30 Mayıs 2011 Pazartesi

Eski konakların kadrolu dalkavukları olduğu bilinir. Bunlar,
efendilerinin sıkıntılı anlarında onların her dediğini tasdik etmekle
birlikte, yeri gelince sözünü dudaktan esirgemeyen; bazen de neşeli
hikâyeler ve nüktelerle onları eğlendirip rahatlatarak devlet nizamına
katkıda bulunan, soytarı tipli insanlardır. Dalkavukluk deyip
geçmeyiniz. Bu öyle her babayiğidin harcı da değildir ve her birerleri
imtihanla işe alınırlar.
İşte hikâye:
Vaktiyle yüksek rütbeli zatlardan biri kendisine bir dalkavuk edinmek
isteyip tellâl çığırtmış. Belirtilen gün ve saatte kapıda bazı
dalkavuklar toplanmışlar. Sırayla imtihan odasına alınmaya
başlamışlar. Efendi, ilk geleni şöyle bir süzmüş ve sormuş:
-- Sen dalkavuk musun?
-- Evet efendim, ben dalkavuğum.
-- Amma hiç de dalkavuğa benzemiyorsun.
-- Nasıl benzemem efendim. Filân paşanın yanında beş sene; falan
vezirin kapısında üç sene hizmet ettim.
Efendi ona yol vermiş ve diğer adayı içeri almışlar. Ona da sormuş:
-- Sen dalkavuk musun?
Aynı cevaplar ve aynı konuşmalar... Böyle birkaç aday sınandıktan
sonra içeriye birisi girmiş. Soru aynı:
-- Sen dalkavuk musun?
-- Evet, efendi hazretleri; bendeniz dalkavuğum.
-- Amma sen öyle pek dalkavuğa benzemiyorsun.
-- Hakk-ı âliniz var efendim; pek öyle dalkavuğa benzemem.
-- Fakat sanki biraz da dalkavuğa benziyorsun.
-- Evet biraz da benzerim efendim. Efendi dışarıya haber salmış:
-- Ben dalkavuğumu buldum, diğerleri dağılıp gidebilirler. Binlerce
esef ki eskiden bir büyüğün bir dalkavuğu olurken şimdi her büyüğün
yüzlerce dalkavuğu var. Dahası, eski dalkavuklar bazen öyle hakikatli
sözler ederlermiş ki bu sözler meclise bir bomba gibi düşüp herkesi
kendine getirirmiş. Yine eseftir ki şimdilerde insanlar, bir dalkavuk
tutmak yerine çevrelerindeki herkesten dalkavukluk bekliyorlar.
Doğrusu bu manzaraya bakınca insan, "Nerede o eski dalkavuklar!" diye
iç geçirir

24 Mayıs 2011 Salı

Hangi hızda okuyabiliyorsunuz ?

Yirminci yüzyılda ilim ve teknolojide büyük gelişmeler oldu. Yirminci
yüzyılın ikinci yarısından sonra da bilgisayar hayatın her safhasında
devreye girdi.
Bilgi çağı ve bilgi toplumu kavramı ortaya çıktı. Bilgi toplumu
oluşturmanın yolu da, okumaktan geçiyordu.
Yapılan araştırmalarda bilginin en az yüzde sekseninin okuyarak elde
ettigi tespit ediliyordu. Çok okumak için buna bir çare bulmak
lazımdı.
Bu da hızlı okuma tekniklerini geliştirmekte bulundu.

Amerika ve İngiltere'de üniversiteye kadar, öğrenimin her safhasında
kurslar açıldı. Öğrenciler, iş adamları, yöneticiler, politikacılar bu
kurslara devam etmeye başladılar.
Böylece batıda hızlı okuma yaygın hale geldi. Türkiyede hızlı okuma
olayı çok yenidir.

NE KADAR OKURUZ?

Çoğumuz dakikada 150-200 kelime okuruz. 200-300 kelime okuyanlar hızlı
okuyor sayılır. Dakikada 120 kelime okuyan üniversite mezunu insanlar
gördüm.
Şimdi hızlı okuma teknikleri sayesinde dakikada 500-600 kelime
okunabilmektedir. Bunu 1000 kelimenin üzerine çıkaranlar vardIr.
Amerika Cumhurbaşkanlarından Kenedi'nin dakikada 2000 kelime okuduğu söylenir.

NEDEN YAVAŞ OKUNUR?

Yavaş okumamızın nedeni bir takım kötü alışkanlıklarımız yüzündendir.
Nedir bu kötü alışkanlıklarımız?

1-Gözümüz idmansızdır.
2-Kelimeleri tek tek okuruz.
3-Okuduğumuzu anlayamadığımız endişesiyle gereksiz tekrarlara başvururuz.
4-Okuduğumuz şeylerde ayrıntılara dalarız.
5-Okuduğumuz esere kendimizi veremeyişimiz yani konsantre olamayışımız.
6-Konuyu daha iyi anlamamız için yavaş okumak gerektiği inancında oluşumuz.

Bu ve buna benzer nedenler, kötü okuma alışkanlıklarımızdan bazılarıdır.
Patolojik bir kusur da yavaş okuma nedenidir. Bu takdirde bir göz
doktoruna gitmek gerekir.

KENDİMİZİ KONTROL EDELİM:

Eğer dakikada

200'ün altında okuyorsak zayıf,
250 civarında okuyorsak orta,
300-500 arasında okuyorsak iyice,
700-800 arasında okuyorsak çok iyi
1000'in üzerinde okuyorsak fevkalade okuyoruz demektir.

( Kendimi 3 defa test ettim 250 gibi )

21 Mayıs 2011 Cumartesi

Hangi partiyi savunuyorsun ?

www.oymetre.com

30 soruluk güzel bir test ,bakın bakalım görüşleriniz hangi partiye yakın :)

15 Mayıs 2011 Pazar

Kendini sevginin ani baskınlarından da sakın !
Yalnız yakaladığı kişiye çok çobuk uzatır elini.

Çoğu kez yakından izlerdim geçeği; çoğu kez de basardı suratıma tekmeyi.
Bazen yalan söylediğimi zannederken, bir bakardım ki tam 12'den vurmuşum gerçeği.
Herşey olduğundan daha fazla aydınlandı gözümde ;hiç biri umrumda bile değil.
Sevdiğim hiç birşey yaşamıyor artık ,nasıl sevebilirim ki kendimi hala ...


Friedrich Nietzsche

12 Mayıs 2011 Perşembe

Birkaç yüzyıl önce Papa bütün Yahudilerin Roma'yı terk etmeleri
gerektiğine karar verir. Doğal olarak Yahudi toplumundan büyük bir
tepki gelir. Bunun üzerine, Papa ile Yahudi toplumundan önde gelen
birisiyle karşılıklı dini bir müzakere yapmalarını önerir. Yahudiler
kazanırsa kalacaklar, Papa kazanırsa gidecekler. Yahudiler çaresiz
kabul eder ve temsilci olarak Moiz'i seçerler. Ancak Moiz'in Papa ile
aynı dili konuşamaması nedeniyle müzakere de konuşmak yerine sadece
işaret dilinin kullanılmasını teklif ederler. Papa kabul eder.
Müzakere günü geldiğinde iki taraf karşılıklı yerlerini alırlar ve
karşılıklı olarak bir süre bakıştıktan sonra Papa elini kaldırarak üç
parmağını gösterir. Buna karşılık Moiz tek parmağını kaldırır.
Papa parmaklarını sallayarak başının etrafında çevirir. Moiz ise
parmağıyla yeri işaret ederek oturduğu yeri gösterir.
Papa yanındaki çantadan bir parça ekmek ve şarap çıkartınca Moiz de
bir elma çıkartır.
Bunun üzerine Papa ayağa kalkarak : 'Ben pes ediyorum, Yahudiler
kalabilirler' der.
Müzakere sonrasında Papa'nın etrafına toplanan kardinaller Papa'ya ne
olduğunu sorduklarında Papa;
- Ben önce 3 parmağımı gösterip Kutsal Üçlüyü işaret ettim. Buna
karşılık o bana tek parmağını gösterip her iki dinin de tek tanrıyı
tanıdığını soyledi. Ben parmaklarımı sallayıp başımın etrafında
çevirerek tanrının bizim etrafımızda olduğunu gösterdiğimde o da
oturduğu yeri işaret ederek tanrının onların durduğu yerde de olduğunu
işaret etti. Ben kutsal ekmek ve şarap çıkartıp tanrının bizim
günahlarımızı bağışladığını göstermek istediğim zaman da hemen bir
elma çıkartıp bana ilk günahı hatırlattı. Herifin her şeye bir cevabı
var. Ne yapabilirdim ki?
Aynı sırada Yahudi cemaati de Moiz'in etrafını sarmış ona nasıl
başardığını soruyorlardı. Moiz:
- Önce bana 3 parmağını gösterip 3 gün içinde burayı terk etmemizi
istedi. Ben de ona bir tekimizin bile ayrılmayacağımızı söyledim.
Sonra bütün şehrin Yahudilerden temizleneceğini söyledi. Ben de, hiç
bir yere gitmeyip olduğumuz yerde kalacağımızı söyledim.
- Sonra ne oldu? diye kalabalık heyecanla sordu.
- Valla,sonrasını ben de pek anlamadım. Adam biraz hiddetlendi ve öğle
yemeğini çıkarttı. Bunun üzerine ben de benimkini çıkarttım. Hepsi
bu!...
Yoksulluktan nefret edenlerden,
Ya da gurur duyanlardan sakının...
Övgü göstermekte hızlı davrananlardan sakının;
Karşılığında övgü beklerler...
Sürekli kalabalıkları arayanlardan sakının;
...Tek başlarına bir hiçtirler...
Ortalama erkekten, ortalama kadından sakının,
Sevgileri vasattır, vasatı aranır dururlar...
Ama nefretleri dahiyanedir...
Nefretleri seni beni herkesi öldürebilecek kadar dahiyanedir...
Yalnızlığı istemezler, yalnızlığı anlamazlar,
Kendilerinden farklı her şeyi yok etmeye çalışırlar...
Sanat yapamadıklarından sanatı anlayamazlar.
Üretme başarısızlıklarını dünyanın beceriksizliğine yorarlar...
Kendileri tam sevemedikleri için senin sevginin eksik olduğuna inanır,
Ve senden nefret ederler...
En usta oldukları sanattır nefret



