24 Ocak 2011 Pazartesi





Yaşamak yürek ister;

belki de bu yüzden dünyaya gelenlerin çok azı
yaşar. Çoğunluğu yalnızca yaşadığı günü kurtarır, var olmakla yetinir
ve kendi varlığı altında ezildikçe ezilir. Değiştiremeyeceği
gerçekleri olduğu gibi kabul etmek ve bu değişmezlikten kendine yeni
bir yaşam sevinci yaratmak da yürek ister; değiştirebileceğini
değiştirmeye çalışmak da. Sanıldığı gibi insanı korkutan; dünya,
zorluklar, yaşam koşulları ya da başkaları değildir. İnsan en çok
kendisinden korkar; kendi duygularından, kendi güçsüzlüklerinden,
kendi zaaflarından, kendi acılarından, kendi coşkularından ürker.
Yaşama her dokunuşunda, duygularının alevlenip kendisini yakacağından
çekinir. Onun için kaçar yaşamdan, aşktan kaçar, öfkeden, hareketten,
sevinçten, kendisinden kaçar.





Korku yüzünden yaşanamamış bir yaşamı ellerinde taşımaktan yorularak,
kendisine uydurduğu bin bir türlü mazeretle yaşama arkasını dönmeye,
gizlenmeye uğraşıp, gizliden gizliye yok olmaya çabalar. Korku kendine
acımayı getirir; kendini zavallılaştırmaya baslar yaşamdan korktukça.
Yaşamla yüz yüze gelmektense ağır ağır erimeyi tercih eder. Korktukça
azalır gücü; korkuyla yaralanan bedeni artık en küçük bir dokunuşta
acıyla inler. Her acıda korkusu biraz daha artar ve girdap gibi çeker
içine güçsüzlük onu. Kendi korkusuna kalkıp kader der sonra, korkuyu
değiştirilmez bir gerçek, alnına yazılmış bir yazgı olarak görür. Yeni
bir aşkın düşüncesi bile titretir onu. Kalabalıktan korktuğu kadar
yalnızlıktan da korkar. Hayatın hiçbir haline dayanamaz durumlara
gelir. Sırtında yaşayamadığı hayatı, önünde yaşanacak günleriyle,
kendi geçmişiyle geleceği arasında sıkışır kalır artık.




Kendi duygularıyla kuşatılır; döndüğü her yanda bir düşman gibi kendi
duyguları çıkar karşısına. Şu yana dönse orada bir mutluluk vardır ama
o mutluluğu değil mutluluğun arkasında gölgesi sezilen acıyı görür. Bu
yana döndüğünde bir isyanın şevki vardır ama o isyanın çekiciliğini
değil o isyan için ödenecek bedelin ağırlığının fark eder. Beri
yanında bir aşk bekler onu ama o aşkın arkasından gelebilecek terk
edilme ihtimaline diker gözlerini. Her kıpırtıyla örselenebileceğinden
çekindiği için kıpırdayamaz bile yerinden; yaşama yaklaşabilmek için
bir tek adım bile atmaya yetmez cesareti.




Ona sevinci gösterseniz; "ya sonra" diye sorar! Aşkı gösterseniz, gene
ayni sorudur onun aklini kurcalayan; "ya sonra"! Öfke, coşku, dostluk,
sevişme, başkaldırı, direnme hep aynı soruyu sürükler peşinden; "ya
sonra". Bilinmeyen bir "ya sonra" için bilinenlerin hepsini ıskalamayı
kabullenir. Ama ne garip, duygularından, yaşanacakların sonrasından
korkanlar, acıdan sakınanlar çeker en büyük acıyı. Yaşanmamış bütün
duyguları zehirli sarmaşıklar gibi boy atıp ruhlarına dolanır.
"Sonrası umurumda bile değil" deyip yaşamla kucak kucağa gelenlerden
çok daha fazla yarayı yaşayamadıkları için alırlar. Yakınıp dururlar;
çektikleri acılardan söz ederler. Acıyı da çekerler gerçekten ama
acıdan korktukları için bunca acıyı çektiklerini görmezler bir türlü.
Yaşamanın cesaret istediğini fark edemezler. Onun için çok az insan
yaşar; çoğunluk yalnızca gününü kurtarır. Yaşanmamış günlerin altında
inleyen çaresiz bir köle gibi yitik bir hayatı taşır güçsüz
omuzlarında.
Kendi gerçeklerimiz, kendi duygularımızdır bizi böylesine ürküten;
çatal diliyle tıslayan bir yılan görmüş tavşan gibi kendi kendimizi
hareketsiz bırakan. Ve ne kadar çok korkarsanız, korkunuz o kadar
artar. Ne kadar yaşarsanız, cesaretiniz o ölçüde bilenir.
Yaşayamıyorsanız eğer, bu başkalarından dolayı değildir. Sizi
güçsüzleştiren, sizi çaresizleştiren, sizi isyanlardan alıkoyan,
değiştiremeyeceklerinizi kabul etmenize engel olan,
değiştirebileceklerinizin üstüne gitmenize izin vermeyen, sizi
yaşatmayan, sizin kendi korkularınızdır.
YAŞAMAK YÜREK iSTER ÇÜNKÜ...






OSCAR WILDE'dan

Hiç yorum yok: