amcası Ebu Talib'e danışmıştır.
Ve evlendiklerinde Hatice 40 Muhammed 25 yaşındaydı.
25 yıl birlikte yaşadılar ve bu süre içinde Hz. Muhammed başka bir evlilik
yapmayacaktı.
Hz.Muhammed 'e vahiy geldikten sonrada ona iman etmiştir,bu sıfatla
ilk müslüman kadın sıfatını taşır.
Tüm servetini islam uğrunda harcayacaktı ..............

Kurşun kalem

Ninesini bir mektup yazarken izleyen çocuk sordu:
- "Yaşadıklarımız için bir hikaye mi yazıyorsun? Yoksa benim hakkımda mı?"

Ninesi yazmayı kesti ve torununa şöyle dedi:
- "Aslında, senin hakkında yazıyorum. Fakat kelimelerden daha
önemlisi, kullandığım Kurşun Kalem.
Umarım büyüdüğünde sen de bu kurşun kalem gibi olursun."

Çocuk merakla kurşun kaleme baktı.
Özel bir kalem gibi görünmüyordu.
- "Fakat daha önce gördüğüm diğer kurşun kalemler ile aynı!"

- "Bu, senin nasıl baktığın ile alakalı. Kurşun Kalemin 5 önemli
özelliği vardır, ki sen onlara sıkıca tutunduğunda ömrün huzur içinde
geçecektir."

Birinci özellik:
Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el
olduğunu asla unutma. Bizim için bu el Tanrı dır ve her zaman kendi
kudretiyle bizi O yönlendirir.

İkinci özellik:
Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemin ucunu açmam gerekir.
Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar.
Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha
iyi bir insan yapar.

Üçüncü özellik:
Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her
zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir
şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya
yarayan en önemli şeylerden biridir.

Dördüncü özellik:
Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabı ya da dışarı
yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her
zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.

Beşinci özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır.
Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını
bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın.

Paulo Coelho

29 Mart 2010 Pazartesi

tarot

http://www.falci.com/kart.asp

valla fallarla hiç işim olmaz, ama biliyorum ki
çok meraklısı var o yüzden size eğlenmeniz için
buyurun bedava tarot falı ! özellikle Ustam size
biraz keyfiniz yerine gelir umarım :=)

Aşk mı dediniz !


Osmanlı'nın büyük cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın ve büyük
aşk'ı Hürrem Sultan'ın bir kız çocuğu gelir Dünya' ya .

Efsane bir ask'ın meyvesidir bu çocuk ve bu yüzden belki efsane
aşkların en temeline, en masalsı olanına ithafen ismi Mihrimah konulur
Mihr-ü Mah Farsça da Güneş ve Ay demektir.

Zaman hızla geçmiş Mihrimah Sultan büyümüş 17 yaşına gelmiştir ki o
zamanlar için evlendirilmesi uygun olan bir yaştadır.
İki talibi olur, biri Diyarbakır valisi Rüstem Paşa dır, diğeri ise
saray'ın baş mimarı Mimar Sinan... .

Padişah biricik kızını Rüstem paşa ile evlendirir, Sinan evlidir ve 50
yaşındadır ama bilinen odur ki Mihrimah Sultan'a deliler gibi
aşıktır.....

Mimar Sinan o derece derin bir tutku ile aşık olduğu Mihrimah Sultan'a
kavuşamamıştır fakat o'na olan aşkını olanca güzelliğiyle, sanatına
yansıtmıştır.

İstanbul'un en güzel yerlerinden birine, Üsküdar'a Mihrimah Sultan
adına bir cami yapması istenir kendisinden.
1540 yılında inşa etmeye başladığı cami'yi 1548 yılında tamamlar. Cami
inşa edilirken bir yandan kendi aşkını anlatır hiç şüphesiz ve eserine
sanki "eteklerini giymiş bir kadın" siluetini verir, ayrıca cami için
mimari olarak esinlendiği, örnek aldığı yer ise bir başka aşka, kutsal
bir aşka adanmış bir şaheserdir ; Ayasofya...........

Bahsi geçen bu cami 2 Minareli olup, padişah fermanı ile yaptırılan
bir eserdir, ama Sinan'ın söyleyecekleri bununla bitmemiş olacak ki bu
eserden 14 yıl sonra o güne kadar ilk defa, padişah fermanı
olmaksızın, Edirnekapı da surların yakınına pek kimsenin
ilgilenmediği, ıssız, yalnız ama İstanbul' un en yüksek tepesi olan
bir yere, sanki aşkının gizli, ıssız ve yalnızlığını ama bir o kadar
büyüklüğünü haykırmak istermişcesine ikinci bir eser yapmaya
koyulur.... Mihrimah Sultan'a ithafen..... ..

Derler ki; cami Mihrimah sultanın o duru, gösterişsiz ve bir o kadar
asil güzelliğine istinaden küçücüktür ve sadece 38 mt bir minareye
sahiptir. Bir adet incecik kubbesinin üzerindeki 161 pencere ise iç
güzelliğinin ne kadar aydınlık ve berrak olduğunu temsil eder, bu
sayede gün ışığının her köşede adeta dans ettiği kadınsı edalı. ( o
tarihte bu açıklıktaki ve bu kalınlıktaki bir kubbeye o kadar pencere,
dünya üzerinde sadece Mimar Sinan tarafından yapılabilirdi) cami
içindeki pandatiflerde ve minare kenarlarındaki upuzun işlemelerde de
Mihrimah Sultan'ın o çok güzel ayak topuklarını döven, upuzun saçları
tasvir edilmiştir.,

Ve yine denir ki Mihrimah Sultan'ın statüsü iki minareli cami
yaptırmaya yetmesine rağmen, yalnızlığını simgelemesi anlamında tek
minareli yapılmıştır bu cami.

Ama Sinan aşk'ını öyle sihirli bir tılsımla mühürlemiştir ki, bu sırra
şaşırmamak, o sevdaların naifliğine imrenmemek elde değil. Sinan
Usta'nın aşk'ının vesikasıdır sanki, iki caminin de yeri özenle
seçilmiştir. Güneşin doğum ve batım yerleri tespit edilerek yapılmış
camilerdir. Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan Camii'ni aynı anda
görebileceğiniz bir yer tespit edin. Günbatımında (elbette, yılın
sadece bir gününde ki o gün 21 Mart gece ile günün birbirinre eşit
olarak kavuştuğu gün'dür daha enteresanı, o gün Mihrimah Sultan'ın
doğum günüdür) göreceğiniz muhteşem manzara şudur:

Edirnekapı Camii'nin tek minaresinin arkasından güneş batarken,
Üsküdar'daki caminin minareleri arasından ay doğmaktadır!
"Bu nasıl bir hesaplama, bu nasıl bir estetik anlayışıdır ve bu nasıl
saygılı bir Aşktır!"

sevdiğim sözler

Bir ülkede akıl ve sanattan çok ,paraya değer
verilirse, bilinmelidir ki orada keseler şişmiş
kafalar boşalmıştır.
H.friedrich

inanılmaz



Kolombiyada bir kadın ,yaralı ve aç bir aslan yavrusunu kurtardı,
evde kalamayacak duruma getirene kadar büyütür .
bakamayack kadar büyüyünce hayvanat bahçesine götürür,
bu sahnede ziyaret sırasında çekilmiş inanılmaz.