Charles Bukowski
istanbul Emniyet Müdürlüğü "İstanbul Otopark Projesi" adı altında yeni
bir projeyi uygulamaya koydu. Projeye göre İstanbul sınırları
içerisinde trafikten men edilen, park yasağı olan yerlere park edilen
ve güvenlik nedeniyle çekilen otomobillerin nerede olduğu 1550'ye SMS
atılarak öğrenilebilecek. Sistemin başlamasıyla birlikte otomobil
sahipleri, otomobillerinin nereye çekildiğini öğrenebilmek amacıyla,
polisi aramak zorunda kalmayacak.

Sistemi kullanmak isteyen vatandaşlar tüm operatörlerden mesaj bölümüne

PARK yazıp boşluk bırakarak ARAÇ PLAKASI'nı yazıp 1550'ye SMS gönderecek.

Gelen SMS cevabında; otomobil otoparka çekilmiş ise hangi otoparka
çekildiği, iletişim bilgisi, neden dolayı çekildiği, otopark ve çekici
ücretleri hakkında bilgi olacak. Böylece otopark ve çekicilerin farklı
fiyat tarife uygulamasının önüne geçilebilecek.

GÜVENLİK UYGULAMASINA ÜCRET YOK

Yeni sistemle birlikte otomobilleri güvenlik nedeniyle çekilen
vatandaşlar çekici ve otopark ücreti ödemeyecek. Bu bilgi de SMS ile
telefona gelecek. Sürücüler bu mesajı göstererek ücret ödemeden
otomobillerini otoparklardan alabilecek.

Dilerim lazım olmaz..

10 Mayıs 2011 Salı

Gülermisin ,ağlarmısın :)

bilmeden konuşmayalım.......

Yeniçeriler askere alınırken eşcinsel olup olmadığını tespit için
kullanılan araçlardan biri de mangal imiş.
Yeniçeri adayından sönmüş bir mangalın üzerinde gaz çıkarması istenirmiş.
Eğer külleri küçük bir nokta halinde dağıtırsa sağlam, mangalın
üzerinde kül bırakmayacak şekilde gaz çıkarırsa eşcinsel
olduğu kabul edilirmiş.
İşte "mangalda kül bırakmamak" deyimi de buradan geliyormuş.
O yüzden deyimi dikkatli kullanalım....

(Halbuki biz bu deyimi palavracılar için kullanıyorduk. Meğerse aslı
neymiş... Aman ha dikkat...)

8 Mayıs 2011 Pazar

Anımda anamdan ne kaldı bana?
Bir ıhlamurlar kokusu, Sonra beni yıkarken ki
yumuşacık ellerinden inen pembe sabun köpükleri...

Can Yücel

Üç boyutludur

1 Mayıs 2011 Pazar

Daha önce bazı kişilerden dinlediğim ,ama ifade etmekte zorlandığım bu konuda
güzel ifade edilmiş bu yazıyı buldum.
Sizlerle paylaşmak istedim.


ŞUUR VE BİLİNÇ ALTI TEKNİKLERİ

Şuuraltını etkilemeyi hedefleyen mesajlara “subliminal” adı verilir.
Genel olarak “şuuraltına yönelik gizli mesajlar olarak ifade
edebiliriz. Kişinin şuuraltına ‘’subliminal’’ mesaj göndermenin birçok
yolu bulunuyor.



Bunlardan en çok kullanılanları :



1. Dijital ses dosyalarına gizlenen işitsel yolları.



2. Gözle algılanamayacak kadar kısa süreyle ve sık patlayan flaşlar
şeklinde sinema ya da televizyon görüntüsü yoluyla şuur-altına itilen
25. kareler.



3. Reklam afişleri, logoları ve benzeri nitelikteki görsel malzemenin
içine saklanmış şekil, kelime ve rakamlar.



Bu yöntem, bir ürünün reklâmını yapmaktan, bir inancın ya da görüşün
propagandasını yapmaya kadar varan geniş bir yelpâzede
kullanılmaktadır. Görsel ve işitsel olarak (şuurlu) algılananlar değil
; şuuraltı seviyesinde algılanan söz, resim, görüntü ve şekillerden
oluşur.



Bunlardan en çok kullanılan Dijital ses dosyalarına gizlenen ses
mesajlardır. Üzerinde oynanabilirliği ve işlenilmesi ve yayılması daha
kolay olduğundan MP3 dosyaları gizli mesaj için biçilmiş kaftandır
diyebiliriz. Peki sistem nasıl işliyor?



