29 Aralık 2010 Çarşamba

İyimserler ve karamsarlar arasında tercih yapmamız gerekmez. Onlara
ihtiyacımız var...Örneğin; iyimserler uçağı icad ettiler, karamsarlar
paraşütü...

Çinli Filozof Chang Ying Yue'dan:

Her kim gün boyunca arı kadar aktif,
bir boğa kadar güçlü,
bir at kadar çalışkan olduğu halde,
akşam olunca bir köpek kadar bitkin eve dönüyorsa;
bir veterinere görünmelidir.
Çünkü eşek olması,
kuvvetle muhtemeldir.



Aldığımız nefesi bile geri veriyorsak ; Demek ki hiçbir şey
bizim değil..! '

Kimseye kirli ayaklarıyla beynimde gezme fırsatı vermem."




Önemli olan medeni halin bekar olması değil,
Bekar halin medeni olmasidir.

Unutamasanda umursama. Çünkü biri için üzülmene değmez hayat.
Zamanında altını çizdiklerinin üstünü çizeceksin bazen hayata inat.

En basit yalanları gözümün icine baka baka söyleyen "aptallar" tanıdım
.. İnandığımı sandılar, ben ise onların " cahil cesaretlerine"
hayrandim..

Hayat susarak güzel olsaydı, ağzımı bağlar ölünceye kadar susardım...
Hayatta konuşarak mutlu olsaydık mutluluktan bıkana kadar konusurdum
ama hayat öyle bisey ki sustuğunda konuşmadın diye pişman eder,
konustuğunda ise susmadın diye kahreder...!

Birileri söylemiş benim aklımda kalmış,yazanların ismini hatırlamıyorum
kusura bakmasınlar artık.

25 Aralık 2010 Cumartesi

Bir ruhum var benim. Olmadığını söylemeyin. Beni
kesip açsanız onu bulamazsınız. Buharlı makinayı da kesip açsanız
buharını bulamazsınız. Ama makinayı yürüten buhardır...
Gerçeklerin kaba, düşlerin gerçekdışı olmadığı bir yerde yaşamak isterdim.

Mantığın dediğini yapmaya kalkan kişi yitirir kendini: Mantık, ona
karşı... durabilecek kadar akıllı olmayan herkesi köle yapar.

Simetri sanatın düşmanı olduğu gibi, tutarlılık da girişimciliğin düşmanıdır.


Diş ağrısı çekenler dişleri sağlam olanları, yoksulluk çekenler
parası bol olanları mutlu sanır.

Bir kez kalbiniz gerçekten kırıldı mı, geriye dönüş yoktur bir daha.
Hiçbir şeye aldırmaz olursunuz. Mutluluğun sonu, huzurun başlangıcıdır
bu.

Bilinçsiz içgüdülerin ortaya çıkardığı şeyleri mantıklı tasarımlara
bağlayarak dahileri tanrılaştırıyoruz, tıpkı evrenin yaratıcı gücünü
tanrılaştırdığımız gibi. Wagner’in “gerçek sanat” dediği şey, her
içgüdü kadar bilinçsiz olan sanatçı içgüdüsüydü. Mozart, yapıtlarını
açıklaması istendiğinde, “nasıl bilebilirim?” demişti, açık
yüreklilikle.

Okumak, Don Kişot’u bir centilmen yaptı; ama okuduklarına inanmak
delirmesine neden oldu.

Kalbin aklıyla yaşamak bir ayrıcalıktır.

Evlendikten sonraki ilk altı ay içinde öğrendiklerini ,nikahtan bir
gün önce bilebilseydi,ne güç olurdu bir kadını evlendirmek .

Bir köpek zincirlenmekten ne kadar acı çekerse ,onu salıvermek o kadar
tehlikeli olur.
Tasmasına dokunmaya kalkanın elini acımasızca ısırır hemen.


Güç ve acılıdır ve uzun sürer bir yaşam bırakmak ;kolaydır
ve kısa sürer başkalarının yarattığı yaşamı çalmak.