Rosa Parks

1903 .2005.
Takvim yaprakları 1 aralık 1955 i gösteriyordu.İşte o gün
Montgomary Alabama'da bir kadın yerini beyaz bir yolcuya
vermeyi reddederek,tarihin akışına kuvvetli bir fışke vurdu.
Rosa adındaki bu cesur kadın,sehir düzenini bozmak iddasıyla
tutuklanmış,ama onun kendi çapındaki bu destansı bşkaldırış
Amerika'daki ayrımcılığı ortadan kaldıran özgürlük şahlanışının
düğmesne basmış ,Parks'ı özgürlük tutkunu kitlelerin sevgilisi
yapmıştı.Birçok tarihçiye göre sivil haklar hareketinin fitilini
o ateşlemiştir.

Yıl 1955 Amerika nın güney eyaletlerinde ırk ayrımcılığı
çok yoğun bir şekilde devam ediyordu..en çokta kamusal
alanda .
Öyle ki siyahlar toplu taşıma araçlarında bile istedikleri
yere oturamıyorlardı.
Ötobüslerin ilk sıraları beyazlara aitti,yolcuların yüzde seksenini
oluşturan siyahlar ,ancak arka sıradaki renkli koltuklara oturabiliyorlardı.
beyazlarla arada uzun mesafe bırakılıyordu,üstelik beyazlar ayakta kalıyorsa
ya yer verecekler hatta gerekirse ineceklerdi.
Paraları ön kapıdan ödeyip inip arka kapıdan binmek zorundaydılar.
İşte o 1 Aralık 1955 te Rosa isyan edene kadar.
Kadın ötobüse biner ve siyahlara ayrılan yere oturur,3 durak sonra
bir kaç beyaz ayakta kalmıştır ,ötobüsün söförü yerlerinizi beyazlara
verin der .
Bir kaç yolcu kalkar ama Rosa kalkmaz (sonradan anlattıklarında
kendine birden cesaret geldiğini söyleyecektir)
Şöför otobüsü durdurur gider iki polisle geri gelir
polisler neden kalkmıyorsun diye sorarlar?
çünkü kalkmam için için bir sebep yok ,neden kalkıp
yer vermem gerekiyormuş bunun mantığı nedir ? der.
ve hemen tutuklanır,bu haber çok kısa sürede halka yayılır
ve tüm siyahlar birleşip otobüsleri ve tutuklamayı protesto ederler.
Daha sonra Amerikalı siyahların lideri olacak dr. Martin Luther King de
destek verir olay tüm dünyada yankı uyandırır.
Başlangıçta burnundan kıl aldırmayan ötobüs sahipleri boykotun 382 inci
gününde pes eder (çünkü siyahlar yolcuların çoğunluğuydu artık zarara dayanamadılar)

ve otobüslerdeki uygulamaya son verilir ,Rosa da serbest kalmıştır.
Bir röpartajında :insanlar sürekli o gün yorgun olduğum için yerimi vermediğimi
söylüyorlar bu doğru değil.Yorgun değildim ,yaşlıda değildim 42 yaşındaydım
Tek bir yorgunluğum vardı,pes etmekten yorulmuştum.

1980 de Martin Luther King ödülünü aldı.
1992 de anılarını yayınladı.
Time dergisi 1999 da 20 y.y lın insan hakları savunucusu ve en önemli
20 figürü arasında gösterildi.
öldüğünde Montgomory deki tüm otobüslerin ön koltuklarına siyah
kurdela bağlandı.

27 Mart 2010 Cumartesi

Akılsızlar; hırsızların en zararlılarıdır,
zamanınızı,neşenizi ve vaktinizi çalarlar..
Goethe

20 Mart 2010 Cumartesi

Birazda Camus'dan


İnsanlar üzerinde çok düşündüğümüz zaman primat maymunlara
özlem duyduğumuz olur,art niyetleri yoktur onların.
Kafese girmeden önce insan,yüzünü kesme felaketine uğramışşa,
o vahsi hayvanlar için bir ziyafettir bu.
Biraz kanım aktığına göre kurban olacaktım,hayvanlar beni parçalayacaktı.
Ne kadar küçük olursa olsun ,bizi yargılamalarına fırsat vermeyelim yoksa
paramparça oluruz.
Vahşi hayvan terbiyecisinin önlemlerini almak zorundayız.
Masumluğun kambur gibi yaşanmaya zorlanmasını biran
bile göz önüne alamam.
Biliyor musunuz !
niçin ölülere karşı hep daha dürüst ve cömertizdir ?
Onlara karşı bir yükümlülüğümüz yoktur,özgür bırakır bizi onlar.
Bizimse belleğimiz zayıftır.
İnsanın krakteri olmadı mı ille bir yöntem bulması gerekir,
neticede en nasipsizler bile soluk almayı başarır.

Coelho

İnsan yaşamdaki aşamasının ne zaman bittiğni her zaman
bilmesi gerekir.
Bir yerde gerekli olan zamandan daha uzun kalmakta diretirsen
sevincini ve huzurunu yitirirsin.
Ve doğruya Tanrı tarafından döndürülmek tehlikesiyle karşılasırsın.
Tanrım affet !
zayıflıklar gösterdim,kendi gücümü unuttum.
Sert olmam gerektiği yerde yumuşak davrandım,kötü
bir karar almamak için hiçbir seçim yapmadım.
Şükretmem gerekirken,küfür ,işledim..
Korku ve bozgun dönemi sona erdi artık,yapılması
gereken yanlızca yaşamı yeniden kurmak ve bozgunu
kabul etmekti !

19 Mart 2010 Cuma

bir vatandaşımızdan

okuduğum kitap,gazete,dergi v.s
lerden beğendiklerimi not alırım .Bu aşağıdaki
siiri bir Kayserili vatandaşımız yazmış ,simdi görünce
gülümsedim ve sizlerle paylaşmak istedim.

Uzunca zamandır görmeyeli seni
Başka bir kadın,bir hoş olmuşşun
Kollarıma alıp sarmayalı seni
Beyaz peynir gibiydin,artık kaşar olmuşşun.

Victor Hugodan


AĞLAMAK İÇİN GÖZDEN YAŞ MI AKMALI?
DUDAKLAR GÜLERKEN İNSAN AĞLAYAMAZ MI?

SEVMEK İÇİN GÜZELE Mİ BAKMALI?
ÇİRKİN BİR TENDE, GÜZEL BİR RUH
KALBİ BAĞLAYAMAZ MI?

HASRET; ÖZLENENDEN UZAK KALMAK MIDIR?
ÖZLENEN YAKINDAYKEN HİCRAN DUYULAMAZ MI?

HIRSIZLIK; PARA, MAL ÇALMAK MIDIR?
SAADET ÇALMAK, MÜTHİŞ HIRSIZLIK OLAMAZ MI?

SOLMASI İÇİN GÜLÜ DALINDANMI KOPARMALI?
PEMBE BİR GONCA İKEN GÜL DALINDA SOLMAZ MI?

