29 Eylül 2010 Çarşamba

Aşk


Aşkla ilgili sözlere pek yer vermiyorum,
zaten bolca yazan arkadaşlarımız var, ve zannedersem benden
pek bu konuda güzel sözler çıkmaz.
Nedenini sormayın pek inanmıyorum belki :=)
Ama bakın düşünürler ne demiş :

Aristo:
"Sevmek acı çekmektir, sevmemek ölmek. Sevmek zevktir ama yanlız
sevilmenin hiçbir zevki yoktur"

Augustinus:
"Sevgi ruhun güzelliğidir."

Franz Xaver Von Baader:
"Özgürlük aşk değildir, yalnız aşkın kapısıdır."

François Bacon:
"Büyük insanlarda, liyakat sahibi olanların kendilerini budalaca aşka
kaptırdıkları görülmez. Büyük ruhlar ve büyük işler aşkla uzlaşmaz"

Bailey:
"Aşk dünyanın en tatlı mutluluğu ile en derin acısından yaratılmıştır"

Balzac:
"Aşk yaşamında kadın, ancak hünerli bir çalgıcının elinde dile gelen
bir lir gibidir. Kadınlar bizleri sevdikleri zaman her suçumuzu
bağışlarlar"

Basta:
"Erkek az fakat sık sever, kadın ise çok ancak bir kez sever"

Jeremy Bentham:
"Aşk hazzı, dostlukla duyu hazlarından yoğrulmuştur"

Bulor:
"Aşk cennetin dilinden bize kalan tek andır"

Antoine Bret:
"Aşkın ilk soluğu mantığın son soluğudur"

Jacob Boehme:
"İstek, hareket/genişleme, yön veren tezlere bilgelik eklendiğinde aşk olur"

La Cordaire:
"Aşk her şeyin başlangıcı, ortası ve sonudur"

Dante:
"Geniş varlık denizinin her yanında geniş bir aşk akışı vardır.
Fiziksel devinim, bitkisel yaşam, zihinsel yaşam... hep evrensel aşkın
derece derece yükselen aşamalarını oluşturur. Aşağı derecelerinde
yanılmayan aşk, akılla aydınlandığı zaman iyilik ve kötülüğe eğilim
kazanır. Aşk kusursuz olmayan iyiliklerin üzerinde de vardır. Hatta
irade, hile ve şiddet kullanmak yoluyla bir başkasının kötülüğüne
çalışmış olsa bile yine aşka uyar. Kötülükler aşktan uzaklaşma
oranında bir takım derecelere sahiptir ve kötülük aşka yaklaşmak için
sarf ettiği üç oranında erdeme yaklaşmış olur... Cehennem bile adalet
kadar aşkın eseridir."

Eugene Delacroix:
"Aşkı anlatabilmek için yeryüzünde var olan dillerden başka bir dil ister"

Descartes:
"Bir şey kendimiz için iyi, yani uygun gibi sunulmuşsa ona karşı aşk duyarız."

Duclos:
"Aşk bıkılmayandır. Her şeyden bıkılabilir ama aşktan ... hayır"

Epiktet:
"Hareket etmenin nedeni 'istek' ve 'sevmektir', bu ise düşünmektir. Aşk
tutkudur. İyi ya da kötünün ne olduğunu fark edemeyen insan nasıl sevebilir"

Epikür:
"Bilge olan evlenmez. Evlense bile aşkın vehimlerine kapılmaz... Bir
uygarlığın yetkinliği ve insanlığı ancak kardeşlik ve sevgiyle
olasıdır."

Douglas Ferrola:
"Aşk kızamığa benzer, insan ne kadar geç yakalanırsa o kadar ağır geçer"

Faulkner:
"Aşkı kitaplara soktukları iyi oldu, yoksa belki de başka yerde
yaşayamayacaktı."

Fenelon:
"Sevmeden yaşamak yaşamak değildir. Az sevmek ise sürüklenmektir."

Feuerbach:
"Varlık sezginin, duyunun ve aşkın bir sırrıdır. Bu kişi, bu şey yani
bireysel, yalnız duyumda, yalnız aşkta, mutlak bir değere sahiptir.
Sonlu ve sonsuz orada bulunur. Aşkın sonsuz derinliği ve aşkın
gerçeği, bununla yalnız bununla kaimdir" "... En derin ve en yüce
gerçekler duyumlarda saklıdır. Böylece genel olarak başımız dışında
bulunan bir nesne varoluşun gerçek ve ontolojik belgesi aşktır,
varoluşun aşktan ve duyumdan başka belgesi yoktur."

