29 Aralık 2009 Salı

hiyerarsi ne demek?




tepeden bakanlar sadece b...k görürler,
aşagıdan bakanlarsa sadece g..... görürler.

heeeeeyyyyttt

Bizler umutsuzluğun olduğu yerde umudumuzu kaybetmeden yürümeyi
biliriz. Her yürüdüğümüz yolda Çakıllar her durduğumuz yerde Çakallar
olsa ne yazar!Ya ölümüne Severiz yada tek kalemde Sileriz!Tarihi Biz
Yazdık..Tarihtende Biz Sileriz

$aÑLıyız $öhretLiyiz Pa$ayIz KraLız rekLamIz MarkayIz FaLaÑız FiLaÑız
KraLıÑa değiL aLayIÑa baSarIz Tek FarkImIz !zm!tL! oLmAmlz!

aLaca KaranLıkta oLsun öLümüm Kısın LambaLarı Kısın aLın GötüRün BüTün
umutLarımı Kaderim DünYada KaLsın...okuSun öLüm FeRmanımı SaVcı
TopLansın üÇ BeŞ dosT oN YaBaNcı KuruSun aRtıK DaRaĞcı...BeNi
HayaLLeRimin BiTTiği YerDe aSın.

BİZ HER NE KADAR LOŞ IŞIK ALTINDA MİNİ ETEKLİ KIZLARLA DANS ETMESİNİ
BİLMESEKTE MAHALLE KÖŞELERİNDE YAGMUR ALTLARINDA DELİKANLICA SEVMESİNİ
HERKESTEN DAHA İYİ BİLİRİZ...

Bu masaLar bo$ kaLmaz gidenin yeri doLar. Bu vazoLara bir$ey oLmaz
yaLniz cicekLer soLar. Gönül kimsesiz yapamaz sevebiLeceği bir dost
arar. Ta$in kaLbi yoktur ama onu biLe yosun sarar...!

Serseriyim sokaklar evim serseriyim adam gibi severim bana bir adım
gelene ben on adım giderim.Dinle cici kız dinle zannedersinki serseri
ağlamaz serseri bi kayboldumu onu kimse bulamaz şimdi anlıyorsunya
şehirlerin asi kızı hiç kimse serseri gibi sevipte aşık olamaz

Biz kimleriz diye sorma biz hayata bosvermislerdeniz. Bize hayat
nedir diye sorma biz hayat deryasinda yüzenlerdeniz. Bizi arama lüks
meyhanelerde biz dost sarabı icenlerdeniz.Bize dost arkadas nedir
diye sorma biz onlar için ölüme gidenlerdeniz.

Bizi Eskiler Tanır Yéniler ôrnek alir Tanımayanlar ise adımızı duyar
İbret Alır..

--tutmayın bizi çok kızarız:)

23 Aralık 2009 Çarşamba

biraz da gülümseyin.:)

> 85 yaşında bir adam doğumhanenin kapısında beklemektedir.
> Doğumhaneden çıkan doktor şöyle bir bakındıktan sonra yaşlı adama sorar:
> -"içerde doğum yapan bayan yakınınız mı?"
>
> -"Evet, eşim."
>
> -"Ama bayan 25 yaşlarında..."
>
> -"Tamam işte, eşim o. Niye şaşırdınız, baba olamaz mıyım yani?"
>
> -"Yoo, aklıma benim dedem geldi de."
>
> -"Nesi varmış dedenizin?"
>
> -"Kendisi av meraklısı idi. sürekli ava çıkardı. Ancak yaşlanınca
> zorlanmaya başladı. Bir gün ava çıkacakken kendisini uyardık, aman yapma
> dedecim, sen yaşlandın, ava gidemezsin diye. Kendisi israr etti ve
> hazırlandı. Eee, tabi yaşlılık, çıkarken tüfek yerine baston aldı
> eline.Ben de kendisiyle gittim. Ormanda bayağı yol yürüdükten sonra bir
> geyik gördük.Dedim ya, dedem yaşlı. Bastonu omzuna koydu, doğrultt u ve
> geyiğe bastonla ateş etti. Geyik o anda vurulup yere düştü..."
>
> -"Olur mu, başkası vurmuştur onu."
>
> -"Ben de onu demeye çalışıyorum...
Hfraliren srısaı
Bir ignliiz üvnsertsinede ypalın arşaıtramya gröe,
kleimleirn hrfalreiinn hnagi srıdaa yzalıdkılraı ömneli dğeliimş. Öenlmi oaln brinci ve snonucnu hrfain yrenide omlsaımyış. Ardakai hfraliren srısaı krıaışk oslada ouknyuorumş. Çnükü kleimlrei hraf hraf dğeil bri btüün oalark oykuorumuşz.