Ne kadar gelenekselsiniz sizler, sözde geleneksel olmayanlar.

Erdem ,kötü alışkanlıklardan uzak kaçınmak değil,
onlara istek duymamaktır.


(Bernard Shaw: Gülen Düşünceler, Şakir Eczacıbaşı, Remzi Kitabevi)

23 Aralık 2010 Perşembe

Dilenci Kim?

Saltanatının sınırları geniş diyarlara uzanan bir hükümdardı. Kibrinin
ve gururunun ise sınırı yoktu. Elinden gelse bütün dünyayı eline
geçirmek ve mülküne dahil etmek istiyordu. Sürekli "daha, daha"
diyordu. Hiç kimse ondan bir gün olsun "yeterli" veya "Buna da şükür"
sözünü duymamıştı. Yeme-içmede, eğlenmede, hakarette, haksızlıkta hep
dünden bir adım ileriye gidiyordu.Öyle bencildi ki, iyilik yaparken
bile başkalarına ne kadar cömert olduğunu sergilemek isterdi.İşte bu
hükümdar, bir gün sarayının önündeki bahçede yürüyüşe çıkmış
gezinirken, yanına başı önünde eğik, elinde dilenci kabı taşıyan bir
adam yaklaştı. Muhafızlar, dilencinin hükümdarın yanına sokulmasının
engellediler. Hükümdar, adamlarına o ana dek hiç konuşmayan dilenciyi
bırakmalarını emretti. "Ne istiyorsun?" diye büyüklenerek sordu
hükümdar. Adamın onun yanına dilenmek için geldiği besbelliydi, ama o
bu soruyu yine de sordu, çünkü karşısındakinin kendisine yalvarmasını
istiyordu. Bu hep böyle olurdu.Fakirler, dilenciler birşeyler ister, o
onlara fazlasıyla ihsanda bulunur, adamlar binbir teşekkürle ve
minnetle yanından ayrılırken o "Var mı benim gibi cömert?" dercesine
sağına soluna bakınır ve etraftaki yağcıların övgü dolu sözlerini
kendinden geçerek dinlerdi.Ama bu defa öyle olmadı!Dilenci güldü ve
başını kaldırıp hükümdarın gözlerinin içine bakarak şöyle dedi:"Sultan
hazretleri yoksa benim arzumu yerine getirebileceklerini mi
sanıyorlar?" Böylesine küstahça bir söz karşısında önce ne yapacağını
bilemedi hükümdar.İstese oracıkta dilencinin kafasını vurdurabilir ya
da onu zindanlarda çürütebilirdi. Ama, bu dilenci kendisine meydan
okumaya kalkmıştı ve bu söz ne kadar ağırına giderse gitsin, ona
dersini başka bir şekilde vermeliydi. Evet, kararını vermişti: Onu
cömertliğiyle ezecekti."Elbette ki senin arzunu yerine getirebilirim
ey dilenci! Ne olduğunu söyle yeter.""Çok basit," dedi dilenci ve