İnsan kulağı sâdece belirli frekans aralıklarındaki sesleri duyabilir.
Eğer siz bir müzik parçasını rahatça duyabiliyorsanız, bu sizin
duyabileceğiniz frekans aralığında olduğunu gösterir. İnsan beyninin
algısı ise, bundan daha düşük ya da daha yüksek frekansları
algılayabilecek kapasitededir. Dikkat ediniz : “duyabilecek”
demiyoruz, algılayabilecek diyoruz.



Yani, kulağımız ancak belirli bir frekans aralığındaki sesleri
duyabilir. Fakat beynimiz bu aralığın çok daha ötesindeki sesleri
algılar, hisseder.



Şuuraltı ve şuuraltının özelliklerini anlattığımız zaman, ne demek
istediğimizi çok daha iyi anlayacaksınız. Ancak şimdi öncelikli olarak
bu “subliminal mesajlar”ın neler olduğunu ve nasıl işlendiğini sizlere
göstermemiz gerekiyor.



8-12 hertz dalga boyundaki Subliminal mesaj içeren bir MP3′ü
kulağınızla dinlersiniz, ancak içindeki gizli-mesajı beyniniz dinler.
Bu esnâda kulağınız hiçbir şey duymaz. İnternette ve paylaşım
programlarında şuuraltı mesajları içeren MP3 dosyaları bulunmaktadır.
Hatta bu gizli mesajları frekans aralıklarına göre analiz ederek
ortaya çıkartan yazılımlar dahi vardır.



Mesela, en korkunç uygulamalardan sadece biri: Amerika, Irak’ı işgal
etmeden önce bir yıl boyunca (daha fazla da olabilir) Irak
radyolarında Kur’an yayınının altından, çok düşük bir frekansta,
kulakla duyulmayan, ancak dimağla algılanarak Iraklıların şuur-altına
gönderilen: “Direnmeniz faydasız” gibi mesajlar verilmiş ve bir ülke
işte bu şekilde şuuraltı mesajlar ile işgâle hazır edilmiştir.


25inci KARE

Kişinin şuur-altına subliminal mesaj göndermenin birçok yolu olduğunu
söylemiştik. İşte bunlardan bir diğeri de 25inci Kare tekniğidir. Peki
nedir bu 25inci Kare?



Gördüğümüz bir ânlık görüntü : 655 satır ve frame/çerçeve denilen 24
küçücük kareden oluşur. Sinema bandında, saat, dakika, sâniye olarak
bir diziliş vardır. Sâaniyeden sonra kare gelir ve bir sâniye 24
karedir. Her 24 kare ise bir ekran büyüklüğündeki kareyi oluşturur.
Her 327.5 satırda bir de "control-track" denilen aralık vardır. İşte
bu aralıktaki görüntüler kesilip, aralarına başka görüntüler atılarak
25inci kare oluşturulur ve bu son kare olan 25inci kare ânlıktır. Yani
görüntü sâniyede 1/24 olacakken, bu 1/25'e çıkar. Kareler 25 olunca
bir anda bir görüntü gelir ve ânında kaybolur. Genellikle görünmez,
daha doğrusu görülür ama şuuraltında kalır.



25 karenin temel mantığı da mesajı şuur-altına göndermek olduğu için,
artık dünya sinema sanâyi’nde bu tekniği kullanmayan yok gibidir. Yani
sizler evlerinizde rahat koltuklarınıza oturup herhangi bir televizyon
kanalındaki herhangi bir dizi/ film ya da bir belgeseli seyrederken
aynı zamanda 25 karelerle şuur-altınıza gönderilen mesajlara/
telkinlere/ saldırılara ma’ruz kalabiliyorsunuz.



Göz bunları görmüyor ama sâniyenin 3 binde biri gibi bir zaman
aralığında bu görüntü şuuraltına ulaşıyor. Bu gizli mesajlar
sâyesinde, o reklâmı, diziyi, filmi ya da herhangi bir resmi
hazırlayan kişi/ yapımcı/ yönetmen kendi hedefine, niyetine ve
ideolojisine göre vermek istediği mesajı “25inci Kare”lerle şuuraltına
göndermiş oluyor.


PEKİ, GÖREMEDİĞİMİZ HALDE NASIL ETKİLENİYORUZ

BU 25inci KARELERDEN?


Bu adamlar zaten açıktan açığa bu işi yapıyorlar. Filmlerle,
reklamlarla her türlü mesajı veriyorlar. Buna rağmen niçin böyle gizli
bir kare uyguluyorlar?



Cevâbı çok basit : Çünkü, gördüğümüz zaman bu kadar etkili olmuyor.
Çünkü, kişi, şuurlu bir tercih ile gördüklerini veya duyduklarını ya
red ediyor ya da kabul ediyor. Çünkü baştan önüne seçenek olarak
getirilmiş oluyor.



Fakat bu, öyle bir şey ki insan onu görmüyor, duymuyor ve
hissedemiyor, yani bizlerin algı frekanslarımızın tamamen altında veya
üstünde yer alıyor. Böyle bir şeyi kabul yahut red etme gibi bir
imkânımız var mı? Elbette hayır.



