30 Temmuz 2010 Cuma

Güzel söz

Görmedin mi Allah nasıl bir örnekleme yaptı:
Güzel söz ,kökü yerde ,dalları gökte olan bir ağaca benzer.

O ağaç Rabbinin izniyle yemişlerini her zaman verir.
Allah insanlara böyle örnekler verir ki ,düşünüp ibret
alabilsinler.

İbrahim
24.25.

Lokman hekim'den

Ya iyilik, güzellik fidanlığı; ya kötülük, bozgunculuk bataklığı.
İnsan nasıl işletirse dil madenini, öyle süsler, donatır ömür ağacını.
Ve nasıl besleyip donatırsa öyle ürünlerle donatır kalp toprağını.
Dil ve kalp, ya kötülükler yuvası, kumkuması, ya iyilikler-güzellikler ovası.


Hani, Lokman Hekim, bir çırağıyla ava çıkmıştı, uzun yoldan evine
döneceği sırada bir kabile reisi bu meşhur hekimi misafir etmek
istedi.
Lokman Hekim, nasıl beden dilinden anlıyorsa öyle de gönül ve ruh
dilinden anlıyordu. Kırmadı kabile reisini. O gece misafir kaldılar.
En semiz koyunlardan biri kesildi. Yemek için harekete geçildi.O
sırada Lokman Hekim, çırağını imtihan etmek istedi:

- Getir bakayım bana koyunun en temiz iki organını.

Çırak gitti koyunun kalbini ve dilini getirdi.

Lokman:

"Aferin!" dedi, tam isabet. Bir canlının en temiz iki organı kalbi ve dilidir."

Yediler, içtiler, şükrettiler.

Sabah olduğunda da her misafirin yaptığı gibi, yola revan oldular.
Ne var ki yol kısa değil, Lokman aslında ava çıkmış gibi görünüyor;
ama bu av sıradan bir yiyecek bulma avı değil. Hekimlik yolunda yeni
bitkiler, ilaçlar bulma yolculuğu...



Akşama yakın bir saatte bir başka kabile reisi de Lokman Hekim'e
misafir olması için ısrar etti. İmkân varsa, davete icabet etmeli.
Lokman Hekim de öyle yaptı. Yine akşam ve daha semiz bir koyun
kesildi. Bu seferki imtihan daha zorluydu.


Lokman, çırağına: "Haydi şimdi de koyunun en pis iki organını getir bana." dedi.
Çırak gitti, bir süre sonra yine kalp ve dille dönüp geldi.
Uzattı kalp ve dili Lokman Hekim'e.

"İşte efendim, dedi, bir canlının en pis iki organı."


Lokman: "Aferin dedi, sen sadece görünen, duyulan bilgilerle değil;
aynı zamanda marifetle de donatmışsın kendini.


Gerçekten de kalp ve dil, bir canlının hem en temiz, hem de en pis
organlarıdır. Dil ve kalp dedikodu, fitne kaynağı haline gelmişse hem
sahibini yer bitirir, hem de çevresinde tahribatlara yol açar.
Kısacası, şer için işlese, kötülükler, tahribatlar kaynağı olur. Ama
aynı organlar hayır için işlese, güzellikler, iyilikler merkezi olur.

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Zirvelerde kartallar da bulunur, yılanlar da. Ancak birisi oraya
süzülerek, diğeri ise sürünerek gelmiştir. Önemli olan nereye gelmiş
olduğunuzdan çok, nereden ve nasıl geldiğinizdir.

Cenap Şahabettin

27 Temmuz 2010 Salı

Mevlana'dan

insanın hayatı seyr ü sefer,önümüzde yedi basamak
bilenler güzergahtaki her mertebeye bir isim vermiş.
Nefsimiz bu basamaklardan tek tek çıkmadan, ve kendini ayrı bir varlık
olarak vazgeçmeden bu yolculuğu tamamlayamaz ,hak ile bütünleşemez.
insan yalanda,ziyanda,zandadır.
bu yedi basamağı çıkmadıça hakikate ulaşamaz.

1. mertebe nefs i emmare
Yoz ,ham ,daima başkalarını suçlayan nefs merhalesi,
ne yazıkkı bir çok insan bu mertebenin ilerisine geçemez,orada takılır kalır.
Dünyevi işlerden başkasını düşünmeyen paraya,iktidara, makama,tamah eden semiz
ve siskin ben zannıyla yaşayan insan bu makamdadaır.
Nefs kendinde kusur bulmaz,başkalarını suçlar,eleştirir,iftira eder,yargılar
dedikodu yapar.
Bilirsin onları ,çünkü madem insanız beşer sasarız burdan geçmeyen pek yoktur.
önemli olan o çukurdan çıkabilmektir.
O kişiki ne zaman nefsinin arızalarını,takıntılarını,hatalarını ayırt eder,
ve düzeltmeye yeltenir,o zaman içsel bir yolculuğa çıkar.

2 mertebe nefs i levvame
Burada durum tam tesidir,yani kişi kendine döner .
Kendi ayıplarını ,kendi kusurlarını ayıplar herseyde kendini didik didik inceler.
Alem güzel , ben çirkin asamasıdır bu.