dilenirken kullandığı kabı uzattı: "Bu kabı birşeyle doldurmanın
istiyorum." Bu kadar basit bir isteği duyunca rahatlayan hükümdar
kahkahalarla güldü: "Bundan kolay ne var?"Yanındaki vezirlerden
birisine dönüp emretti: "Bu adamın kabını parayla doldurun."Vezir
saraya gitti, dönüşte getirdiği büyükçe bir kese altını dilencinin
kabına boşalttı. Normalde kabı doldurup taşması gereken altınlar kaba
dökülür dökülmez yok oldu ve dilencinin kabı biraz önceki gibi bomboş
kaldı.Hükümdar ve etrafındakiler gördüklerine inanamadılar. Dilencinin
hiç de öyle büyücü bir görünümü yoktu, ama yine de ondan ürkmeye
başladılar. Hükümdar, adamlarını daha fazla altın getirmeleri için
saraya yolladı. Ancak, her gelen kesedeki altınlar aynı akıbete
uğradı. Dilencinin kabına boşanır boşanmaz, uçup gittiler. Bu kap
sanki kara delik gibi altınları yutuyordu. Önce saraydakiler, sonra da
olup biteni duyan şehir ahalisi toplandı etraflarına.Ne kadar altın ve
gümüş boşaltırsa boşalsın, hükümdar dilencinin küçük kabını
dolduramıyordu. Şanı, şöhreti, tibarı elden gitmek üzereydi. Ama o
"Bütün hazinemi gözden çıkarırım da bu dilenci parçasına mağlup olmam"
diye homurdanıyordu.Gerçekten de, altınlar, gümüşler, elmaslar,
yakutlar... hazinesinde ne varsa dilencinin kabına boşaltıldı. Ama
sonuç değişmiyordu: Dilencinin uzattığı kap bomboştu. Saatler geçiyor,
insanlar hayret ve şaşkınlıkla hükümdarın hazinesinin avuç avuç kabın
içinde eriyişini seyrediyordu. En sonunda, hükümdar dilencinin ayağına
kapandı ve mağlubiyetini ilan etti: "Sen kazandın, ama gitmeden önce
bana tek bir şey söyle. Bu kabın sırrı nedir?" Hırsıyla, kibriyle ün
salan koca hükümdar, sıradan bir dilencinin önünde böyle
yalvarıyordu.Gerçekte, bir dilenci değildi karşısındaki. Ona ders
vermek için gönderilen dilenci görünüşündeki bir melekti.Melek "Bu
kap" dedi, "insan hırsından yapılmıştır. Ve hiçbir şey onu dolduramaz.
Hırsına mağlup olan insan, ister senin gibi sultan olsun ister köylü,
kabı hiç dolmayan dilenciye benzer. Dünyanın en güzel sarayları,
dünyanın en güzel atları, dünyanın en büyük hazineleri onu doyurmaz.
Hatta dünyayı da yutsa tok olmaz. Elindeki kabı, dilenir durur."