Bakın nasıl da duzgun okudunuz, degil mi?

20 Aralık 2009 Pazar

MESNEVİDEN

insanların çoğu insan yiyicidir,onların selam vermelerinden pek emin olma.
Onların hepsinin gönülleri seytanın evidir,insan şeytanının laflarına
şarlatanlıktarına kulak asma.
Agah ol,kötü dostun işvelerine yüz verme,yeryüzüne tuzak kur emniyetle yürü.
Aslanlar gibi avını kendin avla,yabancının hısım ve akrabalarının yaltaklanmasına
kanma.
insanların yerine arazisine evini kurma,kendi işini kendin gör yabancının işini
degil.
EY KARDEŞ SEN TAMAMIYLA DÜŞÜNCE VE FİKİRDEN İBARETSİN,SENDEN GERİYE KALACAK OLAN
KEMİK VE KILDIR.

16 Aralık 2009 Çarşamba

İMZAMI ATIYORUM ALTINA SEVGİLİ CAN YÜCELDEN MAL BEYANI


1-Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen

2-Gökyüzünde bir bulut

3-Bitlis'te beş minare

4-Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili

5-Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı

6-Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü

7-Palandökende bir palan, iki döken

8-Kastamonu'da üç kasto

9-Üç fay hattı

10-Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma

11-Dünyada mekan

12-Ahirette iman

13-Denizde kum

14-Uzayda yerçekimsizlik

15-Bi çuval gazoz kapagi

16-Bi kiprit kutusu sigara izmariti

17-On sekiz saç biti

18-Biri ingilizce 6 adet küfür

19-Yirmi tane boş naylon poşet

20-Sevenlerin kalbinde kurulmus bir taht

21-Bi sürü saç sakal, kıl, tüy, yün

22-Uç ayrı parkta üç ayrı belediyeye ait üç ayrı banka reklamlı bank

24-Iki büyük taş kütlesi

25-Bir adet ağaç gölgesi

26-Üç kuş kanadı sesi

27-Bi sürü kedi köpek

28-Bi marmara denizi

29-Camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci

30-Her akşam karıştırılan dört çöp bidonu

31-Çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili

32-Nakit 15 kuruş

ARİSTO


BÜYÜK İSKENDER, FELSEFENİN DUAYENİ SAYILAN ARISTO' YA BİR MEKTUP YAZAR.

''ZAPTETTİĞİM TOPRAKLARDAKİ İNSANLARI TAHAKKÜMÜM ALTINDA TUTABİLMEK İÇİN
NELER YAPMALIYIM ''

DIYE GÖRÜŞÜNÜ SORAR;

1- ÜLKENİN İLERİ GELEN İNSANLARINI SÜRGÜNE Mİ GÖNDEREYİM?

2- ÜLKENİN İLERİ GELEN İNSANLARINI HAPSE Mİ ATAYIM ?

3- ÜLKENİN İLERİ GELEN İNSANLARINI KILIÇTAN MI GEÇİREYİM?