ÖLDÜRMEK İÇİN SİLAH, HANÇERMİ OLMALI?
SAÇLAR BAĞ, GÖZLER SİLAH,
GÜLÜŞ, KURŞUN OLAMAZ MI?

17 Mart 2010 Çarşamba

azıcıkta gülelim :)

Zamanın birinde; Erzurum'dan bir grup insan, hacca gitmek için yola
çıkmışlar. Van'a gelmişler.
Van'ın bir köyünde konaklamaya karar vermişler.
O köyün de imamı yokmuş.
Köylüler aralarında konuşmuşlar ve Erzurum'dan çıkıp hacca giden bu
topluluktan birini, imam yapmaya karar vermişler.
''Bu insanlar hacca gidiyorlarsa, boş insan değillerdir'' diye düşünmüşler.
Nitekim; tekliflerini, içlerinden birisi kabul etmiş.
Her yıl, 400 koyun verilecekmiş imama.
Adam; ''hacca gidip masraf yapacağıma, burada kalıp, yalandan imamlık
yapar ve her yıl 400 koyun sahibi olurum'' diyerek işe başlamış.
Köylü camide toplanmış, namaz kılınacak.
Sayın İmam, başlamış namazı kıldırmaya:
- ''Erzurum'dan çıktım yola, Van'da verdim mola.. 400 koyun verdiler
bana, Allahuekber!''
Bu, günlerce aynı biçimde devam etmiş.
Köylü bu işe biraz şaşırmış ve konuşmuşlar aralarında:
- ''Daha önceki imam mı yanlış kıldırıyordu, yeni imam mi yanlış kıldırıyor?
Bunu gidip, Müftü'ye soralım.''
Sayın Müftü, has Trabzon'lu!!
Müftüye gelen halk, her şeyi anlatmış.
Müftü köylüye dönerek:

- ''Siz şimdi, hiç imama çaktırmadan köyünüze dönün ve namaz vakti
camide toplanın; ben de namaza geleceğim'' diye emir verir.
Herkes köyüne döner ve namaz vakti cemaat camide toplanır.
Tabi ki Sayın Müftü de camidedir
İmam namazı kıldırmaya başlar.
Birinci rekat:
- ''Erzurum'dan çıktım yola, Van'da verdim mola.. 400 koyun verdiler
bana, Allahuekber!'' der hoca.
Arkadan "öhö.. öhö!.." şeklinde bir ses duyulur.
İmam, ''yakalandım, herhalde!'' diye korkmaya başlar.
İkinci rekatta, sözlerinde biraz değişiklik yapar:

- ''Erzurum'dan çıktım yola, Van'da verdim mola.. 400 Koyun verdiler
bana, yarısı sana yarısı bana.. Allahuekber!''

Namaz bitince, köylü Müftüye dönerek;

- ''İmam efendi namazı doğru mu kıldırıyor?'' diye sorar


Müftünün cevabı:

- ''Haçen, birinci rekatta biraz şaşırdı ama ikinci rekatta işi düzeltti

Tablo

TABLO BU...

Eğitimini yönlendirebileceğiniz bir torununuz olursa kendisini doktor,
mühendis, avukat falan olmaya değil, ya milletvekili
ya da futbolcu olmaya yönlendiriniz. Boşu boşuna kafayı okullarda
okuyarak törpüleyip beynini eskitmesine gerek kalmaz.

En kolay ve zahmetsiz ömür boyu garantili para kazanılan İş : T.C. de
milletvekilliği


Sosyal haklar:

Ayda 9,5 milyar TL maaş
2 yılda emeklilik hakkı
Emekli olunca ömür boyu ayda 6 milyar TL maaş


Yılmaz Dağdeviren, emek vermiş, zaman ayırmış, ter dökmüş ;
(Türkiye ve Türk Milleti, her anlamda fakru zaruret içine düşürülüp,
yokluklar ve
yoksunluklar ile yetinmek zorunda bırakılırken, bu durumdan sorumlu
olanların.!)
“Tuzu kuruluğunun kıyaslanabilir tablosunu” çıkartmış,

Sizin de bilginiz olsun, .

Rahatsızlık duymuyorsanız, atın bir kenara koyun.
Ahlakınıza ve aklınıza uymuyorsa herkesle paylaşın..!!


Ülke Norveç:

Kişi başı milli geliri: 98.000 $.

Milletvekili maaşı: 7.500 $.

Yan ödeme: Yok.

Emeklilik: 65’ten sonra.

Maaşın milli gelire oranı: % 7.6.


Ülke İsviçre:

Kişi başı milli geliri: 65.000 $.

Milletvekili maaşı: 4.200 $.

Yan ödeme: Yok.

Emeklilik: Yok.

Maaşın milli gelire oranı: % 6.4.


Ülke Danimarka:

Kişi başı milli geliri: 64.000 $.

Milletvekili maaşı: 5.000 $.

Yan ödeme: Yok.

Emeklilik: Yok.

Maaşın milli gelire oranı: % 7.8.


Ülke Finlandiya:

Kişi başı milli geliri: 52.000 $.

Milletvekili maaşı: 4.000 $.

Yan ödeme: Yok.

Emeklilik: Memur gibi.

Maaşın milli gelire oranı: % 7.6.


Ülke Hollanda:

Kişi başı milli geliri: 52.000 $.

Milletvekili maaşı: 5.660 $.

Yan ödeme: 150 $.

Emeklilik: Memur gibi.

Maaşın milli gelire oranı: % 10.8.


Ülke Avusturya:

Kişi başı milli geliri: 50.500 $.

Milletvekili maaşı: 8.100 $.

Yan Ödeme: Yok.

Emeklilik: Yok.

Maaşın milli gelire oranı: % 16.


Ülke Belçika:

Kişi başı milli geliri: 47.000 $.

Milletvekili maaşı: 5.064 $.

Yan ödeme: 1.423 $.

Emeklilik: Yok.

Maaşın milli gelire oranı: % 10.6.


Ülke İngiltere:

Kişi başı milli geliri: 46.500 $.

Milletvekili maaşı: 6.200 $.

Yan ödeme: Londra kenti

9 gidiş-geliş bileti.

Emeklilik: Memur gibi.

Maaşın milli gelire oranı: % 13.3.


Ülke Fransa:

Kişi başı milli geliri: 46.000 $.

Milletvekili maaşı: 4.648 $.

Yan ödeme: Yok.

Emeklilik: 55 yaş sonrası.

Maaşın milli gelire oranı: % 10.


Ülke İtalya:

Kişi başı milli geliri: 40.000 $.

Milletvekili maaşı: 9.150 $.

Yan ödeme: Yok.

Emeklilik: Memur gibi.

Maaşın milli gelire oranı: % 22,8.


Ülke İspanya:

Kişi başı milli geliri: 37.000 $.

Milletvekili maaşı: 2.312 $.

Yan ödeme: 1.500 $.

Emeklilik: Memur gibi.

Maaşın milli gelire oranı: % 4.


Ülke Çek Cumhuriyeti:

Kişi başı milli geliri: 21.000 $.

Milletvekili maaşı: 1.900 $.

Yan Ödeme: Yok.

Emeklilik: Yok.