Costance Foster:
"Sevgi bizi zamanın yıkımından koruyan yıkılmaz bir kaledir"

François M. C. Fourier:
1) Geçici ya da keyif verici aşklar ki, bu oyuncular, kahpeler,
arsızlık aşkları gibi şekillere ayrılır.
2) Az çok bir süresi fakat kısır aşklar ki, bunlar gözde aşklardır.
3) Yalnız bir çocuk doğurtan geçici aşklar ki, bunlar dölleyen aşklardır.
4) Karılar ve kocalar aşkıdır ki, bu iki tarafın isteği ile yıllarca
sürer ve bir çok çocuk doğurturur. Fakat bunlar birbirleriyle yaşayıp
yaşamamakta serbesttir."

"Her erkek bütün kadınlara ve bir kadın bütün erkeklere sahiptir."

Freud:
"Yaşam belirtisinin kökeninde duygulanma; duygulanmanın da temeli aşktır"

Geraldy:
"Erkeğin yaradılışında sevmek yoktu. Ona aşkı öğreten kadındır"

Geothe:
"Sevilenin kusurlarını hoş görmeyen sevmiyor demektir"

Efes'li Heraklitos:
"Duyu organları akılsız ruhlara hizmet ettikleri zaman kötü
tanıklardır. Eşek samanı altına tercih eder; köpek tanımadıklarına
havlar. Domuz için çamur saf sudan daha değerlidir. Deniz suyu ister
temiz ister kirli olsun, balıklar için kurtarıcı insanlar için
uğursuzdur."

Victor Hugo:
"Aşk bir deniz, kadın onun kıyısıdır."

Paul Henri D. Holbach:
"İnsanlara kendi akıllarına saygı duymaları ve cesur olmaları telkin
edilmeli ve kendileri için arkasından koşması gereken hayallere
gereksinimleri varsa, doğruluk, iyilik ve barış sevgisini
benimsemeleri öğretilmelidir"

Holty:
"Aşk kulübeyi altından bir saraya benzetir."

Albert Hubbart:
"Aşk yaşamdır deriz, ancak umutsuz inançsız aşk ölümden beterdir."

Konfüçyus:
"Dinsel erdem, insanlığı sevmekle olanaklıdır. Bu sevgi hissi, aileden
toplumdan hükümete dek karşılıklı olarak uzamalıdır"

François La Rocheffoucauld:
"Tüm duygularımız ve tutkularımız rastlantı ve çıkarın eseridir ve
bizim erdem, aşk, karşılık beklemezlik dediğimiz şeyler de
hoşgörülerden başka bir şey değildir. Adalet aşkı nedir? Adaletsizlik
ıstırabından korkmaktır. Aşk sahip olduklarımızın bizden alınması
korkusudur. Aşk duyuların bir hummasıdır."

Mevlana:
"Bir aşkı başka aşk söndürebilir. Aşkta ne yükseklik, ne alçaklık, ne
de akıllılık ve akılsızlık vardır. Hafızlık, şeyhlik, müritlik yoktur.
Sadece kepazelik, aşağılık ve rintlik vardır. İnsanın toprağını aşk
şebnemi ile yoğurdukları için alemde yüzlerce fitne ve kargaşalık
peyda olur. Aşkın yüzlerce neşteri, ruhun damarlarına sokuldu ve
oradan gönül adı verilen bir damla aldı... Aşk öyle engin bir denizdir
ki, ne kenarı vardır, ne de ucu bucağı."

Moliere:
"Kadınların büyük tutkusu aşkı ilham etmektir. İnsanı aşkın güzellikleri
yaşatır."

Montaigne:
"Aşk utanma ve çekinmenin olduğu yerde vardır."

Mu-Ti:
"Kim başkasını severse kendisi de sevilecektir. Başkalarını
kazandırmış olan kendisi de kazanmış olacaktır. Tüm insanlar kendileri
arasında karşılıklı bir sevgi hissederlerse, güçlüler zayıfları
avlayamazlar, sayıları çok olanlar daha az sayıdakileri, baskıları
altına alamazlar. Zenginler yoksulları asla baskıları altına
alamazlar, usta olanlar da beceriksizlerle alay edemezler. Sevgide
tarafsızlık, kişisel sevgide yanılmayı önler; tarafsız sevgi kişisel
sevginin de güvencesidir."

Newton:
"Aşk köprü kurmaktır. İnsanlar köprü kuracaklarına duvar ördükleri
için yanlız kalırlar."