22 Aralık 2010 Çarşamba


NASIL BİR KADIN ARIYORSUNUZ?

Nasıl bir kadın arıyorsunuz ya da nasıl bir erkek ? Aşkınızı yaşamak
için istediğiniz insan nasıl biri? Nasıl tarif edersiniz o aradığınız
insanı? ve o aradığınız insanı gerçekten bulsanız hemen koşar mısınız
onun yanına? Yoksa ürküp geri mi çekilirsiniz?
"Terk etmiş ve terk edilmiş" bir kadının macerasını anlatan Çiğdem
Anat'ın "Aklım Nereye Gidiyor, Ellerim Nereye" kitabını okurken gördüm
birden cevabı. Kitabın bir yerinde o cümle çıkıyor karşınıza, romanın
kahramanı olan kadınla yeniden ilişki kurmak isteyen eski sevgilisi,
karısından yakınırken şöyle diyor kadına :
"Beni aldatabilecek bir kadın istiyorum."
Bu cümlede duruverdim. "Kendisini aldatabilecek bir kadın isteyen" bir
erkek. Birden fark ettim ki bütün erkekler aslında, bunu açıkça
söylemeseler de, "kendilerini aldatabilecek bir kadın" istiyorlar.
Bütün kadınlar da "kendilerini aldatabilecek" bir erkek. Ama bu
cümlenin, kitapta yazılmayan bir devamı bulunuyor, bir başka cümle
daha var bu cümlenin ardından gelen. "Beni aldatabilecek bir kadın
istiyorum," ama "beni aldatmayacak bir kadın."
Herkes, kendine muhtaç olmayacak kadar güçlü, başkalarına gidebilecek
kadar özgür, her an kendisini beğenecek başka birini bulabilecek kadar
alımlı birini istiyor, ama bu istediği özelliklere sahip olan insan
kendisini aldatmasın da istiyor. "Aldatabilecek biri olmak" çekici
kılıyor insanı, belki de çekiciliğin tarifi bu kadar basit,
"aldatabilecek biri" olmak.
İnsanlar "aldatabilecek olana" doğru çekiliyorlar, yaklaşıyorlar,
dokunuyorlar, sonra kendi şartlarını söylüyorlar; "Ama
aldatmayacaksın". Ve "aldatabilecek olanın" çekiciliği ile aldatılma
korkusu arasına
sıkışıyorlar. Her an bir kuşkuyu, bir korkuyu, bir tedirginliği
soluyorlar öyle biriyle olduklarında.
Biliyorlar ki, "aldatabilecek biri" aldatabilir.
"Aldatamayacak biri" güvenli ama sıkıcı
"aldatabilecek biri" çekici ama korkutucu.
Aşkın en zor kavşağı.
Hangisini seçeceksiniz, istediğinize sahip çıkacak cesareti
gösterebilecek misiniz, yoksa güvenli bir sıkıcılık mı daha cazip
gelecek size?
Kitabın erkek kahramanı da "aldatabilecek birini" aradıktan ve üstelik
onu da bulduktan sonra duruyor zaten, karısını, çocuğunu,
alışkanlıklarını bırakamıyor. Boş bir evde aşkla kendisini bekleyen
"aldatabilecek kadının" yanına gitmiyor. "Aldatabilecek bir kadın"
istiyor, o kadını buluyor ve daha önce verdiği sözden dönüp o kadını
"aldatıyor". "Aldatabilecek kadından" korkuyor erkeklerin çoğu gibi.
En çok istediği kadın, onu en çok korkutan kadın çünkü. Hayatı boyunca
düşlediği, özlediği kadına kavuştuğu anda o kadından aslında ne kadar
korktuğunu fark ediyor erkek ve "aldatamayacak olanın" sıkıcılığına
dönüyor.
Sonra da, hayatının sıkıcılığına, kendi korkaklığına bir teselli
bulabilmek için toplumsal payeler, işinde geçici başarılar elde etmeye
uğraşıyor.
"Aldatabilecek kadın" ise yapayalnız, bir sevgili bekliyor.
Erkekler "aldatabilecek bir kadını" sevip, "aldatamayacak bir kadınla"
yaşıyorlar, güven ve rahat aşka ağır basıyor. "Aldatabilecek kadın",
kendisine benzeyen bütün kadınlar gibi mutsuz oluyor kitapta.
Onu şartsız ve korkusuz sevecek birini bulana kadar da mutsuz kalacak.

Ahmet Altan

(Ahmet Altan'a(ve ailesine) sempatim olmasada ,bu konulardaki yazılarını beğendiğimi
itiraf etmek zorundayım .

21 Aralık 2010 Salı

Yaşamış ve tecrübe görmüş bir akıl,
sahibine yeni bir baht bağışlar..

Mevlana

20 Aralık 2010 Pazartesi


TÜRKÇE'DE KÜFÜR OLARAK KULLANDIĞIMIZ BİRÇOK SÖZCÜK ASLINDA ÇOK MASUM
ANLAMLAR TAŞIYOR. TÜRKÇE'YE YABANCI DİLDEN GEÇEN BAZI SÖZCÜKLER İSE
GERÇEK ANLAMLARINI ÇOKTAN YİTİRMİŞ.
İŞTE ONLARDAN ÖRNEKLER...


ANGUT: BİR ÇEŞİT KUŞ TÜRÜDÜR ANGUT KUŞU'NUN EŞİ ÖLDÜĞÜ ZAMAN (YANINA O
ANDA BAŞKA BİR YIRTICI HAYVAN VEYA BİR İNSAN GELSE DAHİ) GÖZLERİNİ BİR
DAKİKA BİLE EŞİNİN ÖLÜSÜNÜN ÜSTÜNDEN AYIRMADAN O DA ÖLENE KADAR ONUN
BAŞ UCUNDA BEKLER...