ARİSTO' NUN CEVABI :

1- SÜRGÜNDE TOPLANIP SANA KARŞI BAŞKALDIRIRLAR,

2- HAPİSHANELER MİLİTAN YUVASI OLUR, KONTROLDEN ÇIKAR,

3- ONLARDAN SONRAKİ KUŞAK İNTİKAM HIRSIYLA BÜYÜR, TAHTINI SALLAR.

ÇÖZÜM OLARAK ŞU NASİHATI VERİR:

''İNSANLARIN ARASINA NİFAK TOHUMLARI EKECEKSİN,

BİRBİRLERİYLE SAVAŞINCA HAKEM OLARAK KENDİNİ KABUL ETTİRECEKSİN,

AMA ANLAŞMAYA GİDEN BÜTÜN YOLLARI TIKAYACAKSIN. ''



*( Biri Amerika mı dedi !!)

BİLİNÇ ÜZERİNE.

Yüksek bilinç nedir sorularına bir çok yorum var elbet..
simdi bunun örneklerinden birini varolmanın gücü adlı kitaptan
Eckhart Tolle nin bizzat yaşadığı bir olayı kitabından aktarıyorum.

70 yılların sonunda Cambride üniversitesinde her gün bir kaç arkadaşımla yemek yerdim.
Bazen yakınımdaki masalardan birinde tekerlekli sandalyeye mahkum bir adam otururdu
ve yanında 3 5 kişi otururdu.
Bir gün tam karşımdaki masaya oturdunda ,elimde olmadan yüzüne baktım ve gördüğüm şey
karsısında çok sasırdım.
Adamın bütün vücudu felçli gibi duruyordu
vücudu çok zayıftı ve başı sürekli öne eğik duruyordu.
Yanındaki insanlardan biri dikkatle ağzına yemeğini koyuyordu,büyük bir kısmı
tekrar dışarı dökülüyor başka bir adamın tutttuğu bir tabağa düşüyordu.
Felçli adam anlasılmaz sesler çıkartıyor ve yanındakilerden biri kulagını
onun ağzına yaklaştırıp inanılmaz bir şekilde dediklerini anlayarak
diğerlerine tercüme ediyordu.
Daha sonra arkadaşıma kim olduğunu sordugumda:
Bir matematik pröfösörü olduğunu etrafındakilerinde öğrencileri olduğunu
zaman içinde vücuduna yayılan bir sinir hastalığı olduğunu yaklaşık 5 ay
ömrü olduğunu söyledi.
Bir kaç hafta sonra ben binadan çıkarken adamın elektrikli sandalyesiyle geçebilmesi
için kapıyı tuttuğum sırada göz göze geldik.
Adamın bakışlarındaki netliği görünce bir kez daha sasırdım
hiç mutsuz bir insan gözlerine benzemiyordu.
Direnmekten vazgeçtiğini hemen anlamıştım,tam bir teslimiyet halinde yaşıyordu.
Yıllar sonra son derece saygın uluslar arası bir derginin kapağında resmini görünce
çok sasırdım.
bunca yıldır yaşaması bir yana,dünyanın en ünlü fizikçisi olmuştu ve o adam Stephen Hawkingti....

KARTALLAR SEÇİM YAPMAK ZORUNDADIR.....ÇÜNKÜ..


Bazen düşündüğüm zaman ,hayvanları ve bitkileri şuursuz olduklarını var sayarak insanlığın büyük bir
yanılgıda olduğunu görüyorum...o kadar ibret verici olaylar var ki beni derin sorgulamaya
itiyor şimdi yazacağım kartalın seçimi beni hep çok etkilemeiştir ve rivayet degildir(bilmeyenler için) yazmak ve paylaşmak istedim.
KARTAL SEÇİM YAPMAK ZORUNDADIR:
Kartallar kuş türleri içinde en uzun ömürlü olanlardandır ortalama 70 yıl yaşar.
Fakat bir kartal 40 yaşına geldiği zaman uzun yaşamak için bir seçim yapmak zorundadır.
Çünkü 40 yaşına eriştiği zaman pençeleri sertleşir ve esnekliğini yitirir.
Bu nedenle beslendiği avları kavrayıp tutamaz,gagası ise içe doğru kıvrılır,kanatlar
yaşlanır ve ağırlasır.
Tüyleri kalınlasan kartalın uçmasıda çok zor bir hale gelir ve bu duruma gelen bir kartal
seçim yapmak zorundadır.
Ya ölümü seçecek,
Ya da yeniden doğusun acılı ve zorlu sürecini göğüsleyecektir.