Maaşın milli gelire oranı: % 9.


Ülke Litvanya:

Kişi başı milli geliri: 15.000 $.

Milletvekili maaşı: 820 $.

Yan ödeme: Yok.

Emeklilik: Yok.

Maaşın milli gelire oranı: % 5.4.


Ülke Polonya:

Kişi başı milli geliri: 14.000 $.

Milletvekili maaşı: 1.893 $.

Yan ödeme: Yok.

Emeklilik: Yok.

Maaşın milli gelire oranı: % 13.5.


Ülke Ermenistan:

Kişi başı milli geliri: 4.000 $.

Milletvekili maaşı: 200 $.

Yan ödeme: Yok.

Emeklilik: Yok.

Maaşın milli gelire oranı: % 5.


Ve ÜLKE TÜRKİYE.

Kişi başı milli geliri: 10.000 $.

Milletvekili maaşı: 5.600 $.

Yan ödeme: Harcırahlı.

Emeklilik: Yaş sınırı yok.

Çifte emekli geliri var.

Maaşın milli gelire oranı: % 56.

nasıl ama şahane bence !

16 Mart 2010 Salı

Hardal nasıl yedirilir ????

Öğrenme psikolojisinde en akıllı yol, söylenilmek
istenileni, gene kendi hasmına söyletebilmek- yedirebilmektir. ..
Ancak bunu yaparken de amaçlanan görüşü, hasmın kendi görüşü haline
getirmek hünerini gösterebilmektir. .. Kısaca sonuca ulaşıldığında,
hasım neyi yediğinin farkına bile varmamalıdır.. .


Hikayeye göre, bir Alman, bir İtalyan, bir Fransız ve bir
İngiliz aralarında köpeğe hardal yedirmek konusunda iddiaya
tutuşurlar.
Alman önceliği alır, hardalı topak yapar ve köpeğin
ensesinden tutarak zorla ağzına tıkar... Hayvanın ağzı yandığı için
hardalı yemez ve çıkarır...
İtalyan hemen atılır, öyle olmaz der ve hardalı makarna
şeklinde ufak parçalar halinde bölerek, köpeğe yedirmeğe çalışırsa da,
hayvanın ağzı gene yandığından o da başaramaz...
Fransız da, konuya kendi açısından yaklaşarak, hardalı
önce sulandırıp, sos olarak köpeğe yedirmek için uğraşırsa da, bu
uygulama ile de bir sonuç alamaz...
Sıra İngilize geldiğinde, İngiliz, önce köpeği okşayarak
yanına çeker, sırtını sıvazlar, sonra, hardalı topak yaparak hayvanın
poposuna yapıştırır. Köpek ardı yandıkça başlar hardalı yani arkasını
yalamaya, kısaca, canı yandıkça yalar, yandıkça yalar ve sonuçta
yalaya yalaya hardalı bitirir.....


Uyanık ülke yönetcileri, hedef ülkeleri istedikleri çizgide
tutabilmek için onlara hardalı öyle yedirirler ki, o ülkeler neyi
yediklerinin (?) farkına vardıklarında iş işten çoktan geçmiş olur!

Bu da geçerrr !

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır.
Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yiyecek ve kalacak bir
yer verecek biri olup olmadığını sorar.


Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu
ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini söylerler.
Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların
anlattıklarından, Şakir'in bölgenin en zengin kişilerinden biri
olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında başka bir
çiftlik sahibidir.

Derviş, Şakir'in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir
edilir, yer, içer, dinlenir. Şakir de ailesi de hem misavirperver hem
gönlü geniş insanlardır. Yola koyulma zamanı gelip, derviş Şakir'e
teşekkür ederken, 'Böyle zengin olduğun için hep şükret' der.
Şakir ise şöyle yanıt verir:
'Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin kendisi
değildir. Bu da geçer...'

Derviş Şakir'in çiftliğinden ayrıldıktan sonra, bu söz üzerine uzun
uzun düşünür. Birkaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer.
Şakir'i hatırlar, uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle
sohbet ederken Şakir'den söz eder.
'O Şakir mi?' der köylüler, 'O iyice fakirledi, şimdi Haddad'ın
yanında çalışıyor.'

Derviş hemen Haddad'ın çiftliğine gider, Şakir'i bulur. Eski dostu
yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir
sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakta
işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden zarar görmemiş ve
biraz daha zenginleşmiş olan Haddad'ın yanında çalışmak kalmıştır.
Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad'ın hizmetindedir.

Şakir bu kez dervişi son derece mütevazi olan evinde misafir eder. Kıt
kanaat yemeğini onunla paylaşır. Derviş vedalaşırken Şakir'e olup
bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğu söyler ve Şakir'den şu cevabı
alır:
'Üzülme.. Bu da geçer...'

Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer.
Şaşkınlık içerisinde olan biteni öğrenir. Haddad bir kaç yıl önce
ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkarı
ve eski dotu Şakir'e bırakmıştır. Şakir, Haddad'ın konağında
oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığır ile yine yörenin en
zengin insanıdır.

Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve
yine cevabı alır:
'Bu da geçer...'

Bir zaman sonra derviş yine Şakir'i arar. Ona bir tepeyi işaret
ederler. Tepede Şakir'in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır:
'Bu da geçer...'

Derviş 'Ölümün nesi geçecek' diye düşünür ve gider. Ertesi yıl
Şakir'in mezarını ziyaret etmek için geri döner ama ortada ne tepe ne
de mezar vardır. büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir'den
geriye bir iz dahi kalmamıştır.

O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük
yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu
tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine
kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın.

Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın
adamları da bilge dervişi bulup yardım isterler. Kısa bir süre sonra
yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz, çünkü son derece
sade bir yüzüktür. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür
ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır. Yüzüğün üzerinde 'Bu da
geçer' yazmaktadır.

'Bu da geçer Ya hu' sözünün hikayesi Bizans dönemine kadar uzanır.
Bizanslılar başlarına iyi ya da kötü bir şey geldiği zaman 'K'afto ta
perasi' demektedirler. Söz Selçuklular döneminde İran'a kadar ulaşır
ve Farsça haline dönüşür: 'İn niz beguzered' olur. Osmanlı döneminde
tekkelerde benimsenir ve sonuna 'Ya Allah' manasına gelen 'Ya hu'
eklenir.

13 Mart 2010 Cumartesi

çok güldüm :=)

biraz önce askerlik görevini yeni bitirmiş bir dostumdan
askerlik anıları dinledim.Malum beylerin bu konuda
anlatacakları hiç bitmez,fakat bir tanesi var ki ben
çok güldüm:)
nasıl olduysa cinsel tercihini hemcinslerinden yana
kullanan bir vatandaşımız askere gitmiş.
burada kendine bir partner bulmuş!
ve bu iki asker şuçüstü yakalanmış:
tamam buraya kadar komik bir şey yok ,
fakat aldıkları cezayı yazıyorum:
aktif durumdaki askerimizin aldığı ceza
sıkı durun:=)
Devlet malına zarar vermekten hapis !
pasif durumdaki askerimizede:
pembe tezkere :=)

12 Mart 2010 Cuma

ingilizcenin bittiği yer :=)


DERS 1)

"Bir Turkce kelime, 17 Ingiliz kelimesine bedeldir."
- Afyonkarahisarlilastiramadiklarimizdanmisiniz ?
Ingilizce tercumesi:
-Are you one of those people whom we unsuccessfully tried to make resemble the citizens of Afyonkarahisar?