Robert Owen:
"İnsana karşı sonsuz bir sevgi ve şefkat duyabilmek için dinsel
inançlardan kurtulmak gerekir."

Pascal:
"Aşk iradenin ereğidir. Her çeşit dışsal emir ve baskılardan çok usa
uymak gerekir. İradenin ereği olan bu aşktan başlayıp tutkuda sona
eren bir yaşam mutludur. Bunlardan birini seçmem gerekse 'aşk'ı yeğ
tutarım. Biz aşk karakteri ile doğarız. Aşk ruhumuz yetkinleştikçe
gelişir ve bizi güzel görünen şeye sürükler. Bundan sonra artık bizim
bu alemde sevmekten başka bir şey için var olduğumuzdan kim
kuşkulanır? ... Aşkın konusu güzelliktir ve insan evrenin en güzel
nesnesi olduğu için dışarıda aradığı bu güzelliğin örneğini kendi
içinde bulması gerekir. Bu itibarla insan ancak kendisine benzeyeni ve
olabildiği kadar kendisine yaklaşanı sever. Sevmeye başlayınca
eskisinden bambaşka bir insan
olduğumuzu anlarız. Aşktan söz ede ede insan aşık olur."

J. J. Rousseau:
"Aşk mutluluğunu evlendirdikten sonra da sürdürebilseydik, dünya
cennet olurdu. Duygulu gönüller sevginin her türlüsü için duygulu
değil mi?"

Shakespeare:
"Değişiklikle karşılaşınca değişen aşk, aşk değildir... Aşk gözle değil
ruhla görülür."

Madame De Scudery:
"İnsan sevmeye başladı mı, yaşamaya da başlar."

Schiller:
"Ey aşk, güzel ve kısasın... Aşk insanı birliğe, bencillik yalnızlığa götürür."

Seneca:
"Yalnız akıllı bir insan sevmesini bilir. Sevip de yitirmek, sevmemiş
olmaktan daha iyidir."

Stendal:
"Aşk, coşku ve tutku olduktan sonra insan hiç sarsılmaz, bunlar
olmayınca yaşam neye yarar"

Cenap Şehabettin:
"Kadın olsun, kitap olsun cildine aldanmayıp içindekilere bakılmalıdır."

Mark Twain:
"Hiç kimse uzun süre evli kalmadıkça gerçek aşkın ne olduğunu anlayamaz."

Voltaire:
"Aşk bir tablodur, onu doğa çizmiş ve hayal süslemiştir. Tanrı kadınları
erkekleri evcilleştirmek için yarattı."

Oscar Wilde:
"Erkekler kadınların ilk aşkı, kadınlar da erkeklerin son aşkı olmak ister."

Fotoğraf : Ara Güler

28 Eylül 2010 Salı

Sen dogru ol da.. Varsın sanan eğri sansın. Unutma ki,sen kendini bir
sey sanmadığın sürece doğru insansın..
Yunus Emre

27 Eylül 2010 Pazartesi

Dünyanın denetimi yaklaşık 6000 bin kişinin denetimindeymiş,
bu sayı yaklaşık olarak dünya nufusunun 0,0001 ine tekabül ediyor.

Piyasalara, eğilimlere,harcamalara ,ihtiyaçlara ,önceliklere karar veren
onlardır.
Esas olarak bir kaç siyasetci ,bazı askerler, ve birkaç milyarder insan söz
konusudur.
Bu görevlere erişmek için fazlasıyla hırs ve ölçüsüz bir iktidar aşkı gerekir,
gerekli fedakarlıklara ve aşırı baskılara katlanmak bu sayede mümkündür.
Bu iki etken dünyayı denetim altında tutanların itici gücüdür.
Bu sapkın itici güçlerde nevrozlar söz konusudur,ya da diğer tabirle dengesiz kişilikler
sapkınlığı.
Böylece dünya güçlü sapkınlar tarafından şekillendirilir.
Gerçeği kabul etmek lazım !
Dünya yönetimi söz konusu olduğunda, ortada sadece hayvansal
mantık var.
Ve birde kendini sözüm ona özgür ve bağımsız zanneden zavallı bizler.
Dizginleri ele almış olanlar ,sürümüzün en saldırganları (çakal da uygun )
ve bizler onları körlemesine takip ediyoruz.........
Uçuruma doğru...........
Sonuç olarak her kötü kişi,kötülüğünü akla uydurmaya çalışır,
bu insanlarında kendini kandırmak için şeçtği yol bu olsa gerek .
Biz sadece insanların iyiliği için çalışıyoruz,demek.
(Hırsızlara yapılan bir testte ,hırsızların çoğu çaldıkları mallarda hakkı olduğunu
düşündüğünü ortaya koymuş ) bu örnekler uzatılabilir tabi :
Katiller, hırsızlar,yalancılar,dolandrıcılar,tecavzcüler,hainler,bağımlılar ,neticede
insan piskolojisi sanırım en başta kendini kandırmada oldukça kabiliyetli.
Neyse sözcükler dağılmaya başladı çünkü,şu an aklımdan geçenlerin hızına yetişemiyorum
ve nokta diyorum.
Zaman , yangınların en acımasızıymış meğer,
herşeyi yakıp kül eden .