DANGALAK: GERÇEK ANLAMI 'GEREKSİZ KONUŞAN KİŞİ'DİR


DENYO: DELİBOZUK DENGESİZ GİBİ ANLAMLARININ YANI SIRA ORTAOYUNDA
MAHALLENİN APTALI DİYE KULLANILIR. BİR DİĞER ANLAMI İSE EMANETTİR


YAVŞAK: BİT YAVRUSU SİRKE DEMEKTİR


DÜRZİ: SURİYE'NİN HAVRAN BÖLGESİNDE LÜBNAN'IN BAZI BÖLGELERİNDE VE
BURALARA YAKIN BÖLGELERDE YAŞAYAN VE KENDİLERİNE ÖZGÜ MEZHEPLERİ OLAN
BİR TOPLULUK.


YOSMA: ŞEN GÜZEL KADIN


UKALA: ARAPÇADAN DİLİMİZE GEÇMİŞ AMA BU DİLDE VE PEK ÇOK OSMANLICA
METİNDE "AKILLILAR" DEMEK.


PEZEVENK: FARSÇA "PEJAVEND" KELİMESİNDEN GELDİĞİ SÖYLENİR. O DİLDEKİ
ANLAMI "KAPI TOKMAĞI" VEYA "SÜRGÜ" İMİŞ. TÜRKÇEYE DE "KAPIDA BEKLEYEN
ADAM" ANLAMIYLA GİRMİŞ. ŞİMDİ KULLANILAN ANLAMI İSE MALUM...


KAHPE: ARAPÇADAN DİLİMİZE GİRER VE ETİMOLOJİK OLARAK ÖKSÜRME KELİMESİ
İLE İLGİLİ. BU BAYANLAR YERLERİNİ GECE KARANLIĞINDA ÖKSÜREREK BELLİ
EDERLERMİŞ. TÜRKÇE'DEKİ ANLAMI AHLAKSIZ KADINDIR


GARSON: FRANSIZCADA OĞLAN GENÇ ÇOCUK DEMEK. MUHTEMELEN SERVİS YAPAN
ÇOCUKLARA ZAMANINDA FRANSIZLAR "OĞLUM" VEYA "GENÇ BİR BAKSANA"
DEDİKLERİ İÇİN TÜRKÇE'YE DE SERVİS ELEMANI MANASIYLA GEÇMİŞ


İSTERİK: "HİSTERİ" NÖBETLERİNE TUTULAN KİŞİNİN ALDIĞI SIFATTIR. DUYU
BOZUKLUKLARI TÜRLÜ RUH KARIŞIKLIKLARI ÇIRPINMA KASILMALAR VE BAZEN
İNMELERLE KENDİNİ GÖSTEREN BİR SİNİR BOZUKLUĞUDUR. OYSA TÜRKÇE'DE
"İSTEME" İLE BAĞ KURULMASI VE "BİR ŞEYİ ÇOK İSTEYEN" ANLAMINDA
KULLANILMASI ÇOK YAYGINDIR. HATTA BAZEN "İSTERİK KADIN" LAFI OLDUKÇA
AŞAĞILAYICI BİR MANTIKLA KULLANILIR.


KARYOLA: BİZDE GENELDE YATAĞIN ÜZERİNE SERİLDİĞİ GENELDE METALDEN
YAPILAN AYAKLI MOBİLYA ANLAMINA GELİYOR. OYSA GERÇEK ANLAMI "EL
ARABASI"DIR


SERBEST: GERÇEK ANLAMI "BAŞI BAĞLI"DIR (SER: BAŞ BEST: BAĞLI). ANCAK
BİZDE TAM TERSİ ANLAMINDA KULLANILIYOR.


PUŞT: FARSÇA'DA "ARKA KIÇ" ANLAMINA GELİYOR.


SIPA: ABAZACA'DA "SPAU" "ÇOCUK YAVRU" DEMEKTİR. BİZDE İSE EŞEK
YAVRUSU... ARAPÇA'DA DA BENZER BİÇİMDE "SABİ SİBYAN" "ÇOCUK"
ANLAMINDADIR.