şayet ikinci seçeneği saçerse,
kartal bir dağın tepesine uçar.
orada bir kaya bulacak ve gagasını sert bir sekilde düşürene kadar kayaya vuracaktır.
ve gagasının tekrar oluşmasını bekleyecek gagası çıktıktan sonra bu yeni gagasıyla
pençelerini sökecektir....ve yeni pençelerinin çıkmasını bekleyecektir.
Ve yeni pençeler çıktıktan sonraysa kanatlarındaki tüyleri yolacaktır.
bütün bu olayalrın ortalama süresi 5 ay civarıdır.
Bütün bu oluşumlarla bir kartal ömrünü 20 yıl veya daha üstü bir yaşam bağıslayan
meshur yeniden doğus uçusunu yapmaya hazırdır artık.....

6 Aralık 2009 Pazar

tarantino:)


Son dönem yapılan brbirinin benzeri aptal filmlerden sıkıldık hepimiz.
neyse bende film protestoma ara verdim filmlere döndüm .
başlıga dönelim,
tarantino stilini çok sevdiğim bir yönetmen
sanatsal degeri tartısılsada kendine has tarzını yansıtmakta usta.
son filmi soysuzlar çetesini yeni izledim.
Artık nazi yahudi filmlerinin agdalana ağdalana gözümüze sokulmasından
çok sıkıldık degil mi?
neyse böyle gına gelmiş bir konuyu tarantino hatrına izledim,
evet evet bu adam işini biliyor bence yine keyifle izliyorsunuz
izlemediyseniz ve tarantino tarzınızsa kaçırmayın derim:)

peh!

Epeydir ruh saglıgımı korumak için basın ve medyadan soyutlamıştım kendimi..
Bugün dayanamadım biraz takip ettim.
Bülent Arınç ın vecizeleri anında sinirimi oynatmaya yetti.
Herkesi aptal yerine koymaya son sürat devam,bir basbakan yalakalığı
yani artık utanmazlık had sahfada..
Acaba bunların yaşadığı ülke diyorum bizim ülke degil mi?
Böyle gerçeklere cok güzel yalan kıyafetlerle allayıp pullayıp pazarlıyorlarki.
umarım hala bu cafcaflı yalanlara inanan saf vatandaşımız kalmamıştır..
Beyefendi diyor ki:
Başbakan mazlum milletlerin ve kişilerin timsaliymiş.
valla dogru servetine servet,konforuna konfor,yanlız kendine olsa iyi
birde yaltakcılar cumhuriyetini kurdular .
Hala utanmada mazlumları temsil ettiğini iddia eden bülent bey,sanırım ki
mazlumun türkçe karsılığını bilmemekte.
Allah büyük herkesin bir devri var ,sizi Allah islah etsin diyorum.

elmas


Elmas ya da işlenmiş haliyle pırlanta,
ısı ve zamanın etkisyle oluşan kömür parçasından başka bir sey degil aslında.
tabi biz kadınlar için bir düşkünlük ve bazıları için önemli bir satatü sembolü.
hiç bir organik madde içermediği için yapısının degişimi sadece 300 ila 10000000 yıl arası
bir zaman oldugu tahmin edilmekte.
Elmas bilinen en sert maddedir ve bir elması sadece başka bir elmas kesebilir.
doga ve varoluşu sorgulayanlar için enteresan bir oluşum ve gerçeklik.
lakin bu elmas piyasası içinde yapılan sömürü ve zülmü düşününce (kanlı elmas filmini izleyenler hatırlayacaktır.)

acaba diyorum bu kadar vahset ,bir kömür parçası içinse değer mi?
bir ara kürk çılgınlıgı vardı ,o zamanlarda kürklerin parlak olmsı için
hayvanları canlı yüzdükleri anlasılınca gerçek kürk modası yerini
yapay kürklere bıraktı.
bence çok yerinde bir gelişim.
aynı sey elmas içinde neden olmasın?