3. mertebe nefs i mülhime
Burada insan biraz daha pişer.
İlham alan olduğundan ,kişi dünyada gördüğü herseyden etkilenir.
Teslimiyet denen duygunun nasıl bir özgürlük olduğunu kesfeder.nasibiyse ilim
sehrine adım atar.
Zaman kabz yani sıkılma ve daralma yaratsada,ekseriya bast yani ,genişleme ve
ferahlamada getirdiğnden güze hoş görünür.
Fakat cazibesi tehlikelidir,bu noktaya gelenlerin çogu burdan çıkmak istemez.
Zannederki yolun sonuna gelindi,halbuki esas yol bundan sonradır çok uzun
ve çetindir sonrası .
Bu makam ahenkli ve renkli olduğundan çok kişi burdan çıkacak basireti
ve cesareti gösteremez.o yüzden bu makam yüceliği arayanlar için tehlikelidir
bir nevi tuzaktır.

4. mertebe nefs i mutmaine
Burada artık nefs eskisi gibi degildir,kişi artık üstün bir şuura sahiptir.
Bu yüzden ona tatmin olmuş nefs denir.
Gözü doymuş,gönlü genişlemiştir.para,pul,makam,san ,ün makam derdindedegildir.
Başkalarıyla iyi geçinir,yanlız seccade üzerinde namaz kılarken degil,
her daim huzurdadır.
Kalp kırmaz,kimsenin kusuruna bakmaz hatta başkalarının kusurlarını örter.
Malı,mülkü canını Allaha teslim eder.

5.tevhid i şehri
Buraya ulaşabilen kişi çok azdır,bu kişiler Allah kendilerini ne hale sokarsa
soksun ,daima mesut munis ve müteşekkirdirler,dünyevi meselelere aldanmazlar.

6. mertebe nefs i mertebe
Bu safhada kişi ,allah kendisinden razı olduğu için ,razı olunmus nefs denir.
Buradaki kişi başkalarına adeta deniz feneri olur.
Işıgını kime isterse ona tutar,sönmeyen bir kandıl gibi aydınlatır.
Hiç bir konuda aşırılık sergilemez.
Ayrıdüşenleri birleştirir,ayrı düşünenleri buluşturur ortamları yumuşatır.
En hırçın iklimlerde esen ılık bir yel gibidir.

7 .mertebe nefsi kamile
Burada benlik zannı tuzla buz olur,bu makamı bilen ,bilsede konuşan olmadığından
oradan bakıldıgında alemin nasıl gözüktüğüne dairhiç bir malumatımız yoktur.


Hak yolunda makamları sıralamak kolay ,lakin uygulamak zordur.
Her güzergahın kendine has mertebeleri ve zorlukları vardır.
Dümdüz ilerlemek mümkün degildir,yolları dolambaçlı ve engebelidir.
Üstelik o makama çıkan kişinin orada kalacagının garantisi yoktur.
Hatta oldum ,piştim diye düşünürken asagıya yuvarlanan çoktur.
Hal böyle olunca insanların çok azı hatta asırda bir kişi o makama ulasabilir.


sırf ilahi aşk uğruna imtihanlardan geçtim,
yücelerden aşagıya yuvarlandım.
Halden hale sıçradım,müritlerimin gözünde dahi saibeli bir insana adeta
bir meczuba dönüştüm.
Yanlızlığı,çaresizligi,yanlış anlaşılmayı,dışlanmayı,horlanamyı ve en nihayetinde
aşk acısını tattım.
Dünyanın lütfetmesi ve yaltaklanması hoş bir lokmadır az ye.
çünkü ateşten lokmadır...
Methedilmek tatlıdır ,kınanmak acı olduğundan derhal kötü görünür.
Halbuki kınanmaktan bir ululuk geir.
Kader denilen kart destesiyeniden yazılır ,karılır.
Başarıya alışkın insanlar zanederler ki daima muzaffer kalacak
Magluplar sanırki ömür boyu belini dogrultamayacak.
Halbuki ikiside yanılır.
Şu fani dünyada herşey yön degiştirir,
Hüzünde ,neşede,zaferde,yenilgide kalıcı sanmayın.
Allahın görünmez sureti dışında hersey degişime tabidir.

25 Temmuz 2010 Pazar

Erdem

İnanmaz bazıları,
bir insanın erdemli ,hesapsız,kitapsız olabileceğine.........
İnanmaz çünkü;
Kendisi değildir ve erdemli insanlar olabileceğine inanırsa,
kendinden nefret edecektir.
O yüzden erdemi kabul edemezler, tabi ki öyle olan insanlarıda.
Kendisinin sefil,kösnül ,rezil hayatlarını iyi görebilmeleri için
bu bakış açısına ihtiyaçları vardır..
Şayet insanın krakteri yoksa, ille bir yöntem bulması gerekir.
Ama o kişiler ne kadar gözlerini kapatsada,
varolan, onlar görmüyor diye yok olmayıp, varolmaya devam edecektir.
O kişiler ise erdemle karşılastıklarında ;
ya inkar edecek,
ya gözlerini kapatacak,
yahutta onu yokedebilmek için sinsice oyunlar çevireceklerdir.
İşte bu haraketler ,o kişilerin karaktersizliklerinin imzasıdır.....

Müthiş kadro !!!!!!!!!!!!

Çiftçi

bir zamanlar kötü geçen bir hasattan şikayet eden bir çiftçi vardı:
"Allah hava durumunu kontrol etmeme izin verse her şey daha iyi
olurdu."
Allah ona dedi ki: "Bir yıl boyunca havanın kontrolünü sana
bırakacağım. Ne istersen hemen yerine gelecek.