KALTAK: ÜZERİ MEŞİN HALI VB. ŞEYLERLE KAPLANMAMIŞ OLAN EYERİN TAHTA BÖLÜMÜ



DON: ASLINDA "GİYSİ" ANLAMINA GELİYOR AMA "KÜLOT"UN ARGOSU OLARAK KULLANILIYOR
Kıymet bilmek?

Bir padişah acemi bir köle ile gemiye binmişti. Köle hiç deniz
görmemiş, geminin mihnetini tatmamıştı. Ağlamaya, inlemeye başladı.
Tir tir titriyordu. Avutmak için çok uğraştılar, ama bir türlü
sakinleşmedi. Padişahın keyfi kaçtı. Herkes aciz bir vaziyetteyken
gemide bulunan yaşlı bir adam padişahın huzuruna çıktı,

'Müsaade buyurursanız ben onu sustururum' dedi. Padişah da 'Lütfetmiş
olursunuz' dedi. Yaşlı adam emretti, köleyi denize attılar. Köle
birkaç kere suya battı çıktı. Sonra saçından yakaladılar, gemiden
tarafa çektiler. Köle gemiye yaklaşınca iki eliyle dümene asıldı,
oradan gemiye çıktı, bir köşede uslu uslu oturmaya başladı. Yaşlı
adamın yaptığı iş padişahı hayrete düşürdü, 'Bu işteki hikmet nedir'
diye sordu.

Yaşlı adam cevap verdi: ''Köle evvelce suya batmayı tatmamıştı.
Gemideki selâmetin kıymetini bilmiyordu. İşte huzur ve saadet de
böyledir, bir felâkete duçar olmayan kimse, huzurun kıymetini
bilemez."

18 Aralık 2010 Cumartesi

Efsane gaflar

“Mozart dinlemiyorum ama Türkiye’ye gelirse konserine mutlaka giderim.” EMRAH

“Şimdi de Pink Floyd ve arkadaşları söylüyor: The Wall…” TRT3 SPİKERİ

“Salak olabilirim ama aptal asla!” ASENA

“Alpay arka ayağını burktu!”
TÜRKİYE-BREZİLYA MAÇINDAN

“İstanbul’un altını üstünü metro yapacağız!”
ALİ MÜFİT GÜRTUNA

“İstanbul’un 5′te yarısını gezdim.” CÜNEYT ARKIN

“Erken seçim olmasaydı 2084′e kadar iktidarda kalacaktık!” BÜLENT ECEVİT

“Ben meme kanserine şahsen karşıyım!” SİNEM GÜVEN

“Eminem dünyaca ünlü bir grup biliyorsunuz değil mi arkadaşlar?” BEYAZ

“23.Yüzyılı yaşadığımız bu günlerde başıma gelen bu dram…” Q KIZI REYHAN

“Fransızlar amma kültürlü! Ufacık çocukları bile Fransızca
konuşuyor.”İZZET YILDIZHAN

“Bazı futbolcuların hepsi sigara içiyor.” FENERBAHÇELİ OĞUZ ÇETİN

“Savaşı istemiyorum. Beni çok etkiledi. Makyaj masrafım var, elbise
masrafım var.” PETEK DÖNÇÖZ

Gazeteci Sorusu: “Somali’nin başkenti neresidir?” NEFİSE KARATAY: “Bu
konuda yorum yapmak istemiyorum.”

“Madonna gibiyim… Dünyaca ünlü bir tenor olmak istiyorum.” ÖZCAN DENİZ

Gazeteci Sorusu: “Türkan Hanım, gözlerinizi bağışlamayı düşünür müsünüz?”
TÜRKAN ŞORAY yanıtı: “Bugün mü?

“Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. İlk iki seti kaybetti. Şimdi kaybedecek
daha çok hiç birşeyi yok!” Wimbledon Erkekler Final Maçını anlatan TRT
SPİKERİ

“Suriye’nin PKK’yi Türk turizmine engel olmak için bombaladığını biliyoruz.”
GÜLGÜN FEYMAN, Flash Haber

“Bu çocuk üçünüzden!” ERMAN TOROĞLU ‘Karar Anı’ adlı programda,
karı-koca ve sevgiliye söylüyor.

“Atatürk ne demiş? Yurtta sulh barışta sulh.”
NİHAT DOĞAN

“Ses, bedende en geç yaşlanan organdır.”
NüKHET DURU

“İsmini vermek istemeyen bir izleyici Filiz Ovar İngiltere’den ariyor…” A TAKIMI

“I love you sizi…” SİBEL TURNAGÖL

Zamanın MİLLİ SAVUNMA BAKANI Mehmet Gölhan’a yöneltilen soru:
“Efendim, şehit anaları da asker anaları da ağlıyor, terör konusunda
ne yapacaksınız?”
MEHMET GÖLHAN: “Benim oğlum da Amerika’da, benim karım da ağlıyor.
Sabretsinler!”

REHA MUHTAR, cinnet geçirip karısını öldüren adama: “Efenim, başınız sağ olsun!”

“Bütün o elektronik şeyler aslında biraz mekanik kaçıyor.” GÜLBEN
ERGEN, sms, e-card gibi yöntemlerden hoşlanmadığını belirtmek
isterken…

“Ben, aşkı iki kişinin yaşamasından yanayım.”
VATAN ŞAŞMAZ

“Tangoya başlarken kadınlar sağ ön, erkekler sol arka ayaklarıyla
başlar.” İPEK TUZCUĞLU

“Tuğba Özay’ı alkışlayan gruba bakıyorum. Büyük bir çoğunluğunu kadın
ve erkekler oluşturuyor.” ECE ERKEN, Passaparola’da.

“Seyretmedim, görmedim ama gördügüm kadarıyla söylüyorum gol değildi.”
FATİH TERİM, Adanaspor-Galatasaray maçı sonrasındaki toplantıda.

“Yıllardır olmamıştı, uzun zamandan beri ilk defa tek partili
koalisyon oluyor.” Boğaziçi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
mezunlarından NİL KARAİBRAHİMGİL

“Bu tür şeyler gerçek hayatta da, normal hayatta da yanına yaklaşmam
artı sevmem…” TUĞBA ÖZAY

“Biri beni çağırtıp dört saat bekletse, yarım saat sonra giderdim!” ALİ ŞEN

“Her sene bir sene daha geçiyor…” TARKAN

“Bu akşam oynanacak olan Beşiktaş-Galatasaray derbisinin sonucu henüz
belli değil.” ZEYNEP KASIMLIOĞLU

METİN UCA: “Bir örümcek tarafindan ısırılıp üstün güçleri olan bir
kahramana dönüşen çizgi film kahramanı… Ö biir, Ö ikii, Ö üüç?”

YARIŞMACI: “Örry Potter!”

17 Aralık 2010 Cuma

istanbul


Fotograf Istanbul'un en yüksek binası Sapphire'den 236 m'den c.tesi
sabah çekilmiş..
En öndeki bina Tekfen Tower..
Sonra Kanyon,
Metrocity,
Tat Towers ve
Camlica tepesi...

15 Aralık 2010 Çarşamba


Gönül istemeden ağza gelen latif sözler,
külhandaki yeşilliğe benzer dostlar.
Uzaktan bak ! geç git.
Yavrum onlar yemeye ,koklamaya değmez.
Vefasızlara gitme ,
onlar yıkık köprüdür.
Bilgisiz birisi oraya ayak basarsa ,bir bakar köprü yıkılmış.
Ayağı kırılmış !