24 Eylül 2010 Cuma

Düşüncen konuşmana, konuşman hareketine,
hareketin kaderine yansır.

Mevlana

UMUDUNU KAYBEDEN, HAYATINI KAYBEDER

Bir kurbağa sürüsü ormanda ilerlerken, içlerinden ikisi bir çukura
düşmüş. Diğer bütün kurbağalar çukurun etrafında toplanıp, çaresiz bir
şekilde bakıyorlarmış.

Çukur bir hayli derin olduğundan, düşen arkadaşlarının zıplayıp dışarı
çıkması mümkün gözükmüyormuş. Yukarıdaki kurbağalar, boşuna
çabalamamalarını söylemişler arkadaşlarına: "Çukur çok derin. Dışarı
çıkmanız imkânsız!.." Ancak, çukura düşen kurbağalar onların
söylediklerine aldırmayıp çukurdan çıkmak için mücadeleye devam
etmişler.

Yukarıdakiler ise hâlâ boşuna çırpınıp durmamalarını, ölümün onlar
için kurtuluş olduğunu söylüyorlarmış.

Sonunda, kurbağalardan birisi söylenenlerden etkilenmiş ve mücadeleyi
bırakmış. Diğeri ise çabalamaya devam etmiş. Yukarıdakiler de ona,
çırpınıp durarak daha çok acı çektiğini söylemeyi sürdürmüşler.

Ne var ki, çukurdaki kurbağa onlara hiç aldırmadan son bir hamle daha
yapmış, bu kez daha yükseğe sıçramayı başarmış ve çukurdan çıkmış.
Arkadaşlarının ümit kırıcı sözlerine hiç kulak asmamış... Çünkü o
sağırmış ! Siz de olumsuz düşünceli insanları sakın duymayın! Onların
yüreğinizdeki umudu çalmalarına izin vermeyin...

Fotoğraf :Ara Güler

22 Eylül 2010 Çarşamba

Katılmamak mümkün değil !


Masallar toplumların kolektif bilinçaltını yansıtır denir. Geçen yüzyılların masallarından Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'de, kafayı güzellikle bozmuş olan kraliçe, kötü bir karakterdi. Özenilmesi, örnek alınması şöyle dursun kınanan biriydi. Akıl kârı mıydı kocaman kadının her gün ayna karşısına geçip ayna ayna söyle bana, benden güzeli var mı? diye sorması… Bugün ise kozmetik sektörünün bize biçtiği kimlik bu cadı kraliçe kimliği… Kafayı güzellikle bozmuş, daha güzel olmak isteyen ve daha da güzelleşmek için gözü dönmüş, rakibelerinin kanını içmeye hazır bir cadı… Hatta kimi reklamlarda ya da dergilerde “ayna ayna…” diye başlayan sloganlar veya köşeler icat edildi. Bunlar karşısında aynaya söylemek istediğim bir tek şey var: “Ayna ayna, Allah aşkına artık sus!”

psk.dan Rukiye Karaköse

20 Eylül 2010 Pazartesi

Acele kararlar üzerine !

Acele kararlar vermek üzerine yazılmış sevdiğim bir hikaye:


Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu
kıskanırmış...
Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara
nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya
yanaşmamış..
'Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı' dermiş hep.

Bir sabah kalkmışlar ki, at yok.
Köylü ihtiyarın başına toplanmış: 'Seni ihtiyar bunak, bu atı sana
bırakmayacakları, çalacakları belliydi.
Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne
paran var, ne de atın' demişler...

İhtiyar: 'Karar vermek için acele etmeyin' demiş. 'Sadece at kayıp'
deyin, 'Çünkü gerçek bu.
Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.
Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı?
Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının
nasıl geleceğini kimse bilemez.'
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.

Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...
Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.
Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.
Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler.
'Babalık' demişler, 'Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir
talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at
sürün var..' '

Karar vermek için gene acele ediyorsunuz' demiş ihtiyar. 'Sadece atın
geri döndüğünü söyleyin. Bilinen gerçek sadece bu.
Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.
Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl
fikir yürütebilirsiniz? '
Köylüler bu defa açıkça ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden 'Bu
herif sahiden gerzek' diye geçirmişler...

Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek
oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış.
Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara. 'Bir kez daha haklı çıktın' demişler.
'Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak.
Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha
zavallı olacaksın' demişler.

İhtiyar 'Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz' diye cevap vermiş.
'O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu.
Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru.
Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı
size asla bildirilmez.'

Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış.
Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış.
Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün
gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış.
Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini
ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... 'Gene haklı olduğun kanıtlandı' demişler.
'Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki
asla köye dönemeyecekler.
Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer...'

'Siz erken karar vermeye devam edin' demiş, ihtiyar.
'Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim
oğlum yanımda, sizinkiler askerde...
Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece
Allah biliyor.'

Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:

'Acele karar vermeyin.
Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının.
Karar ; aklın durması halidir.
Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.
Buna rağmen akıl, insanı daima karara zorlar.
Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.
Oysa gezi asla sona ermez.
Bir yol biterken yenisi başlar. Bir kapı kapanırken, başkası açılır.
Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta
olduğunu görürsünüz.

18 Eylül 2010 Cumartesi

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, memleketin birinde bir padişah varmış. Tanrı göstermesin, anlatılmaz bir kıtlık baş göstermiş. Bir zamanlar yediği önünde, yemediği ardında, bir eli yağda bir eli balda olan insanlar, bir dilim kuru ekmeğin yoksunu olmuşlar.

Padişah bakmış ki kıtlık halkı kırıp geçirecek, bunu önleyici bir çıkar yol aramış. Sonunda, memleketin dört biyanına, sokak sokak, köşe bucak çığırtkanlar salmış. Çığırtkanlar Padişah fermanını şöyle bağırırlarmış:

- Ey ahali!.. Duyduk duymadık demeyin!... Her kimin devlete bir hizmeti, vatana bir yararlığı olmuşsa, koşup saraya gelsin! Padişahımız efendimiz onlara nişanlar verecek!..
İnsanlar, açlığı, yokluğu, derdi, borcu, harcı unutup, Padişahtan nişan almak sevdasına düşmüşler.

Padişahta yapılan hizmetin büyüklüğüne göre çeşit çeşit nişanlar varmış. Birinci dereceden altın yaldızlı nişan, ikinci dereceden altın suyuna batmış nişan, üçüncü dereceden gümüş kaplama nişan, dördüncü dereceden demir nişan, beşinci dereceden kalaylı nişan, altıncı dereceden çinko nişan, yedinci dereceden teneke nişan...

Gelen giden nişan alıyormuş. Artık öyle olmuş, öyle olmuş ki, nişan yapmaktan Padişahın memleketinde hurda demir, çinko, teneke kalmamış. Fincancı katırının boynundaki çangur çungur sallanan cam boncuklar nasılsa, körük gibi şişirilen göğüsler üzerinde de nişanlar, işte öyle sallanmaya başlamış.
İnsanların göğüslerinde şangur şungur nişanların sallandığı, Padişahın kim gelirse nişan dağıttığını duyan bir inek de,
- "Nişan asıl benim hakkım!" diyerek bir nişan almayı aklına koymuş.
Açlıktan bir deri bir kemik, böğrü böğrüne çökmüş, kaburgası omurgasına geçmiş inek koşa koşa sarayın kapısına gelmiş. Kapıcıbaşıya,
- Padişaha haber verin! demiş. Bir inek kendisini görmek istiyor. Başlarından savmak istemişlerse de,
- Padişahı görmeden, bu kapıdan bir adım atmam!... diye böğürmeye başlayınca, Padişaha,
- Efendimiz, kullarınızdan bir inek huzurunuza çıkmak istiyor... demişler.
Padişah,
- Gelsin bakalım, bu da nasıl bir inekmiş... diye ineği huzuruna çağırıp,
- Böğür bakalım, ne böğüreceksin?... diye sormuş,

İnek de,
- Sultanım, demiş, duyduğuma göre nişanlar dağıtıyormuşsun. Ben de nişan almak istiyorum.
Padişah,
- Hangi hakla? diye bağırmış. Sen ne yaptın. Memlekete nasıl bir yararlılığın dokundu ki sana nişan verelim?...