DERS 2)

Yeni baslayanlar için tercume cumlesi :
-Üç cadi üç Swatch saate bakiyorlar. Hangi cadi hangi saate bakiyor?

Ingilizce tercumesi:
-Three witches watch three Swatch watches. Which witch watch which Swatch watch?


DERS 3)

Simdi ileri derece tercume cumlesi :
-Üç travesti cadi üç Swatch saatin butonuna bakiyorlar. Hangi travesti cadi hangi Swatch saatin
hangi dugmesine bakiyor?

Ingilizce tercumesi: (bunu kendi kendinize sesli okuyun lutfen!)

-Three switched witches watch three Swatch watch's switches.Which switched witch watches which
Swatch watch's which switch?

Ingilizce'nin bittigi andir bu... :) :)

İltifat

Yıl, 1887… Gazetecinin biri, Victor Hugo’ya soruyor: “Eserleriniz ve siz bugüne de çok olumlu eleştiriler aldınız, çok övüldünüz. Bunlar arasında sizi en çok hangisi hoşnut etti?”

Hugo anlatıyor: “Karlı bir kış gecesiydi. Eş dostla yiyip içmiştik. Mesafe kısa diye, evime yaya olarak dönüyordum. Fena halde sıkışmıştım. Hızlı adımlarla, malikanemin bahçe kapısına vardım. Kapı kilitliydi. Var gücümle uşağıma seslendim: ‘İgooooooor!’ Defalarca haykırmama karşın İgor’un beni duyduğu yoktu. Sidik torbam Atlas Okyanusu büyüklüğüne ulaşmıştı. Altıma kaçırmak üzereydim. Yaşlılık işte. Çaresiz, bahçe duvarına yanaştım, etrafa bakındım, görünürde kimse yoktu, fermuarımı indirdim ve su dökmeye başladım. Tam o sırada arkamda bir at arabası durdu. Hiç kıpırdamadan, sessizce işiyordum. Arabacı nefret dolu bir sesle ‘Seni haddini bilmez, buruşuk o… çocuğu! O işediğin, Sefiller’in yazarı Victor Hugo’nun duvarıdır!’ dedi.

İşte, hayatımda duyduğum en iltifat dolu söz buydu.”

Bağımlı mısınız ?

- Gecenin bir saati uyanıp su içmeye kalktığınızda mail'lere de bakmak aklınızdan geçiyor mu?

- Nerdeyse tüm hobileriniz artık bilgisayar ile mi ilintili?

- Birisi adresinizi sorduğunda aklınıza ilk gelen e-mail adresiniz olmaya başladı mı?

- İnternet'te aralıksız 3 saat geçirmeyi normal bir davranış olarak mı algılıyorsunuz?

- Saatlerce hiç yüz yüze karşılaşmadığınız kişilerle 'chat' yapıyor, bunlardan bazılarının gerçek cinsiyetini bile bilmeyip, sadece 'nickname'leri ile yetinebiliyor musunuz?

- Flickr, YouTube, Digg veya del.icio.us olmadan bir günün geçmediği oluyor mu?

- RSS okuyucunuz da 'bookmark'larınız kadar dolu ve içinden çıkılmaz bir hal almaya başladı mı?

- MSN sayesinde eskiden sık gördüğünüz arkadaşlarınızla yüz yüze temasınız azalmaya başladı mı?

- Toplantılarda gözünüzü önünüzdeki bilgisayarınızdan alamadığınız oluyor mu?

- Tatillerde bile aklınıza internet geliyor mu?

- Elde, kolda uyuşmalar, göz yorgunluğu ve bel ağrıları gündeme gelmeye başladı mı?

- Kendinize alabileceğiniz en güzel hediyenin 19-inch bir LCD monitör veya rahat bir bilgisayar sandalyesi olduğunu mu düşünüyorsunuz?

- Bir arkadaşınız size harika bir programdan bahsettiğinde, ve siz onun esasında bir televizyon programı olduğunu anlayınca hayal kırıklığı yaşıyor musunuz?

Bunlardan kaçına "evet" dediniz bilmiyorum. Ancak sayı yarıya yakınsa, belki siz de artık bir bilgisayar bağımlısısınız!

Bildirgeç'te ensarguler kullanıcı ismiyle yayınlanan bir itiraf: "Ne yapacağımı şaşırdım! Sık kullanılanlarım 100 siteyi geçeli baya oluyor. Bloglines'ta 40 sitenin feedlerini takip ediyorum. Şu anda bile opera'da 7 sayfa açık. Nereye bakacağımı şaşırdım. Kategorilendirme bile yapamaz oldum. Gezdiğim site sayısı arttıkça her şey birbirine karıştı. Yıllardır internete girerdim ama bu bloglar, rss, web 2.0 derken işler çok değişti, yavaş yavaş bağımlısı oldum."

Akşam'da çıkan bir habere göre daha vahim durumlar da var. Geçen sene, Güney Kore'nin Seul şehrinde bir internet kafede, aralıksız şekilde oyun oynayan 38 yaşındaki bir Koreli onuncu günde ekran karşısındayken fenalaşmış ve sonrasında kurtarılamamış. Bunun öncesinde, yine aynı ülkede 28 yaşında başka bir oyuncu iki gün boyunca bilgisayar karşısından kalkmayınca kaybetmiş hayatını.

Teknoloji ilerleyip ucuzladıkça, bilgisayar kullanımı da doğal olarak günlük hayatımızın içine daha çok giriyor. Uzmanlar, insan ilişkilerinde kendine çok güvenmeyen kişilerin, internet dünyası içinde kendilerini daha rahat hissettiklerini söylüyorlar. Dolayısıyla da, örneğin chat'i veya net'te oyun oynamayı gerçek ilişki ve iletişime tercih edebiliyorlar. Eğlenceli web sayfaları, uçsuz bucaksız bilgi kaynakları, çoklu ortam imkanları, farklı insanlarla iletişim kurabilme şansı gerçekten çok sayıda kişiye çekici geliyor. Bankacılıktan mutfak alışverişine kadar birçok ihtiyacımızı internet sayesinde giderebiliyor olmak da, sanal ile gerçek dünyanın birbiriyle yarışmasına neden oluyor. Ve…

Çoğu zaman bu yarışta galip gelen de sanal dünya oluyor.

İnternet bize sürekli artan ve gelişen bir içerik sunuyor. Bu da kendimizi (üstelik keyif alarak) geliştirmemizi sağlıyor. Bu doğru. Ancak yine bu 'doğru'dan dolayı, madde bağımlılığına oranla bilgisayar bağımlılığının kontrolünün daha zor olduğunu söyleyenler var. Karşıt görüştekiler de, bilgisayar bağımlılığının büyük sayılabilecek fiziksel sonuçlar doğurmadığını ve kişinin kendini daha rahat kontrol etme imkanı olduğunu iddia ediyorlar.