Zavallı adam çok mutlu oldu ve hemen dedi ki "şimdi güneş istiyorum"
ve güneş çıktı. Sonra dedi ki "şimdi yağmur yağsın" ve yağdı. Bir sene
boyunca önce güneş açtı ve sonra yağmur yağdı. Mahsül hiç bu kadar
bol, hiç bu kadar yemyeşil olmamıştı.

Sıra hasata geldi. Çiftçi buğdayı biçmeye koyuldu ama yüreğine indi.
Başakların içi bomboştu. Allah sordu: "Nasıl mahsülün?"

Adam şikayet etti: "Kötü efendim, çok kötü".

"Peki sen havayı kontrol etmedin mi? İstediğin her şey olmadı mı ?"
"Evet! Ben de işte bundan dolayı şaşkına döndüm. İstediğim güneşi ve
yağmuru elde ettim ama hiç mahsül yok."

"Peki hiç rüzgar, fırtına, kar ve buz istemedin mi? Bunlar havayı
temizleyip kökleri güçlü hale getiriyor. Mahsülün de içi doluyor. Hep
iyi havayla olur mu hiç? Elinde bu yüzden mahsül yok"

23 Temmuz 2010 Cuma

İnsana bir zorluk dokunduğu zaman;
yan yatarken,otururken ,ayaktayken bize yalvarır.
Ama sıkıntısını çözdüğümüzde,
kendisine dokunan zorluk yüzünden bize hiç
yalvarmamış gibi çeker gider.

Yunus 12.

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Sen ağlama

Başbakan Erdoğan
mecliste refarandum ikna konuşmasında ,12 eylül kurbanlarından birinin
mektubunu okurken ağladı.
Eşi Emine Erdoğan ise , yakın geçmişte bosnada katliam gösterilierini izlerken ağlayıp sulu
sovunu yapmıştı hatırlarsanız.
İnsan gerçekten dehşete düşüyor,siyaset uğruna bu kadar alçalmayı gördükçe !
Neden inanmıyorum :
Ülkedeki duruma bir bakıyorum,
Ergenekon adı altında içeri alınan insanların çoğunun suçu bile belli değil (muhakkak içlerinde
hakedenler var )lakin bir çoğu sadece Akp iktidarının karşısında olduğu için içeride.
Deniz feneri olayında milyonlarca vatandaşımızın parası gasp ediliyor,başbakan
bunları savunmaya geçiyor.
Bir Başbakan 'ki birtakım sehit cenazelerine yuhalanmak korkusuyla gitmiyor (gidipte
yuhalndıysa sehit babası dinlemiyor içeri tıktırıyor.
Yeri geldiğinde papaz cüppesi giyebildiği gibi,yeri geldiğinde hizbullah liderinin ayakları
dibinde poz verebiliyor.
Askerimizin başına çuval geçirildiği için ABD ye nota verilmeli diyenlere:
ne notası müzik notasımı bu karşımızda ki ABD derken,
aynı başbakan Filistin olayında sadece siyasi çıkarı uğruna İsrail'e kafa tutup (çakma
kahramanlığa soyunuyor.)
Siyasette adap diyen başbakan,eleştiler kendine yöneldiğinde bu güne kadar duymaya
alışık olmadığımız bir nevi Hülya Gülben polemikleri seviyesinde küfürler ,hakaretler
ediveriyor.
Kendisini kedi şeklinde çizen bir mizahçıya dava açacak kadar kompleksli eleştiriye
tahammülsüz,bugün savunduğunu reddeden,yeri geldiğinde din iman diyerek oy peşinde
koşan (oysa dini biraz araştıran hiç bir inanan bunlara oy vermemesi gerektiğini bilir ya
o da toplumumuzun cehaletinin ayrı bir yazı konusudur )
Yakın çevresini kayırıp kollamakta tereddüt etmeyen misal


şimdi size geçmişten unutulmuş bir vakayı yazıyorum.
YIL: 1998
ay: mayıs
yer: Sişli Abide i Hürriyet
R.T.E dönemin belediye baskanıdır.
R.T. erdoganın oglu Ahmet Burak erdoğan (gemicikleri olan hani)
Annesinin opel marka otomobiliyle ehliyetsiz olarak gezintiye çıkar.
Peşine takılan polis otosunu görünce kaçarken radyo sanatcısı Sevim Tanürek e
çarpar.(Kendisi kaldırımdadır kaza anında)
kadın komaya girer,
6 Gün sonrada ölür.
Hemen belediyenin adamları kaza yerini yıkayıp temizlerler.
ve A.Burak Erdogan a da 3 ay önce verilmiş gibi ehliyet düzenlenir.
mahkemede buna itiraz eden sanatcının eşine..
R.T.E kükrer!
Sen koskaca belediye başkanınını sahtekarlıklamı suçluyorsun?
Ve bütün görgü tanıkları tehdit edilir.
Şonuç 3 ay hapis o da 540 bin lira cezaya çevrilir..
Oglanda Amerikaya postalanır .olay kapanır..
Ve a Burak Erdogana a kusursuz raporunu saglayan Eyüp Çakmak
Türkiye Denizcilik İsletmelerine müdür yardımcısı yapılarak ödüllendirilir.