İşte 25. karenin ve subliminal reklamların temel mantığı budur!
Hedefteki kitlenin şuurlu tercih hakkını gasbederek, onları gizlice
zehirlemek!


Bu işi yapanlar insanı ve insanın yaratılışını (fıtratını) çok iyi
biliyorlar. 1900’lü yıllara kadar uzanan bir geçmişi var bu tür
çalışmaların. Psikolog ve psikanilistlerin insanla ilgili
uyguladıkları, gözlemledikleri ve deneylerle ortaya koydukları bilgi
ve bulgulardan yola çıkarak “İnsanı nasıl etkileyebiliriz” sorusuna
cevap aradılar. İlk başta ticarî hedefler ve büyük şirketlerin
mallarını halka pazarlamanın bir yolu olarak gördüler bu şuur-altı
telkinleri. Daha sonra ise bu taktiği öğrenen her kişi ve her yapımcı
kendi niyet, inanç ve ideolojisine göre vermek istediği mesajları bu
yolla insanlara zerk etmeye başladılar.


25inci KARE NE ZAMAN ve NASIL ORTAYA ÇIKMIŞTIR?


Şuuraltının bütün görüntü, ses ve resimleri kaydetme özelliği 1900’lü
yıllardan beri insanları yönlendirmek için kullanılmaktadır.



1900’lü yıllarda Knight Dunlap adında Amerikalı bir psikoloji
profesörü ilizyon gösterisi yaparken şuur gücüyle algıalanmayan
“hissedilemez gölgeler” kullanarak aynı uzunluktaki 2 çizgiyi
seyircilerin farklı ölçülerde algılamasını sağlamıştı.



İşte buradan hareketle şuur-altını hedef alarak mesaj göndermeyi
hedefleyen ve adına “Subliminal Mesajlar” denen bu tür reklamlar ilk
kez 1950'li yıllarda Amerika'da ortaya çıktı.



James Vicary adlı reklamcılık uzmanı, sinema salonlarında yaptığı bir
deney sonucu patlamış mısır ve kola satışlarının arttığını iddia etti.
Bu deneyde film perdede oynarken, sâliselik görüntüler hâlinde gözle
görülemeyen gizli kareler ve gizli mesajlarda : “patlamış mısır ye” ve
“Kola iç” sloganları çıkıyordu. Seyirci bu sloganları şuurla
algılayamadığı hâlde, şuuraltına hitap eden bu sloganlar neticesinde
Kola satışlarının yüzde 18.1, patlamış mısır satışlarının ise yüzde
57.7 arttığı görüldü.



Bu şekilde, şuur-altına yönelmenin reklamın etkinliğini artırmada daha
işlevsel olduğu görülmüştür. İşte o gün bugündür uygulanan 25inci
kareler sâdece bir insanı ya da bir topluluğu değil ; bütün insanlığı
tehdit ede-gelmektedir.



Bir grup psikolog ve yazar bu konunun gündeme geldiği ilk yıllarda bu
yöntemin uydurma ve efsâne olduğunu ve insanları etkilemeyeceğini
söylediler. Ancak, beyin dalgalarını ölçen teknolojilerin gelişmesi
ile gizli-mesaj içeren reklama beynin daha farklı ve fazla tepki
verdiği gözlemlendikten sonra, bu yöntemin etkisi ispatlanmış oldu.



İşin en ilginç tarafı ise bu konuyu gündeme taşıyan, kitap, tez ve
âile eğitim seminerlerinin yok denecek kadar az olmasıdır. Yıllardır
uygulanan böyle ciddî ve hayatî bir konunun nasıl olup da bütün bir
insanlık tarafından henüz bu şekilde yeni-yeni öğreniliyor olması
düşündürücü olsa gerek.



Televizyon karşısında uyuyan/ uyutulan bir çağda yaşıyoruz!



Uyan ey toplum ve uyandırın uyuyan ruhları!



Şuur-altımızı başkaları değil ; biz yönetelim!


ASIL HEDEF COCUKLAR

Subliminal teknolojisi maalesef çizgi filmlerde, şarkılarda, reklam
panolarında, filmlerde yasal olmayan bir şekilde kullanılıyor.
Çocuklara sevgiyi kardeşliği öğütleyen masum zannettiğimiz çizgi
filmlerin arasına pornografik resimler, şiddet unsuru içeren
görüntüler bu teknolojiyle saklanıyor. Çocuğumuz fark etmeden o
görüntüleri beynine konuk ediyor ve şahsiyetinin oluştuğu o en ciddî
yaş dilimde (sıfır-yedi yaş arası) bu görüntüler içeride şuur-altında
hapsoluyor. Artık siz siz olun her gördüğünüz ve duyduğunuza çok
dikkat edin.



Özellikle Disney, yaptığı çizgi filmlerde cinsellik temasını yıllardır
çocuklarımızın şuur-altına kazımıştır.


“BU FİLMDE / DİZİDE SANAL REKLÂM UYGULANMAKTADIR

Sizler, televizyonlarınızın karşısında uyumaya devam eden ruhlar,
koltuğunuza oturup en sevdiğiniz dizi ya da filmleriniz yayına
başlarken : “BU FİLMDE / DİZİDE SANAL REKLÂM UYGULANMAKTADIR”
uyarısını görmediğinizi söyleyebilir misiniz?