Farklı görüşlerin olmasına rağmen "ortak bir kanı" oluşmuş durumda: Bilgisayar bağımlılığı bir gerçektir ve tedavi edilmelidir! Amerika'da olan yaklaşık 200 milyon internet kullanıcısının yüzde onunun, tedavi ihtiyacı olan internet bağımlısı olduğu söyleniyor.

Olayın biraz da esprili tarafından bakacak olursak; gerçekten tedavi olanlardan birisi var ki, o bugün dolar milyoneri. Onun adı; Kevin Mitnick!

Fotoğrafı FBI'in "En Çok Arananlar" listesinde yer alan ilk hacker olmuştu. Mahkemenin koyduğu "bilgisayar bağımlılığı" teşhisinin tedavisi için (beş yıllık hapis cezası sonrası) bir yıllığına iyileştirme merkezinde tedavi olan Mitnick, bugün ise kurduğu şirketi ile güvenlik danışmanlığı yapıyor, kitap yazıyor, ayrıca önemli kongrelere konuşmacı olarak gidiyor ve tabii ki önemli kazançlar sağlıyor.

Kısaca; tedavi olmaktan belki de korkmamak gerek :)

Konuya bir de ticari bakanlar var. Vatan Gazetesindeki bir habere göre, Microsoft'un patronu Bill Gates Türkiye'ye yaptığı bir ziyarette, ailelere gençlerin bilgisayar bağımlılığı konusunda uyarılarda bulunmuş! "MSN Messenger'ın gençleri asosyalleştirdiği eleştirileri için ne düşünüyorsunuz? Mesela günde 12 saat 'online' kalan gençler…" sorusuna verdiği cevap aynen şu:

"Büyük ihtimalle aynı insanlar geçmişte vakitlerini telefon başında geçiriyorlardı. Messenger'daysanız birkaç işinizi bir arada yapabilirsiniz. Yaparken arkadaşlarınızla da iletişim halinde olabilirsiniz. Bu yeni bir aktivite türü ve sizi daha ulaşılabilir yapıyor. Bu sene Messenger'ın yeni sürümleri de çıkacak. Bence çocukların vakitlerini nasıl kullanacakları kendi sorumlulukları… Ben öğrencilerin hemen hepsinin Messenger kullandığını görünce çok memnun oldum."

İçimizden bir sesin geçmişte yaptığı bir söylem ise Bill Gates'e harika bir cevap niteliğinde olmuş. O sesin sahibi, büyük tiyatro ve sinema oyuncumuz Müşfik Kenter.

Hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi?
Hiç vaktiniz yok,
'Fast live', 'fast food','fast music', 'fast love'…
Dikte ettirilen 'yükselen değerler', 'in'ler, 'out'lar…
Buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi.
Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar,
Size sesleniyorum!
Hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini?
'Copy-paste' yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?
İçinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz mail'le arkadaşlarınıza?
Sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız?
Öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?
Ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman?
Doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını?
Ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında?
Koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?
Bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?
Hala facebook ta tanışalım,msn de kaynaşalım ,diye düşünüp
kendinizi kandıranlardanmısınız ?
bakmayın siz netten tanışıp aşk yşadığını söyleyenlere
ya istisnadırlar,ya da henüz sanalın ötesine geçememişlerdir.
Geçtiğiniz anda büyü bozulmaya başlar zaten.
Çoğunluğun sanal alemde kendini farklı gösterdiğini anlamak için
birazcık hayat deneyimi yeterli.
Çok genç kardeşlerimiz bunu bilmeyebilirler elbet !
ya kocaman insanlar !!!
Burada kişinin kendini kandırma mekanizması devreye giriyor bence..
Şonuç yüzde doksan kısa devre...
sonra buuuuummmm...


Bağımlılık kelimesi dahi olumsuzluğu çağrıştırıyor. Oysa her bağımlılık kötü değil. Bilgisayar bağımlılığına karşı ise çoğumuzun bulduğu en önemli gerekçe, "faydalarının zararlarından daha çok olduğu" yönünde… Yeter ki bu hesaplaşmada terazinin her iki tarafına da koyduklarımızı değerlendirirken kendimizle samimi olalım.

Hayat hep seçimlerden ibaret…

9 Mart 2010 Salı

Kimlere meydan okumaz insan!
tek başına düşündüğü zaman.......

Mesneviden

Zamanın osamnlı padişahına hindistandan bir fil hediye edilir.
Hintliler fili bir ahıra koyarlar.
Daha önce hiç fil görmemiş halk ,
fili görmeye ahıra koşar.
Fakat filin kapatıldığı ahır ,o kadar karanlıktır ki
fili görmeye imkan yoktur.
o zifiri karanlıkta halk filin neye benzediğini görmek için,
orasına burasına dokunmaya başlar.
biri filin hortumunu tutar,
der ki;hortuma benziyor.
bir bşkası kulağını tutar
der ki: bir yelpazeye benziyor.
bir başkası bacağını tutar
der ki: bir sütüna benziyor.
herkes neresine dokunduysa ona benzetip anlatmaya çalışıyordu.
halk neyi gördüyse onu anlatmaya çalışıyordu
işte duygu gözüde avuca benzer,
avuç bütün fili elleyemezki gerçeği kavrayabilesin
denizi gören göz başkadır ,köpüğü gören başka
köpüğü değil,denizi gören olmaya bak sen..

Simone de Beauvoir

Onun büyük aşkı ,arkadaşı,sırdaşı,Fransızların ünlü filazofu Jean Paul sartre dan
ayrı düşünmek imkansızdı. Onunla bir olmuş,küçük yaşlardan beri içinde beslediği aykırılıklar
bir başka sıradışı kişilik olan Sartre ile bir kaba dökülmüş,
sonuçta yüzyıla damgasını vuracak olan varoluşculuk akımı çıkmıştı ortaya.
Tutkulu olduğu aşkıyla burjuva değerlerini çöpe atıp,yepyeni bir felsefe yaratmaya kalkışan bu
kadın , ömrü boyunca geniş kitlelerin hazmetmekte zorlanacağı bir özgürlük anlayışını savundu.
(günümüzde feminizmi bardan adam kaldırma, zavallılığına indirgeyen dergi ve gazete yazarlarının asla beyinlerinin basmayacağı) Feminizm akımının öncüsü ve anasıdır.


(Sartre 'la karşılaştığım zaman,herşeyi kazandığıma inanmıştım ,onun yanında kendimi gerçekleştirmem asla başarısızlığa uğrayamazdı. Şimdi kendi kendime şunu söylüyorum:
kurtuluşu bir başkasında görmek ,yıkılmanın en güvenli yoludur.
Simone de Beauvoir

Simone Parisde doğdu,iyi okullarda eğitim gördü,
babası her zaman erkek çocuk istemişti,iki kızkardeştiler .
Bununla birlikte babası ona büyüdükçe sende erkek beyni var derdi,
15 yaşında yazar olmaya karar verdi,Paris üniversitesinde Sartre tanıştı.
Bu ilişki Simon un içindeki felsefe bombasının pimini çekecekti.
ilerleyen yıllarda eserleriyle hayli tartışmalar yaratmıştır,
hep kadın haklarıyla uğrasacaktı.
Sartre olan ilişkisiyse 50 yıl sürecekti
ölümüne kadar ,Sartre nin küllerinin gömüldüğü
Montparnesse mezarlığına bakan evde yaşadı.
1986 da zatürreden ölmüştür.
1908-1986

Aman kedilerimizin kıymetini bilelim.