Bunun gibi bir sürü nedenden dolayıdır ki başbakana inanmıyorum,güvenmiyorum.
12 eylül refarandumu içinse ,
biliyorsunuz konu siyaset dışındanda olsa insanlara benimsetimek istenen bir durum
oluştuğunda bilirkişiler oturur hesap kitap yaparlar.
İnsanları bu çizgiye nasıl sokarız diye,ikna edici olmaları lazımdır.
O yüzden çeşnilerine muhakkak doğru düzgün şeyler karıştırılar,ve kendi
istedikleri fikirleri aralara serpiştirirler.
Ve insanlar gerçekten bir bakarlar aaaaaaaaaa doğru ve hemen benimseyiverirler ör:
(feng sui .secret,budizm,astroloji vs.vs) bunların pazarlandığı sistemlere girin çoğu akılcı ve ikna edicidir.
Halbuki bunlar bambaşka bir düzene hizmet ederler.
Erdogan'ın da yaptığı sadece bu ,içeriği kendi menfeatlerine yönelik bir anayasa paketi ve
araya insanlara yutturulmak üzere arada soslandırımış bir paket !
Ağlamasınıda inandırıcı bulmuyorum timsah gözyaşı (bilmeyenlere timsahlar avını yerken
ağlarlar,ama bu ağlama sadece sarfettikleri enerji dolaysıyladır.)
Yani kısaca ben böyle düşünüyorum .

20 Temmuz 2010 Salı

Baba ve oğul

Bir haftanın yorgunluğundan sonra genç baba, Pazar sabahı kalkmış
eline gazetesini almış ve akşama kadar oturup dinlenecek olmanın
keyfini çıkartmaya başlamış.
Ama baba bunları düşünürken ;
Küçük oğlu yanına gelerek kendisini parka götürmek için geçen hafta
söz verdiğini hatırlatmış.!
Canı hiç dışarıya çıkmak istemediği için bir bahane bulup evde
oturayım, dinleneyim diye düşünmüş .

Birden gazetenin promosyon olarak verdiği dünya haritası gözüne ilişmiş.
Haritayı hemen parçalara ayırmış ve oğluna uzatmış ;
"Bu haritayı birleştirebilirsen hemen gidelim parka" demiş.
Ardından da içinden derin bir oh çekmiş ;
"Dünyanın coğrafya profesörlerinden birini getirsen yine de
toplayamaz, bunu iyi akıl ettim" diyerek sevinmiş.!

Aradan 10 dakika geçmeden, küçük çocuk koşarak babasının yanına gelmiş.
Baba haritayi düzelttim.!
Artık parka gidebiliriz demiş .
Adam önce inanmamış ve görmek istemiş.
Görünce de şaşırarak nasıl yaptığını sormuş.!
Çocuk demiş ki ;
Bana verdiğin haritanın arkasında insan resmi vardı........

"İNSANI DÜZELTİNCE, DÜNYA KENDİLİĞİNDEN DÜZELDİ !..."
Kapı Açılır Sen Yeterki Vurmayı Bil!... Ne Zaman? Bilmem!... Yeterki O
Kapıda Durmayı Bil. . . !

Mevlana

Fotoğraf


Avrupa'da düzenlenen ''Güneydoğu Avrupa: Halk ve Kültür-Southeast
Europe: People and Culture'' adlı fotoğraf yarışmasına Türkiye
damgasını vurdu. Yarışmada birincilik ve üçüncülükleri Türk
fotoğrafçılar alırken, ikinci olan fotoğraf da İstanbul'da çekildi.
Yarışmada, birinciliği Tuna Akçay'ın Mersin'de çektiği ve iki erkek
çocuğunun bir ekmek fırınındaki fotoğrafı aldı. Bir grup bilim
adamının Mersin'de araştırmaları sırasında, ekibi yakından izleyen iki
kardeşin babalarının fırınında fotoğrafçının ''Söyle bakalım,
kardeşini ne kadar seviyorsun?'' sorusu üzerine birinin diğerini
sarılıp sevgiyle öpmesini yansıtan fotoğraf, yarışmada birinci oldu.

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Fallara fazla takılmayın ! yada takılın siz bilirsiniz :)

Akıl padişahı kafesi kırdı mı,
kuşların her biri bir yöne uçar.

Mevlana
Güne başlarken anahtarını kaybettiğini farkedip,evde
dört dönerek aramak.
Uzun süre sonra sevgili anahtarlarını,çamaşır makinesinin
içinde tıkılı bulmak.(başka bakmadığım yer kalmamıştı :)
Gün içinde telefon açtığın birinin sürekli meşgul
çalması ......
Daha sonra aradığın kişiyi degilde ,kendi numaranı
çevirmiş olduğunu farketmek !
(birde bu kadar konuşulurmu yahu diye içinden saydırmak)
Gün sonunda eve dönmenin sevinci.
Fakat akşamında dokuzunda yaptığın telefon konuşmasında
cumartesi diye bildiğin arkadaşının düğünün şu anda olduğunu
öğrenmek !
10 dakika gibi rekor bir zamanda hazırlanıp,
kilyos'a doğru yola koyulmak.
Ve nihayetinde evinde olmak !
İstanbul'un sıcağını sevmiyorum,zannedersem bende beyin
sulanması yapıyor. ya da belki erken bunama geçiriyorumdur :(

15 Temmuz 2010 Perşembe

Yolumuzdaki engeller !



Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun uzerine kocaman bir kaya
koydurmus, kendisi de pencereye oturmustu.
Bakalim neler olacak diye
gozluyor...
Ulkenin en zengin tuccarlari, en guclu kervancilari, saray gorevlileri
birer birer geldiler, sabahtan oglene kadar hepsi kayanin etrafindan
dolasip saraya girdiler.
Pek cogu krali yuksek sesle elestirdi.
Halkindan bu kadar vergi aliyor, ama yollari temiz tutamiyordu.
Sonunda bir koylu cikageldi.
Saraya meyve ve sebze getiriyordu.
Sirtindaki kufeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarildi ve ikina
sikina itmeye basladi.
Kan ter icinde kaldi ama, sonunda, kayayi da
yolun kenarina cekti. Tam kufesini yeniden sirtina almak uzereydi ki,
kayanin eski yerinde bir kesenin durdugunu gordu.
Acti... Kese altin doluydu.
Bir de kralin notu vardi icinde...
'Bu altinlar kayayi yoldan ceken kisiye aittir.' diyordu kral.
Koylu, bugun dahi pek cogumuzun farkinda ol madigi bir ders almisti.
O dağa bir kuş kondu, sonra da uçup gitti.
Bak da gör, o dağda ne bir fazlalık var ne bir eksilme.
Mevlana

Yaşlandıkça zenginleşmek :)

SAÇLARINIZDA GUMUŞ,
DİŞLERİNİZDE ALTIN,
BOBREKLERINIZDE TAŞ,
KANINIZDA ŞEKER,
AYAKLARINIZDA KURŞUN,
DAMARLARINIZDA DEMIR
birikiyor.
Sonu gelmez bir "TABII GAZ" stoku da cabası.

Romantizm severlere


BENİM OLSAYDIN
Benim olsaydın,ah bu mümkün olsaydı...Seni
uzak,uzak bu insanlardan pek uzak
bir yere götürürdüm;öyle bir yere götürürdüm ki orada
yalnız tabiatla kalırdık.

Denizle,sema ile,sahra ile kalırdık..
Sade ikimiz
kalırdık...

Orada,yalnız ormanda yapraklarla inleyen medhur
rüzgarın,uzakta dalgalarla
döğünen medhuş denizin, gökte şimşekleriyle gürleyen
haşin yıldırımın sesiyle
kalırdık...sade ikimiz kalırdık...
Sade ikimiz,unutmuş,unutulmuş,her türlü kayıddan
azade iki mevcud gibi
yaşardık,ilk insanlar gibi yaşardık,benim olsaydın
felaketlerine ,meraretlerine,afetlerine
tahammül içün kuvvet bulur,hayatımın sebebini
anlardım,benim olsaydın hayatı severdim.


Mehmet Rauf
Siyah inciler

13 Temmuz 2010 Salı

Aşk nasip işidir,hesap işi değil!.
Aşk adayıştır,arayış değil!.
Sen
adanmışsan ve yanmışsan bu uğurda, aşk seni bulmaya gelir..!

Mevlana

500 YIL ÖNCE TÜRK KADINININ ÖLÇÜLERİ



Aşağıda 15. Yüzyıl Anadolu Türkçesinin en değerli örneklerinden
birini oluşturan Tusi Bahnamesin'den dönemin makbul kadın tipi:)

"Ey oğul! Şimdi sana avratların alâmetlerini anlatacağım. Bunlar,
avratların güzellik ölçüleridir. Yani avratta bu alâmetler ne kadar
çoksa avrat o kadar güzel, ne kadar azsa o kadar çirkindir. İyice oku
ve öğren!..
Avratın dört yerinin kara olması gerekir:
Saçı, kaşı, kirpiği ve gözünün karası.
Avratın dört yerinin kızıl olması gerekir:
Dili, dudağı, yanakları ve avurtları.
Avratın dört yerinin yuvarlak olması gerekir:
Yüzü, gözü, topukları ve
bilekleri.
Avratın dört yerinin uzun olması gerekir: Boynu, burnu, kaşı ve parmakları.
Avratın dört yerinin hoş kokulu olması gerekir: Burnu, ağzı,
koltukları ve ferci.
Avratın dört yerinin geniş olması gerekir:
Alnı, gözleri, göğsü ve butları.
Avratın dört yerinin dar olması gerekir: Burun delikleri, kulak
delikleri, göbek deliği ve ferci.
Güzel bir avratın ağzı, elleri, ayakları ve başı
ne büyük ne de küçük
olmalıdır.
Boyu ne uzun, ne de kısa olmalıdır.
Avrat ne şişman ne de
zayıf görünmeli,
ama etleri yuvarlak olmalıdır.
Yüzü ak, kaz rengi ve
kara yağızın güzeli olmalıdır.
Teni pembe, saçları sık ve uzun
olmalıdır. Zira saç, avratın yüzünün suyudur..
Dudakları ve
dudaklarından çıkan sözü tatlı ve yumuşak olmalıdır.
Gözlerinin karası
çok kaşları çatık olmalıdır.
Güldüğünde güzel görünmeli, yürüdüğünde
dübürünün etleri titremelidir.
Bu dediklerim bir avratta ne kadar
çoksa o avrat güzelliğin en yüksek mertebesine ulaşmış demektir.

11 Temmuz 2010 Pazar

Aşkın gözü neden körmüş :)

Uzun zaman önce, dünya yaratılmadan, insanlar dünyaya ayak basmadan önce,
iyi huylar ve kötü huylar ne yapacaklarını bilemez vaziyette dolanıyorlarmış.
Bir gün, toplanmışlar ve her zamankinden daha sakin oturuyorlarken
Saflık ortaya bir fikir atmış:
"Neden saklambaç oynamıyoruz?"
Ve hepsi bu fikri beğenmiş ve hemen çılgınlık bağırmış:
''Ben ebe olmak ve saymak istiyorum, Ben ebe olmak istiyorum!" ve
başka hiç kimse Çılgınlığı arayacak kadar çıldırmadığı için, Çılgınlık
bir ağaca yaslanmış ve saymaya başlamış, 1, 2, 3 ....Ve Çılgınlık
saydıkça,iyi huylarla kötü huylar saklanacak yer aramışlar.
Şefkat Ay'ın boynuzuna asılmış;
İhanet çöp yığınının içine girmiş;
Sevgi bulutların arasına kıvrılmış;
Yalan bir taşın altına saklanacağını söylemiş ama yalan söylemiş çünkü
gölün dibine saklanmış;
Tutku dünyanın merkezine gitmiş;
Para hırsı bir çuvalın içine girerken çuvalı yırtmış.
Ve Çılgınlık saymaya devam etmiş, 79, 80, 81, 82.....
Aşkın dışında bütün iyi huylar ve kötü huylar o ana kadar zaten saklanmış.

Aşk, kararsız olduğu gibi, nereye saklanacağını da bilmiyormuş..
Bu bizi şaşırtmamalı çünkü hepimiz Aşkı saklamanın ne kadar zor olduğunu
biliriz.Ve Çılgınlık 95, 96, 97... ya gelmiş ve 100'e vardığı anda,
Aşk sıçrayıp güllerin arasına girmiş ve saklanmış.Ve Çılgınlık
bağırmış :
"Sağım solum sobedir, geliyorum!", ve arkasını döndüğünde, ilk önce
Tembelliği görmüş, o ayaktaymış çünkü saklanacak enerjisi yokmuş.
Sonra Şefkati ayın boynuzunda görmüş ve İhaneti çöplerin arasında,
Sevgiyi bulutların arasında, Yalanı gölün dibinde ve Tutkuyu dünyanın
merkezinde, hepsini birer birer bulmuş, sadece biri hariç
Ve Çılgınlık umutsuzluğa kapılmış, en son saklı kişiyi bulamamış, derken
Haset, bulunamadığı için haset duyarak,Çılgınlığın kulağına fısıldamış:
"Aşkı bulamıyorsun, O güllerin arasında saklanıyor."Ve Çılgınlık çatal
şeklinde tahta bir sopa almış, ve güllerin arasına çılgınca
saplamış,saplamış, saplamış, ta ki yürek burkan bir haykırma onu
durdurana kadar. Ve haykırıştan sonra, Aşk elleriyle yüzünü kapayarak
ortaya çıkmış, ve parmaklarının arasından gözlerinden iki sicim gibi
kan akıyormuş, Çılgınlık Aşkı bulmak için heyecandan Aşkın gözlerini
çatal sopa ile kör etmiş.
"Ne yaptım ben? Ne yaptım ben?'' Diye bağırmış.
"Seni kör ettim. Nasıl onarabilirim?" Ve Aşk cevap vermiş,
"Gözlerimi geri veremezsin. Ama benim için bir şey yapmak istersen,
benim kılavuzum olabilirsin."
Ve o günden beri.........
Aşkın gözü kördür ve her zaman Çılgınlık yanındadır..."

Böylede bir hikaye varmış,ben körlüğe inanmam,sadece gönüllü
göz kapatırsın ..........diye düşünüyorum :)

Sevimli ve yaramaz misafirlerim

8 Temmuz 2010 Perşembe

İyi kandiller

Her yeni doğan bebek Allahın yeni bir hayalidir,
senden beklenen tek şey sen olmandır.
Yaşam ,üzerinde adınınyazılı oduğu bir boyama kitabıdır.
Çizgileri Allah tarafından çekilmiştir.
Yaşamak ise ,kalem kutusunun içinden doğru renkleri şeçmektir,
Allahın senin için çizdiği çizgiler ,ancak sen renklendirdiğinde anlam bulur.
Nereyi hangi renge boyamaya karar veremedğnde,
Allahın eli senin üstündedir.
Bazen sayfalarda boyayacak yer kalmamıştır sıkılırsın.
Bazen şeçtiğin renklerden pişman olur ağlarsın.
Önceki sayfaları boyarken,
kafan karışmış,
kalemi fazla bastırmış arka sayfayaa çıkarmışşındır.
Bu eski izlerle başa çıkmak ,seni daha iyi bir ressam yapacaktır.

Herkese güzel resimler çizmesini diler,kandilinizi kutlarım.

Yıllardır istiyorsun birşeyi
gece gündüz dua ediyorsun.
Vermiyor mu bir türlü?
eee bırak artık belli ki vermeyecek.
40 bin kere söylenir mi birşey?
O dua ettiğin şeyleri iyiliğine zannediyorsun,
halbuki o senin için hiç iyi olmayacak.
Onu anlatmaya çalışıyor sana
Yoksa neden vermesin ?
Çok istediğin halde vermiyorsa bir şeyi sana
sen sen ol,ısrar etme.
Aranız bozulur ,
ben istiyorum o vermiyor demeye başlarsın farketmeden.
Onun seni sevmediği vesvesesine bile kapılabilirsin
Yoksa neden vermesin?
İsteklerine karşılık vermeyecek olsaydı,
istekleri bitmez biri olarak yaratmazdı seni !
B.Özdemir'den

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Hayat



Usta'ya başarısının sırrını sormuşlar.
İki kelime demiş;
-Doğru kararlar

Hepimizden farklı olarak sürekli doğru kararları
nasıl aldığını sormuşlar.

Tek kelime demiş:
-Tecrübe

İyide kardeşim bu tecrübe denen şeyin sırrıda neymiş?
Usta derin derin düşünmüş ve iç geçirmiş,
ve iki kelime söylemiş:

-Yanlış kararlar!
Önce evlendigimizde hayatin daha iyi olacagina
inandiririz kendimizi.
Evlendikten sonra, bir çocugumuz dogduktan, hatta
ardindan bir tane
daha olduktan sonra hayatin daha iyi olacagina
inandiririz kendimizi.
Sonra çocuklar yeterince büyük olmadiklari için
kizar, onlar büyüyünce
daha mutlu olacagimiza inaniriz.
Bundan sonra ergenlik dönemlerinde çocuklarla
ugrasmamiz gerektigi için
öfkeleniriz.
Kendimize, çocuklarimiz bu dönemden çikinca daha
mutlu olacagimizi,yeni>bir araba alinca,
güzel bir tatile çikinca, emekli olunca, yasantimizin
dört dörtlük
olacagini söyleriz.
Gerçek ise su andan daha iyi bir zaman olmadigidir.
Eger simdi degil ise ne zaman?
Hayatiniz her zaman mücadelerle dolu olacaktir.
En iyisi bunu kabul edip, her ne olursa olsun mutlu
olmaya karar
vermektir.
En sevdigim sözlerden biri Alfred D Souza'ya aittir.
Der ki;
" Uzun zamandan beridir hayatin -gerçek hayatin-
baslamak üzere oldugu
izlenimine kapilmistim. Fakat her zaman yolumun
üzerinde bir
engel,öncelikle
erisilmesi gereken birsey, bitmemis bir is, hizmet
edilecek zaman,
ödenecek bir borç oldu.
Sonra hayat baslayacakti. Sonunda anladim ki bu
engeller benim hayatimdi.
Bu görüs açisi, mutluluga giden bir yol olmadigini
gösterdi.
Mutluluk yoldur.
Öyleyse sahip oldugunuz her anin kiymetini bilin ve
mutlulugu,
vaktinizi harcayacak kadar özel biriyle paylastiginiz
için ona daha fazla
deger
verin.
Unutmayin, zaman hiç kimse için beklemez.
Öyleyse , okulu bitirene kadar,
100 milyar kazanana kadar,
Çocuklariniz olana kadar,
çocuklariniz evden ayrilana kadar,
Ise baslayana kadar,
Evlenene kadar,
Cuma gecesine kadar,
Pazar sabahina kadar,
Yeni bir araba,
ya da ev alana kadar,
Borçlari ödeyene kadar,
Ilkbahara kadar,
Yaza kadar,
Sonbahara kadar,
kisa kadar,
maas gününe kadar,
sarkiniz söylenene kadar,
emekli olana kadar,
ölene kadar....
MUTLU OLMAK IÇIN IÇINDE BULUNDUGUNUZ 'AN ' DAN DAHA
IYI BIR
ZAMAN OLDUGUNA KARAR VERMEK IÇIN BEKLEMEKTEN
VAZGEÇIN.
MUTLULUK BIR VARIS DEGIL, BIR YOLCULUKTUR. PEK
ÇOKLARI
MUTLULUGU INSANDAN DAHA YÜKSEKTE ARARLAR BAZILARI DA
DAHA ALÇAKTA.
OYSA MUTLULUK INSANIN BOYU HIZASINDADIR
Unutmayin " YARIN KIMSEYE VAAD EDILMEMISTIR"

Murathan Mungan

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Ayakkabıcı

Ayakkabıcı, yeni
getirdiği malları vitrine yerleştirirken,sokaktaki bir çocuk onu
izlemekteydi Okullar kapanmak
üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı Gerçi mallar lüks
sayılmazdı ama,küçük bir dükkan için yeterliydi
Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha
yaklaştıFakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı
Hem de güçlükle
Adam ona bir kez daha göz attı Üstündeki pantolonun sol kısmı, Dizinin
alt kısmından sonra boştu Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu
Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti Bir müddet
öyle durdu Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda,
adam dükkandan dışarı fırlayıp
Küçükk! diye seslendi
Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!
Çocuk, ona dönerek: Gerçekten çok güzeller! diye tebessüm etti
Ama benim bir bacağım doğuştan eksik
Bence önemli değil! diye, atıldı adam
Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!
Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı Kiminin de aklı ya da imânı
Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu
Adam ise konuşmayı sürdürdü: Keşke imanımız eksik
olacağına,ayaklarımız eksik olsa idi
Çocuğun kafası iyice karışmıştı Bu sefer adama doğru yaklaşıp:
Anlayamadım! dedi Neden öyle olsun ki?
Çok basit! dedi, adam Eğer imanımız yoksa, cennete giremeyiz Ama
ayaklar yoksa, problem değil
Zaten orda tüm eksikler tamamlanacak Hatta sakat insanlar, sağlamlara
oranla, daha fazla mükafat görecekler
Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm ettiO güne kadar çektiği
acılar,hafiflemiş gibiydi
Adam, vitrine işaret ederek: Baktığın ayakkabı, sana yakışır!dedi
Denemek ister misin?
Çocuk, başını yanlara sallayıp: Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi Almam
mümkün değil ki!
İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım! dedi adam Bu durumda 20
liraya düşer Zaten sen bir tekini alacaksın,
o da 10 lira eder
Çocuk biraz düşünüp: Ayakkabının diğer teki işe yaramaz! dediOnu kim alacak ki?
Amma yaptın ha! diye güldü adamOnu da, sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım
Küçük çocuğun aklı,bu sözlere yatmıştı
Adam, devam ederek:
Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu
İkiye gidiyorum! diye atıldı çocuk Üçe geçtim sayılır
Tamam işte! dedi adam 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5
lira O da zaten pazarlık payı olur
Bu durumda ayakkabı senindir,sattım gitti!
Ayakkabıcı,çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi İçerdeki
raflar,onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu
Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı Bir tabure alıp döndükten sonra,
çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi
Ve çıkarttığı eskiyi göstererek
Benim satış işlemim bitti! dedi Sen de bana, bunu satsan memnun olurum
Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk Onun tabanı delinmek
üzereEski bir ayakkabı, para eder mi?
Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş dedi, adam Antika eşyalardan
haberin yok her halde Bir antika ne kadar
eski ise, o kadar para tutarBu yüzden ayakkabın, bence en az 30- 40 lira eder
Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları, üzerinden atabilmiş değildi
Mutlaka bir rüyada olmalıydıHem de hayatındaki en güzel rüya
Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz
gezdirdikten sonra,10 liralık banknotu geri vererek:
Bana göre 20 lira yeterli dedi İndirim mevsimini başlattınız ya!
Adam onu kıramayıp parayı aldı Ve bu arada yanağına bir öpücük
kondurdu Her nedense içi içine sığmıyordu
Eğer bütün mallarını bir günde satsa,böyle bir mutluluğu bulamazdı
Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu Sanki koltuk değneğine ihtiyaç
duymuyordu Sımsıcak bir tebessümle
teşekkür edip:
Babam haklıymış! dedi Sakat olduğum için, üzülmeme hiç gerek yok!