O zaman inek,
- Efendimiz! diye söze başlamış. bana nişan verilmesin de kimlere verilsin? Ben daha insanlara ne yapayım? Etimi yersiniz, sütümü içersiniz, derimi giyersiniz. Gübremi bile bırakmaz kullanırsınız. Teneke bir nişan için, daha ne yapayım?

Padişah, ineğin isteğini haklı bulmuş. İneğe ikinci dereceden bir nişan verilmiş. Boynunda nişanı, inek sevinçten oynaya oynaya saraydan dönerken katırla karşılaşmış.
- Selam inek kardeş!
- Selam katır kardeş!
- Nedir bu sevincin? Nereden gelirsin böyle? İnek herşeyi bir bir anlatmış. Padişahtan nişan aldığını da söyleyince katır da coşmuş.

O coşkunlukla doğru dörtnala saraya varmış.
- Padişahımız efendimizi göreceğim!.. demiş.
- Olmaz!.. demişler.

Ama, babadan kalma inatçılığı ile katır art ayaklarıyla saray kapısında direnince, Padişaha durumu iletmişler. Padişah,
- Gelsin bakalım, katır kulum da... demiş.

Katır huzura varınca, bir katır selamı verip, el etek öptükten sonra, nişan istediğini söylemiş Padişah sormuş:
- Sen ne yaptın ki nişan istiyorsun?

- A hünkarım, daha ne yapayım? Savaşta topunuzu, tüfeğinizi sırtımda taşıyan ben değil miyim? Barışta çoluğunuzu çocuğunuzu arkamda götüren ben değil miyim? Ben olmazsam, işiniz temelli bitiktir.

Katırı da haklı bulan Padişah,
- Katır kuluma da birinci dereceden bir nişan verilsin!... diye ferman eylemiş.

Katırda bir sevinç bir sevinç, dörtnala saraydan dönerken eşekle karşılaşmış. Eşek,
- Selam yeğenim!... demiş. Katır,
- Selam amcabey!.. demiş.
- Nereden gelip, nereye gidersin? Katır başından geçenleri anlatınca,
- Dur öyle ise, padişahımıza gider, bir nişan da ben alırım!.. diye dörtnala saraya koşmuş.


Saray koruyucuları, deh demişler, çüş demişler, eşeği bir türlü atlatamayınca Padişaha varıp,
- Eşek kulunuz gelmiş, huzura çıkmak ister! demişler. Eşeği kabul buyuran Padişah,

- Ne dilersin ey eşek kulum?.. deyince,

Eşek de dilediğini bildirmiş. Padişah, canı burnuna gelip kükremiş:

- İnek eti ile, derisi ile, gübresiyle bu memlekete, bu millete hizmet etti. Katır dersen savaşta, barışta yük taşıdı, bu vatana hizmet etti. A eşek, ya sen ne iş gördün ki, bir de kalkmış eşekliğine bakmadan nişan istersin?.. Utanmadan bir de karşıma gelmişsin. Söyle, ne halt ettin?

O zaman eşek keyfinden sırıtarak,
- Aman Padişahım efendim, demiş, size en büyük hizmeti eşek kullarınız yapmıştır. Eğer benim gibi binlerce eşek kulların olmasaydı, hiçbir taht üzerinde oturabilir miydin? Saltanat sürebilir miydin? Dua et biz eşek kullarına ki, bizim gibi eşekler var da, sen de böyle saltanat sürüyorsun.

Padişah, karşısındaki eşeğin, öyle her eşek gibi teneke nişanla gözü doymayacağını anlamış,

- Ey eşek kulum,Haklısın senin sayende ben bu makamdayım demiş. Senin bu çok yüksek hizmetini karşılayabilecek bir nişanım yok. Sana ölünceye kadar beylik ahırından hergün Makarna,Bulgur,Ü züm hoşafı ve Kış aylarındada kömür,bağladım..
Ye, yee saltanatım için durmadan anır!..
Aziz NESİN'den ALINTI..