Peki ne demek “Sanal Reklam?”


Sanayi Bakanlığına göre sanal reklamın tarifi aşağıdaki gibi :



"Sanal reklam"; hukûken kullanımı meşru görüntülerin, canlı veya
banttan bilgisayar marifeti ile manipülasyonu ve söz konusu
görüntülerde yer alan muhtelif unsurları reklam amacı ile, halihazırda
kullanılan veya ileride geliştirilecek teknolojiler vasıtasıyla oyun
sahası ve çevresi üzerine düşürülen tüm görüntüleridir.”



Televizyonda izlediğimiz pek çok dizide ya da filmde ya marka
yerleştirme ya da sanal reklam uygulamaları ile karşılaşıyoruz. Bir
dönem gişe rekorları kıran “Kurtlar Vadisi Irak” filmini hatırlayın.
Film başlarken “Bu filmde sanal reklam uygulaması yapılmaktadır”
uyarısı vardı. Ekranda bir ovada yol alan otomobili izlerken birden
bir mimarlık firmasının reklam tabelası ve bir apartman beliriveriyor.
Kerpiç evlerin üstüne getirilmek istenmiş ama başarılı olunamadığı
için ortalık yerde duran uydu antenleri reklamları ve uyarı
tabelalarının altında beliriveren markalar

o halde en can alıcı soru şu:niçin sanal reklam

Çünkü, şuur-altına telkin göndermenin en iyi yolu da ondan.



25. karenin uygulandığı bir film :


DÖĞÜŞ KLÜBÜ / The Fight Club


Niçin bu film?



Bir kere adına bakarak bunun bir dövüş filmi olduğunu zannetmeyin.



“Gün gelir sâhip olduklarınız, size sâhip olmaya başlar!” sloganı ile
Modern insanın tüketim merkezli hayat tarzını sorgulayan ve aynı
zamanda şizofren (çift-kişilikli) bir şahsiyeti anlatan bir filmdir
döğüş klübü.



Edward Norton ve Brad Pitt’in başrollerini paylaştığı ve David
Fincher’in yönettiği bu film, 2000 yılında Empire Ödülü (İngiltere),
2001’de En iyi DVD, en iyi DVD anlatımı, en iyi DVD özel içerikleri
ödülünü almış ve 2005 yılında Total Film magazin ödüllerinde (UK)
“Dünyanın bu güne kadar gelmiş geçmiş en iyi film ödülü”ne lâyık
görülmüştür.



Gerçekten çok etkileyici bir filmdir. Moderniteye karşı çıkarak :



“Gün gelir sâhip olduklarınız, size sâhip olmaya başlar”



“Her şeyi kontrol etmeyi bırak ve rahat ol…”



“Nefret ettiğiniz işlerde çalışıp gereksiz şeyler alıyorsunuz.”



“Seyrettiğiniz reklâmlar yüzünden araba ve kıyafet değiştiriyorsunuz.”



“Sizler paranız kadar iyisiniz.”



“Siz işiniz değilsiniz…”



“Bindiğiniz araba değilsiniz.”



“Kredi kartlarınızın limiti değilsiniz” diyordu.



Şimdi, “Dünyanın bu güne kadar gelmiş geçmiş en iyi film ödülü”ne
lâyık görülen bu filmdeki 25inci kareleri yakalayabilmek ve filmdeki
her sâniyeyi kare-kare izleyebilmek için önce :



1. Filmi bilgisayarınıza kaydedin.



2. Media player ile izlerken film sahnelerini 1/16 “Slov / yavaş”
izleme modunda.



3. “klcodec” ile izlerken alttaki ok işaretlerinden “Decrease Speed”e
üç kez tıklayıp filmi en yavaş haline getirmeniz gerekmektedir.
Böylece her sâniyeyi yaklaşık 5 saniyede izleyecek ve her kareyi
tek-tek yakalayabileceksiniz.



SONUÇ:



1. Araştırmalarımızın sonucunda filmin yönetmeninin cinsî sapık
(sexomaniac) olduğunu öğrendik.



2. Filmin (bizim yakalayabildiğimiz) 26 farklı yerinde 25inci kareler
kullanılmış.



3. 25inci Kare tekniği ile elinde sigara olan Brat Pitt resmi filmin
çeşitli yerlerine yerleştirilmiştir.



4. Yönetmen filmin 2 farklı yerinde 25inci kare tekniği ile erkek
cinsel organını yerleştirmiş.



5. Yine filmin 2 yerinde Çocuk Pornosu şuur-altına yerleştirilmiş.

6. Unutmayın 25. karelerin yer aldığı her film gibi bu filmde de
normal seyrinde görülmesi gerekenlerin dışında hiçbir şey görülmüyor.
Aslında çok şey görülüyor ancak hiç kimse ne gördüğünü bilmiyor.



7. Uyanmayanlar ve hâlâ 25. karenin varlığına ihtimal vermeyenler,
denesin ve görsün diye filmdeki en can alıcı karelerin sadece bir
kısmının dakika ve saniyelerini aşağıya sırasıyla yazıyoruz. İsteyen
filmdeki tespit ettiğimiz bu dakika ve saniyelerde filmi durdurup
kare-kare izleyebilir

06:02= elinde sigara olan Brat Pitt resmi,



31:07 = cinsel öğeler erkek cinsel organı,



31:14 = cinsel öğeler,



46:41 =cinsel öğeler,



49:09 = cinsel öğeler,



50:42 ile 50:52 = çocuk pornosu mesajları…



Film bitiyor binalar yıkılıyor ve yine erkek cinsel organı filmin
finali olarak 25. karede yer alıyor.


Filmin en tuhaf gelen bölümü ise Tayler’in işi sabun imalatçılığı
olmasına rağmen, 30uncu dakikadan itibaren, Tayler’i anlatırken onun
bir sinema yapımcısı olduğunu anlatmasıdır. (Filmin sadece bu 2
dakikalık bölümünde Tayler bir sinema yapımcısıdır)



Şu ifadeler 30uncu dakikadan sonra aynen filmde geçmektedir :



“Sinema filmleri tek bir makarada olmaz ; birkaç makarada olur ve bir
kare bittiğinde diğer makaraya geçerken birisinin düğmeye basması
gerekir. O an geldiği zaman projektörleri değiştirir ve film devam
ettiği için kimse bir şey anlamaz. Çünkü bu iş beraberinde bir çok
ilginç olanak da sunuyor. Bütün aile filmlerini kare kare görmüştür.
Yani izleyici cesur köpek ile ünlü bir şahsiyeti aynı perdede izlerken
neler gördüğünü bilmez. KİMSE GÖRDÜĞÜNÜ BİLMİYOR AMA GÖRÜYOR” der ve
sorar: “ACABA KAÇINIZ ONU İŞ BAŞINDA YAKALAYA BİLİRSİNİZ?”



DKKATAdamlar yaptıkları işi aynı filmde anlatıyorlar!

REKLAMLARLA ŞUURU ÇALINAN İNSANLAR


İnsan beyninde şuur-altının tepki verdigi iki mühim olay var : “doğum”
ve “ölüm”. Şuur-altımız bu 2 vak’aya çok daha fazla tepki veriyor. Bu
2 mesaja daha duyarlı.



“Sex” (cinsellik) mesajı doğum arketipinde, “kill” (öldürmek) mesajı
da ölüm arketipinde karşılanıyor. Bu semboller verilmek istenen
mesajın içine yerleştirildiğinde şuur-altı bunları öncelikli algılar
olarak saklayabiliyor ve sıra kullanıma geldiğinde bu öncelikli
depolanan veriler, davranış ve hareketlerimize yön çiziyor.


ŞUUR-ALTI MESAJLAR

YASAK DEĞİL Mİ?



Şuur-altı reklamlarının etkisinin ispatlanmasının ardından bir yandan
bu yöntemin kullanımı arttı ve diğer yandan da bu gibi yöntemlerin
kullanılmasını önlemeye yönelik yasalar çıkartıldı. Ülkemizde RTÜK
şuur-altı reklamı : “Teknik cihazlar vasıtasıyla televizyon
yayınlarında çok kısa süreli görüntüler kullanarak, izleyicilerin
ancak bilinçaltıyla algılayabilecekleri ürün veya hizmetlerin
tanıtılmasına ilişkin mesajlar içeren reklamlar” olarak tanımlamıştır.



Yasalarımız tüketicinin korunması bakımından, gizli reklam ve
şuur-altı reklamı da yasaklamıştır. 3984 sayılı yasanın 20. maddesi:
"Reklamların, program hizmetinin diğer unsurlarından açıkça ve
kolaylıkla ayırdedilebilecek ve görsel ve işitsel bakımdan ayrılığı
fark edecek biçimde düzenlenmesini, şuur-altı ile algılanan reklamlara
izin verilmemesini" hükme bağlamıştır.



Radyo ve Televizyon Kuruluşları Reklam Yayın İlkeleri ve Usulleri İle
Reklam Gelirleri Üst Kurul Paylarının Ödenmesi Hakkında Yönetmeliğin
11. maddesine göre de: "Yayınlarda gizli reklam yapılamaz.
Programlarda açıkça reklam olduğu belirtilmedikçe ürün veya hizmetler
reklam amacını taşıyan şekilde sunulamaz. Çok kısa sürelerle imaj
veren, elektronik aygıt veya başka bir araç kullanılarak veya
yapılarının ne olduğu konusunu izleyenlerin fark edemeyecekleri veya
bilemeyecekleri bir biçime sokarak, bilinçaltıyla algılanmasını
sağlayan reklamların yayınlanması yasaktır."