Son durak

Huzur

Huzur, Yüreğin Huzur Bulabilmesidir

Bir gün halkı tarafında sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek
sanatçıya büyük bir ödül vereceğini duyurdu.
Yarışmaya çok sayıda sanatçı katıldı. Sanatçılar günlerce çalıştılar,
bir birinden güzel resim yaptılar. Sonunda da yapıtlarını saraya
teslim ettiler.
Tablolara bakan kral yalnızca iki tablodan hoşlandı.
...Resimlerde birincisinde bir göl vardı. Göl bir ayna gibi çevresinde
yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktaydı. Üst taraf da pamuk
beyazı bulutlar gök yüzünü süslüyordu. Resme kim baksa onun mükemmel
bir huzur resmi olduğunu düşünüyordu.
Öteki resimlerde de dağlar vardı. Ama engebeli ve çıplak dağlar...
Üst taraf da gök yüzünden yağmurlar boşanıyor ve şimşek çakıyordu.
Dağın eteklerinde ise köpüklü bir şelale çağıldıyordu. Kısaca resim
hiç de huzurlu gözükmüyordu.
Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardından kayalıklarda mini
minnacık bir çalılık gördü. Çalılığın üstünde ise bir kuş yuvası
görünüyordu. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuş yuvasını
kurmuştu...
Ödülü kim kazandı dersiniz...
Tabi ki ikinci resim. Kral neden bu tabloyu seçtiğini şöyle açıkladı:
Huzur hiçbir gürültünün sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer
demek değildir. Huzur zorluklara karşın yüreğinizin huzur
bulabilmesidir.

2 Temmuz 2010 Cuma

Eski Roma'nın ünlü generallerinden birinin eşi dünya güzeli bir kadınmış.

Kültürü, neşesi, ev sahibeliği üslubuyla benzeri güç bulunur bir
"şahane kadın"

Boşanacakları haberi çıkmış,bütün Roma bu haberle çalkalanıyor.

Yakın arkadaşları bir cesaret konuyu açmışlar:

- Eşin Roma'nın en güzel, en beğenilen, gıpta edilen kadını, diye
başlamışlar;

Lafı birbirinin ağzından alarak dakikalarca övdükten sonra,sözü şu
suale getirmişler.

Nasıl olur da ondan ayrılmayı düşünebilirsin?

General bacağını uzatarak:

- Çizmemi beğendiniz mi önce onu söyleyin bana, demiş.

- Çok güzel!

- Tay derisinden yapılmıştır. Sicilya'nın en marifetli çizmecisi
tarafından, kendi eliyle,benim için yapılmıştır. Bir benzerini bütün
Roma'da bulamazsınız.

- Belli, demiş arkadaşları. Benzersiz derken de haklısın. Ama
bunun, bizim sualimizle ne alakası var?

Arkadaşlarının merakını iki kelimeyle gidermiş general:

- Ayağımı sıkıyor;....



İnsanda güzel olan yüzdür,

yüzde güzel olan gözdür ama

insanı insan yapan ağızdan çıkan sözdür.....

1 Temmuz 2010 Perşembe

Arkadaş


İyi olduğu gibi kötü günlerimizi de bizimle paylaşacak bir dost
bulabilmek,nadir bir talihtir.

EURİPİDES


Eski Türklerde Askerler
savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için
sırtlarını bir ağaca, kaya veya taşa vererek ok atarlarmış.
Atalarımız
genelde bozkır hayatı yaşadıkları için bu sırt dayanan nesne genelde bir
taş veya kaya olurmuş.
Yıllar sonra sırt dayanan taşın ismi ARKA-TAŞ dan
ARKADAŞ şeklinde dilimize yerleşmiş ve bugün bile güvenebileceğimiz, bizi
arkadan vurmayacak olan, samimiyetine güvendiğimiz kişilere verdiğimiz
isim olarak bilinir.