10 Eylül 2010 Cuma

Tasavvufa göre 4 kapı vardır.
1- Şeriat Kapısı
2- Tarikat Kapısı
3- Marifet Kapısı
4- Hakikat Kapısı
Öğreti olarak bu kapılar birer birer geçilerek Hakikate ulaşılır.
Öğrencilerinden biri Mevlana'ya sormuş;
"Efendim, bu 4 kapı meselesini ben pek anlayamıyorum.
Bana anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız?"
"Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var ve hepsi
rahlelerine eğilmiş.
-Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra gel sana anlatayım."
Öğrenci gitmiş, birincinin ensesine bir tokat akşetmiş.
Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir
tokatla Mevlana'nın öğrencisini yere yıkmış.
Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaat var.
Yaradana güvenip ikinciye de bir tokat akşetmiş. O da derhal ayağa
kalkıp elini kaldırmış.
Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş.
Öğrenci devam etmiş, üçüncüye de bir tokat atmış.
Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş.
Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş.
Öğrenci Mevlana'ya dönmüş, olanları anlatmış.
Mevlana; "İşte sana istediğin örnekler....
- Birinci, şeriat kapısını geçememiş biri idi.
Şeriatta kısasa kısas olduğu için, tokadı yiyince kalktı, aynısını
sana iade etti.
- İkinci, tarikat kapısındadır . Tokadı yiyince o da kalktı, tam
tokadı iade edecekti ki,
tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi.
"Sana kötülük yapana bile iyilik yap". Onun için döndü, oturdu.
- Üçüncü, marifet kapısına kadar gelmiştir.
İyinin ve kötünün tek Yaradandan geldiğini bilir, inanır.
Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet etti diye merakından şöyle bir
dönüp baktı.
- Dördüncü, hakikat kapısını da geçmiştir.
İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu ve aynı olduğunu bilir.
Onun için dönüp bakmadı bile...


Mevlana

8 Eylül 2010 Çarşamba

Nokta ile virgül.

Nokta sabırdır,mertliktir, bir anda bitirir herşeyi.

Virgül düzenbazdır,kaypaktır,
uzattıkça uzatır işi.
Noktanın başı sonu bellidir,gizli kapaklı işleri yoktur.hakim tokmağı
gibi vurur masaya ve tavrını koyar.
Virgül,konuşmanın sonunu getiremeyen üç kağıtçı politikacılar
gibidir.Sıkar insanı.

Nokta ağırdır,oturaklıdır,yanında konuşmak kimin haddine?
Virgül her devrin adamıdır,ihtilal garsonlarına benzer, el pençe durur
herkesin kaşısında.
Nokta gizli kahramanlar gibidir,ölümüne savaşır,kimsenin ruhu duymaz.
Virgül ruhunu satar da, kendisini kahraman ilan eder.Yüzsüzün tekidir.
Nokta, somurtkan duruşunun ardında gizler bütün güzelliğini.Derli
topludur, pırlanta gibi kalbi vardır.

Virgül gelene geçene el eder, birilerinin peşine takılır.Sempati
görünür ama yalamandır...
Nokta,dönüşü olmayan yolun yolcusudur,cesurdur,inançlıdır.
Virgül,sözünü tutmayan hayalci bir maceraperesttir.

Nokta, vasiyetinde büyüklüğünü belirtmiştir zaten, ardından gelenlerin
büyük olmasını şart koşmuştur.
Virgül küçüklükten asla kurtulamamış bir zavallıdır.

Nokta yalındır,gösterişi asla sevmez.
virgül televizyon dansözleri gibidir.
Nokta doğrucu davuttur.
Virgül ayakaltını sever.
Nokta başkasının arabasına binmez,başkasının külahını takmaz.
Virgül otostopçudur,her şapkaya uzanacak kafası vardır.
Nokta bağımsızdır, kişiliklidir,sırtını kimseye dayamaz.
Virgül asalaktır, noktaya tutunmuştur,arada kaynamaya bayılır.
Nokta son sözünü söylediğinde ''güm!'' diye yere düşer.

Alıntıdır.

Peki siz hangisisiniz ? Noktamı ? Yoksa Virgülmü ?

5 Eylül 2010 Pazar

Kadir gecesi

Herkes kaderi ömürlük zannediyor.......
Hayır öyle değil .
Kader bir ömürlük değil ......
Bir senelik.
Başladığı gibi bitmiyor,kader işleyişi her senenin başında yeni
baştan yazılarak yürüyor.
Yıllık kader bilançolarını toplamı.
Mutsuzluk ,umutsuzluk had safhada bu günlerde........
Doğum sancıları bunlar,
sancılı olanlar .
Yepyeni bir kader onları bekliyor.
Gözünüz aydın olsun ki;
Kadir gecesi geliyor küçüğüm.
Kadir gecesi :
Kendi kaderine ,kadir olmanın gecesi.
Varlığın dizginlrini eline aldığı o gece.
Kendi dizginlerini bir geceliğine, eline tutuşturduğumuz o gece

Kaynak :Burak Özdemir

Kadir suresi
1.gerçek şu ki biz onu kadir gecesinde indirdik.
2.Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir ?
3.Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.
4.Melekler ve ruh ,rabbinin izniyle her iş için inerler.
5 .Fecrin çıkışına kadar bir esenliktir o.