Geçenlerde Londra da yasayan bir tanıdığım oradaki yaşamla
ilgili konuşurken öğrendiğim,
çok ilgimi çeken bir olayı sizlerle paylaşmak istedim.
orada yerleştiğinin ilk günlerinde ,geceleri evdeki tıkır
tıkır seslerden çok rahatsız olduğunu ve bunun bir fare
sesi olduğunu anladığında bayagı bir uykusuzluk
çektiğini ,ve orada yaşayan insanlarla bunu paylaştığında:
orada bunun çok olağan olduğunu ,hatta isterse bu fare
ler için özel avlama yapan şirketlerin bulunduğun
öğrendiğinde can hıraş aradığını ve bu sirkete
sık sık basvurduğunu bahsetti.:=)
meğersem avrupa malum tarihi evlerle dolu ve onların,
bizim gibi sokak kedileri olmadığı için Londranın
tam bir fare yuvası olduğunu öğrendim
Daha sonra Hollanda da bir süre yaşamış başka
birinden de orasınında Londra gibi olduğunu,sonuçta
bizim sevgili sokak kedilerimizin kıymetini bir
kez daha anladım.

7 Mart 2010 Pazar

Mevlana

Üzülme ! der Mevlana. Ve devam eder.......Tanrı bugün aldığını, yarın başka suretle
sana geri verir.

serefe :)

Şerefe lafı nerden çıkmıştır,
zamanın zaman olduğu bir dönemde ,içki içmek bir adap işiymiş.
içki masasında içmeye başlamadan önce ağır ağbiler,
kendi aralarında şu anlaşmayı yaparlarmış.
Arkadaşlar bu meret şisede durduğu gibi durmaz,her ne kadar yakın
ahbap olsak ta bir süre sonra çenelerimizin bağı bozulur ve olmadık
şeyler söyleyebilir ve sonradan pişman olacagımız seyler anlatabiliriz.
Burada anlatılanlar sadece ve sadece bu masada kalacak söz mü?
söz!
serefine mi?
serefine !
o günlerde bir yeminmiş bu serefine sözü,
işte hikaye bu !

IIse Koch

1906-1967
Bir işçi ailenin çocuğu olarak Almanyada doğdu,birinci dünya savaşı yorgunu Almanya da
ayakta kalmaya çalışan milyonlarca Almandan biriydi.,
Herseyiyle sıradan bir kız gibi görünüyordu,ama zihninde yarattıgı canavar,Almanya yı esir
alacak başka bir canavarla ,nazizimle uyanacak ve etrafa dehset saçacaktı.
Normal koşullarda hiç kimsenin dikkatini çekmeyecek bu kız Hitler in yarattığı olağanüstü
koşullarda 20.yüzyılın en hayret uyandıracak katillerinden biri olacaktı.
Sapıklığa varan takıntılarını gerçekleştirdiğ toplama kampından hareketle (buchenwald cadısı)
olarak isimlendirilen bu kadın bilinçli bir yahudi karşıtımıydı ,yoksa içindeki şeytan doğmak
için nazilerin ortaya çıkmasını mı beklemişti bilinmez .Ama kesin olan birsey varsa dünya
bu ismi unutmayacaktı.

"Bu kadın ,nazi savaş suçlularından en sadistlerinden
biriydi.Herhangi bir yerde bir çığlık duyarsanız bunun ,onun işkenceyle öldürdüğü
insanlara ait olduğundan emin olabilirsiniz"
IIse koch davasının savcısı 1951.

Hitler avrupayı ayaklarının altında çatır çatır ezerken,bu çizmelerden birini zevkle
parlatan biride bir kadındı.
Sadist ve cinsellik düşkünü bu kadın mahkum erkeklerin ,kadınları ve çocukların
çektikleri işkeenceden zevk alıyor,onları öldürülmeden önce iğrenç ilişklere zorluyordu.
Evini öldürülen mahkumların ,derilerinden ,kafataslarından yapılmış abajurlarla
süslüyordu.
Acı çeken insanlar gördükçe gözleri açılır ve nabzı hızlanırdı,geceleri ise subayların eşleriyle
seks partileri düzenlerdi.
çekici esirleri önünde çıplak gösteri yaptırıp,begendiklerinden kendine cüzdan,
kitap kapagı,eldiven ve abajur yaptıracaktı.
Zulumleri o buyuta gelmişti ki nazileri bile çileden çıkardı,1941 de aşırı zalimlikten
SS mahkemesinde bile çıkarıldı.
Zama ilerleyip Almanya savaşı kaybedince uzun süre kaçtı,fakat sonunda yakalandı ve savaş
suçlusu olarak mahkemeye çıkarıldı 250 tanık hakkında ifade verdi.
Ama sanslıydı çünkü sadece ömür boyu hapis cezası aldı,
IIse 1 eylül 1967de oğluna mektup yazmadan önce yemegini yedi,
sonra çarsafları birbirine bağlayarak lambaya taktı ve kendini astı.
Oğluna yazdığı mektupta" benim için artık başka yol kalmadı tek kurtuluş
ölüm"diye yazacaktı.

5 Mart 2010 Cuma

beyin testi

hala yapmadınız mı, hiç durmayın!
http://www.fwmail.gen.tr/beyin-testi/

eğlencelik

kim basbakamış,dolar ne kadarmıs
dogdugunuz günün gazetesi
aynı gün kim doğmuş,ölmü
vs.vs....eglenceli


doğduğunuz gün neler olmuş neler, buradan bulabilirsiniz.
http://www.hediyedenizi.com/DogumGunu/dogum_gunu.php

siir severler buraya .

http://www.siirparki.com/siirkent.html>
Açılan sayfada fareyi evlerin üzerinde gezdirin, Şair isimlerini
göreceksiniz..
Beğendiğiniz Şair'in isminin olduğu evin üstüne tıklayın, yeni bir sayfa
açılacak.. Açılan sayfada sağ tarafta Şairin kısa özgeçmişini
okuyabilirsiniz..
Sol tarafta ise Şairin şiir isimleri var, isimlere tıklayarak şiiri
okuyabilirsiniz...
valla hazırlayanın ellerine ,yüreğine sağlık.

4 Mart 2010 Perşembe

NEİTZSCHE

Birey ,her zaman kabile tarafından yutulmamak
için mücadele etmelidir.
Eğer bunu denerseniz çogu zaman yanlız kalırsınız,
hatta korkarsınız.
Ama hiç bir bedel kendine sahip olma ayrıcalığından
pahalı değldir!