1964`te İngiltere, 1974`te ABD olmak üzere dünyadaki 55 ülke
insanlarını bu tekniklere karşı korumaya almıştır. Rusyanın
Ekatirinburg şehrinde yayın yapan ATN Televizyonun “Otur ve ATN izle”
şeklinde bir gizli mesaj verdiği tespit edilmiş ve 2 ay yayın
lisansının iptal edilmesine neden olmuştur.



Neticede, Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde şuur-altı reklam
yasaklanmıştır ama bütün reklamları, dizi, film ve belgeselleri
şuur-altı mesaj içerip içermediği noktasında denetleyecek bir yapı
kurulamamıştır.



ŞUUR-ALTI VE GENEL ÖZELLİKLERİ


Günlük hayatımızda yaşadığımız bazı sorunların şuur-altımızdan
kaynaklandığını hep söyleriz ama acaba kaçımız şuur-altımızın gücünün
ve öneminin farkındayız?



Şuur-altı çoğumuzun bildiği ya da duyduğu bir kavramdır. Bu kavram
şuurumuzun farkında olmadığı ama davranışlarımızın yönlendirilmesinde
önemli rol oynayan bir yapıyı belirtiyor. Şuuraltı, alt benlik,
şuur-dışı olarak da adlandırılan şuur-altı kişiliğimizin farkında
olmadığımız, kontrolümüz dışındaki parçasını temsil etmektedir. Diğer
bir deyişle bu, buzdağının görünmeyen kısmıdır.



Otomatik bir pilot gibi bütün tecrübelerimizi depolar. Bir hâfıza
deposudur. Tecrübelerinizi hâtıralar şeklinde depolar. Şuur-altı
heyecanlarımızı, sezgilerimizi, alışkanlıklarımızı ve güdülerimizi
depoladığı gibi, bunların faaaliyete dökülmesinden de sorumludur.



Şuuraltımız, zihin telkin yoluyla iknâ olunmaya müsâittir. Şuurlu
zihnin aksine, sorgulamadan tekrarla gelen teklifleri kabul eder,
pekiştirir. Bütün otomatik davranışlarımız, alışkanlıklarımız ve
heveslerimiz haâfızada kayıtlı bilgiler arasındadır. En önemli
vazifesi ise depoladığı verilere dayanarak mutluluğu sağlamaktır.

Şuuraltı zihin delillerle ne iknâ edilebilir, ne de aldatılabilir.
Fikirlere ve imajlara karşılık verir. Şuur-altının en mühim özelliği
ise : şuurumuzun farkına varmadığı olayları, sesleri, resimleri
kaydetmesidir. Siz 5 katlı bir binaya çıkarken merdivenleri
saymıyorsunuz ama şuur-altınızda bu sayı biliniyor ve kaydediliyor.
Aynı şekilde bebekliğimize dair hâtıralar şuur-altı kayıtlarının
arasında bulmak pekâlâ mümkündür.



Şuur aynı anda 3 ilâ 7 işi yapabilir. Daha fazla görev yüklendiğinde
kilitlenir. Bu yüzden dikkatimizi yönlendirmediğimiz, bizi o anda
ilgilendirmeyen birçok veri bu filtreden süzülür. Beş duyumuzun
karşılaştığı çok sayıda duyum, algılanmadan şuur-altı hafıza deposuna
aktarılır.



Demek ki duyduğumuz, gördüğümüz ama kavrayış olarak algılayamadığımız
her şey şuur-altına ileride tekrar kullanılmak üzere veri olarak
depolanır ve gelecekteki hareketlerimize yön çizer. İşte tam da bu
aşamada şuura değil ama şuur-altına hitap eden bütün propaganda ve
veriler, bizim davranışlarımıza yön çizen güdüler olarak karşımıza
çıkar. Zira sıklık arz eden tekrarlar derûnî algılarımıza yöneliktir.



GERÇEK GÖRDÜKLERİMİZ Mİ?

Şuur-altı dediğimiz şey, şuurun binde 999'unu oluşturuyor. Yani biz şu
anda bu yazıyı, binde 1 seviyesinde görüyor, dinliyor ve okuyoruz.



Bunlar nasıl mı gerçekleşiyor? Gözde bilimsel olarak “fovea
hareketleri” olarak isimlendirilen, gözün fovea hareketleri sizin şu
anda görmediğiniz şeyleri de görüyor. Göz devamlı bir tarama içinde.
Tarıyor ve aldığı bilgileri şuur-altına atıyor. Bu söylediklerimiz
bilimsel verilerdir.


Biz, normal şartlarda gözümüzün fovea hareketleriyle beynimizde
depolanan şeylerin çok azını hatırlıyoruz. Ama mesela markete
gittiğimizde 10 tane deterjan arasından 1 tanesini çekip alıyoruz.
Yani gördüğümüzün ve de duyduğumuzun farkında olmadığımız şeylerin,
şuur ortamına çıkarak bize o malı satın aldırması söz konusu oluyor.


Yani biz görmediğimizi zannettiğimiz şeyleri aslında görüyoruz ve
şuur-altımıza gönderilen verilerin karar verme ya da faaliyete geçme
aşamasında fikirlerimizi ve davranışlarımızı doğrudan ETKİLİYOR