4 Eylül 2010 Cumartesi

2 Eylül 2010 Perşembe

Büyüklük üzerine

Mustafa Kemal(gençlik yıllarında) ve bir arkadaşı büyüklük nedir diye konuşmaktadırlar.
Söz sırası kendine geldiğinde büyüklüğün tanımını söyle yapar :

Büyüklük ,memleketin mutluluğu için ne gerektiğini kestirmek ve doğruca bu amaca
doğru yürümekten başka birşey değildir.
Kendi kendinin büyük olduğuna değil,
küçük ve zayıf olduğuna inandıracak,
hiçbir yerden yardım ummadan bütün engelleri
aşacağına inanacaksın .Ve bütün bunların ardından, birisi sana büyük adam
derse gülüp geçeceksin .

Günümüzde alavere dalevereyle bir yerlere gelip,
ben koskoca bilmem neyim diyenlere ithaf olunur

1 Eylül 2010 Çarşamba

Hikaye bu ya ;

Adam ve hayattaki tek arkadaşı olan köpeği bir kazada birlikte ölmüşlerdi...

Gökyüzüne çıktıktan sonra bembeyaz bulutların arasında dolaşmaya başladılar...

Adam çok susamıştı... Biraz su bulabilmek ümidiyle yürümeye devam
ederken, birden kendilerini muhteşem bir manzaranın karşısında
buldular... Rengârenk çiçeklerle süslü bir bahçe, altından yapılmış
bir bahçe kapısı ve onları karşılayan beyazlar içinde bir kadın...

Adam köpeğiyle birlikte kadına yaklaştı ve sordu:

- "Afedersiniz... burası neresi?"

Kadın ona gülümsedi :

- "Burası Cennet, efendim."

Adam bunun üzerine sevinçle "Hârika...!!!" dedi.

- "Peki bana biraz su verebilir misiniz, gerçekten çok susadım.."

Kadın cevap verdi:

- "Tabii efendim, içeri girin... İçerde dilediğiniz kadar su bulabilirsiniz..."

Böylece adam köpeğine döndü...

- "Hadi oğlum içeri giriyoruz" diyerek kapıya yürüdü...

Ama kadın onu birden durdurdu:

- "Üzgünüm efendim, köpeğiniz sizinle gelemez... Hayvanları içeri almıyoruz..."

Bunun üzerine adam bir an durdu... Düşündü...

Ve geri dönüp köpeğiyle birlikte geldikleri yolun tam ters yönünde
yürümeye koyuldular...

Bir süre geçtikten sonra kendilerini bu kez tozlu çamurlu bir yolda
buldular ve yolun sonunda karşılarına çiftlik girişini andıran bir
kapıyla yırtık pırtık elbiseli bir dede çıktı... Adam sordu:

- "Afedersiniz... Bana biraz su verebilir misiniz?"

Dede "İçeri gel" dedi...

- "Kapıdan girdikten sonra sağ tarafta bir çeşme var..."

Adam sordu:

- "Peki arkadaşım da benimle gelip ordan içebilir mi?"

Dede "Tabii..." dedi.. " çeşmenin yanında köpeğinin de su içebileceği
bir kâse bulacaksın..."

Bunun üzerine adam kapıdan girdi... Biraz yürüdükten sonra sağ tarafta
çesmeyi buldu...

Adam çeşmeden köpek de oracıktaki kâseden doya doya içerek
susuzluklarını giderdiler...

Derken, adam geri giderek girişte bekleyen dedeye sordu:

- "Su için çok teşekkür ederim... Peki burası neresi..?"

Dede "Burası cennet" dedi..."

Bunu duyan adam şaşırdı:

- "Ama nasıl olur..? Az önce burası gibi kırık dökük olmayan muhteşem
bir yere gittik ve orasının da Cennet olduğunu söylediler..."

Dede "Şu rengârenk çiçeklerle süslü altın kapılı yer mi?" dedi... "Ama
orası Cehennem.."

Adam iyice şaşırmıştı:

- "Peki ama orası sizin adınızı kullanarak insanları kandırıyor diye
hiç kızmıyor musunuz..?"


Dede gülümsedi:

- "Kızmıyoruz... Çünkü onlar kendi çıkarı için en iyi arkadaşını yarı
yolda bırakanları Cennet'ten uzak tutuyorlar...."