12 Aralık 2010 Pazar

Çoğu bayanın kilo takıntısı vardır malumunuz.
Hayatım boyunca pek şişman olmadım ,yok yanlış oldu hiç şişman olmadım.
34 yaşıma kadar 52 ile 55 arası gidip geldim.
Hep 50.yi görmek isterdim ama hiç olamazdım.
Neyse uzatmayayım .34 yaşımın son dönemlerine orta çapta bir sarsıntı
yaşadım (moda
deyimle depresyon )
İşte ne olduğunu anlamadan 45 kiloya düşmüştüm ve hala kendimi kilolu
görüyordum.
Anoreksia 'nın kıyılarında dolaşmaya başlamışım farkında olmadan.
Bu ruh hali geçtikçe sanırım bedenimin tepkiside normale döndü.
Kilomu 50 ye sabitledim.
Nerden aklıma geldi bunu yazmak ,bugün fotoğrafları karıştırırken son 2
yılın fotolarına ve evveline
baktım.........Ve çok zayıf olmanın hiçde iyi gözükmediğine karar verdim.
Bayanlara tavsiyem öyle 3 beş kiloyu kafanıza takmayın ,zayıflık pek de
sağlıklı olmuyor.
Beylerin affına sığınarak :)

Kadın, dört yaşındaki kızını yürüyüşe çıkarmıştı.
Küçük kız yerden bir şey aldı ...ve ağzına götürdü.
Anne zamanında davrandı,onu elinden aldı ve bunu bir daha yapmamasını
söyledi.
"Niye?" diye sordu küçük kız. Anne açıkladı:
"Çünkü o yerdeydi. Nereden geldiğini bilmiyorsun.
Kirli ve muhtemelen mikroplu da..."
Küçük kız hayranlıkla annesine baktı. "Bu kadar çok
şeyi nasıl biliyorsunanne? Çok akıllısın."
Anne bunu da kızına bir ders fırsatı bildi ve devam etti:
"Bütün anneler bunları bilir.
Bunlar anneliksınavında vardır.
Bilemezsen anne olmana izin vermezler."
Birkaç dakika öyle sessizce yürüdüler.
Belli ki küçük kız annesinin
söylediklerini düşünüyordu.
"Anladııım!" diye gülümsedi birden,
"sınavı geçemezsen baba olursun."
Anne bu ilginç yoruma şaşkın ama mutlu,
"kesinlikle" dedi, genişçe bir gülümsemeyle...

9 Aralık 2010 Perşembe

Garip birşey bu yaşam.
Bir zamanlar isminin altını çizdiklerimizin,gün gelir üstünü çiziveririz.
Bu da bize yaşamın ne kadar akıcı , ne kadar değişken ve dizginlenemez
olduğunu öğretiyor sanırım .

6 Aralık 2010 Pazartesi

Mevlana hikayelerinden birinde ,canı yanan insanı söyle tasvir eder;
Canı yanan insan ,ayağına diken batmış eşşeğe benzer.
Canı yandıkça ha babam çifte atar durur,hem kendine hem yanındakine zarar verir.
Bilmez ki o diken debelendikçe daha da acıtır.
O Dikeni çıkarmak için ,akıl denen dosta gitmek gerekir.

Her zamanki gibi yine güzel bir benzetmedir bu.

Bence birde bunun tersi vardır.
Diken batmış olan kişi,bunu kimseye çaktırmamak için
o diken yokmuş gibi davranır.
Yürümeye çalışır ,yürüdükçe canı yanar .
Ama serde erkeklik var ya çaktırmaz,neticede kuyruğu dik
tutmak lazım.
Bu kuyruğu dik tutmaya o kadar çok kaptırır ki kendini o dikeni
çıkarmayı akıl edemez.
Ha babam canı yana yana yürümeye devam eder .
Aptal eşek gibi
Nereden mi biliyorum ?
Tabi ki tecrübeye dahil, zamanla insan kendini daha bir keşfediyor :=)

1 Aralık 2010 Çarşamba

En marjinal teyze !



Helal olsun teyzeye valla ,özgüvenini ve stilini samimi olarak takdir ediyorum.