Neitzche

Kitap severlere

Kitapları takip eden biriyseniz,son dönem
oldukça reklamı yapılan Küçük Arı kitabını
duymuşşunuzdur.
Valla benim sahsi fikrim kitabın çok iyi
pazarlandığı ,çünkü asla abartıldığı
gibi edebi bir değeri yok
sıkıcı değil ,ama sarsıcı
birseyde beklemeyin oldukça sıradan.
tabi yinede siz bilirsiniz:)

Tarihte iz bırakan kadınlar


"Sizler ! Fransız krallığında hiç bir hakkı olmayan İngilizler!
Göklerin tanrısı,benim,bakire Jeanne aracılığıyla siperlerinizden
ayrılmayı ve ülkenize dönmenizi emrediyor.
Aksi takdirde öyle bir savas başlatacağım ki
dünya durdukça hatırlanacak! bir
daha uyarmayacağım !"

Jeanne D'arc(1412 -1431)
"Bir çarpışma öncesi İngiliz kumandanına
yazdığı mektuptan"


Yıl 1420 mekan yüzyıl şavaşlarının pençesinde kıvranan
Kıta Avrupası .
Ortaçağın kılıç sesiyle kakıp yüzünü kanla yıkadığı
dönem İnhiltere kralı V henry ile Fransa kralı VI
Charles anlaşma imzalar.
VI Charles ölünce Fransa ingiltereye kalacaktır.
İki kral kısa aralıklarla ölür.
Henüz bir kaç aylık bebek olan VI Henry İngiltere
ve Fransanın yeni kralı olmuştur. Lakin fransa kralı
VII Charles'in krallığı bir çocuğa bırakma niyeti
yoktur. Ve şavas başlar Fransa sehirleri kuşatma
altında,halk fakir bitkin,ve fransız ordusu tarihinin
en karanlık dönemini yaşamaktadır.
Ülkeyi bu durumda bir mucize kutrtaracaktır bu
mucizenin adıda Jeanne D'arc tır.

Jeanne taşrada 5 çocuklu çiftci bir ailenin ortanca çocuğu
olarak dünyaya gelmiştir.
Çocukluğuna rastlayan dönemde ülkesi oldukça karışıktı.
Kırlarda babasını sürülerine baktı,annesiyle dini sohbetler
yapar ev işlerine yardım ederdi.
Jeanne 12 yaşındayken halisünasyonlar görmeye başlar,
anlattığına göre, Tanrı ondan Fransızları İngilizlerden kurtarması
gerektiğini ve yeni veliahdı tahta geçirmesini istiyordu.
zamanla dini hassasiyeti daha da arttı,kelli felli din adamları
bile kızdaki bu tutkuya sasırıyorlardı.
1428 yılında okuma yazması olmadığı halde veliaht Charles e
mektuplar yollamaya başlar,(başkasına yazdırır)
Veliaht ise çaresizlik içinde bir satoya sığınmıştır,
bu çaresizlikte kendisisni devamlı(bana bir ordu verin bende fransayı
size vereyim)diye taciz eden kızı görmeyi
kabul eder.
Ve onu sınamak için kendininde olduğu bir grup adamın içinde
başkasını veliaht olarak karsısına çıkarır.(kız kendisini hiç görmemişti)
17 yaşındaki Jeanne adama döner,siz veliaht değilsiniz,
lütfen veliahtı çagırın der,
salondakiler şok olmuştur sonunda ikna olur ve D'arc a istediği
orduyu verir.
Ve bu ordu inanılmaz bir şekilde zaferden zafere koşar,
elinde sancağıyla kosuyor,askere moral veriyor ,atılan okların önünde
kahramanca çarpısıyordu.
Ve Fransız ordusu D'arc ı kutsal sayıyordu ,ve bütün bu zaferlerin ardından
Jeanne VII Charlesin tahta çıkması gerektiğini söylemiş ve bunu basarmıştır.
Jeanne ve ailesine asalet unvanı verilmiş ve kendiside ordu tarafından
azize ilan edilmiştir..
Lakin siyasetin kirli yüzü devreye girecektir,çünkü tahta çıkan Charles
bu kızın oteritesinin halkın üzerindeki etkisinden rahatsızdır.
Genç kızı cadılık ve erkek elbiseleri giymesi gibi sebeplerle
yargılatmaya kadar varır netice.
Jeanne 30 mayıs 1431 de Rouen meydanında bir kazığa bağlanarak
yakılır ve külleri Sienne nehrine savrulur.
Ve ilginçtir ki uğruna ömrünü harcadığı kral kız diri diri yakılırken
parmağını bile kıpırdatmamıştır.

Papa XV Benedict tarafından 1920 de azize ilan edildi.
kendisiyle ilgili mahkeme kağıtları bugün Fransız ulusal
kütüphanesinde saklanıyor.

tarihte iz bırakan kadınlar ,devam edecek.................

3 Mart 2010 Çarşamba

ÇOK GÜZEL BİR ARŞİV.Sarkıları karıştıra karıştıra kendi kendine çalıyor..:)

Çalışırken iyi gidiyor;)

Dünya'da Son 30 senenin en sevilen şarkıları,
Tam 1000 şarkı.
Kendi akışına bırakırsınız 1000 tanesini sıradan çalar.



http://www.welkestijl.nl

2 Mart 2010 Salı

Bana herşey bizi hatırlatıyorrrr !!!!!!


Stalin in yakın dostlarıtla votka içip sohbet ettiği bir günde geçer bu sohbet!
arkadaşlarına su soruyu sorar?
saçını ihtilalde,halk içinde,devlet yönetimde bürokraside ağartmış dostlarım:
söyleyin bakalım halkın yönetimine baş eğmesi,kayıtsız sartsız itaat etmesi için
yönetici ne yapmalı ,nasıl davranmalı?
soruya kimisi hak,adalet,sürgün,demokrasi ,idam cezası hapis diye cevap verir.
Stalin hiç birini beğenmez,
yönetimi ele geçirenin Tanrıda farkı pek yoktur,halkın kafasını öne eğmesi için
yapmanız gerekenleri su beyinsiz kafalarınıza çivi gibi çakayım.
Hizmetkarına bir canlı tavuk getirmesini söyler,
gelen tavuğu adamların gözlerine bakarak başlar canlı canlı yolmaya.
Tüylerini yolduktan sonra tavugu salıverir,
şimdi izleyin bakalım bu saşkın tavuk nereye gidecek der,
zavallı tavuk aralık kapıdan dışarı çıkacakken,soguktan döner geriye duvar
diplerine gider,masanın altına girer her tarafını yara bere içinde birakır
söminenin yanına koşar sıcaktan kavrulur.
Çaresiz tüylerini yolan Stalinin ayaklarının arasına sığınır,
Stalin cebinden biraz yem çıkarıp tavuğun önüne koyar,
yemlenen tavuk Stalin nereye gitse peşinden koşar,Stalin bıyık altından gülmeye
başlar .
Arkadaşlarının hayretten agzı açık kalır,
Gördünüzmü der Stalin :
halk aynı bu tavuk gibidir ,tüylerini yolup salıverdinizmi o zaman
yönetmek daha kolay olur.

hikaye bu :
yorumsuz

1 Mart 2010 Pazartesi


Arkadaslar, dostlar!
Gazeteport, ordumuza güven duyulup duyulmadığı konusunda bir anket düzenlemiş. İsteyenler oylamaya katılabilirler. Linki tıklayın ve çevrenize de iletin lütfen. Teşekkürler.