30 Kasım 2009 Pazartesi

martı ve fare


Martı plajın üzeriinden uçarken bir fare görmüş,hemen
alçalıp fareye sormuş:
kanatların nerede senin?
Her hayvan kendi dilini konuşur, o yğzden fare
soruyu anlayamamış.
karsısındaki yaratığın gövdesindeki o iki tuhaf iri seye bakıp:
bir hastalığı olsa gerek diye düşünmüş.
Farenin kanatlarına baktığını farkeden martı zavallıcık diye
içinden geçirmiş,bir takım canavarların saldırısına uğramış
herhelde hem kulaklarını sağır etmişler hemde kanatlarını
alıp gitmişler.
Fare için çok üzülen martı ,hayvancağızı gagasıyla tutumuş,
göklerde bir gezintiye çıkarmış.
Gökte uçarken evini özlemiştir belki diye düşünüp
fareyi büyük bir özenle yere bırkmış.
Aradan aylar geçmiş,farenin yüreğine bir hüzün çökmüş,
yükseklerden baktığında ne kadar engin ve güzel bir dünya
gördüğünü anımsamış.
Gelgelelim zamanla yeniden sıradan bir fare olmaya alışmış,
yaşadığı o mucizenin bir düşten baska bir şey olmadığına
inanmış.
Hangi eve dönüp baksam,
bir odası eksik....

Şimdi beni avucunun içine aldın ya,kim olursan ol.
Hersey bosa gidecek bir şey eksik kalırsa.
Açıkca uyarıyorum seni daha fazla üstüme gelmeden,
o sandığın kişi degilim ben,bambaşka biriyim.
Kim benim yolumdan yürümeye kalkar ki?
Kim talip olur benim dostluk ve sevgime?
Yol kuşkulu sonuç belirsiz yok edici belkide
Terk etmen gerekecek başka ne varsa,yanlız ben
umacağım senin biricik ölçütün olmayı.
Çıraklık dönemin bile uzun ve zorlu geçecek o zaman.
Vazgeçmen gerekecek tüm yaşam biçiminden
ve çevrendeki yaşamların uyumundan.
O yüzden bırak beni başın daha fazla belaya girmeden,
çek elini omuzumdan,
beni yere bırak ve kendi yoluna git.

28 Kasım 2009 Cumartesi

Mesneviden küçük hikayeler..



İNSAN ARIYORUM.
Bir rahip elinde bir kandil çarşı pazar dolasıp dururdu,
bir ahmak ona sordu:
böyle güpegündüz elinde kandille ne dolasırsı ne ararsın?
Bir insan arıyorum.
Allah Allah,işte her yer insan dolu:
Hayır hayır, öyle degil insan arıyorum.


AKIL BAŞTA DEĞİL.
Gerçi insanın akıl ve bilgisi yılları semeresidir.
Bilgi ambarının dolması için nice hasat mevsimi gerek.
Saçtaki sakaldaki ak insanın nice seyler gördüğüne bilgi
ambarını doldurduğuna işaret eder.
Ne varki insanın birşey öğrenmeye niyeti yoksa,
akıl ambarını sürgülemisse gelip geçen mevsimler ne yapsın.
Ntekim dünyada iblisden yaşlısı yok ama o hala ilk günkü kopkoyu
cehaletinde...
O halde bilgi ve akılda yaşına layık olmaya bak ,saçını sakalını yalancı çıkarma.






DOSTLARIN DÜSMANINDIR.
A arkadaş !
sen hedefini sasırmış dostu düsmanı karıştırmıssın.
Dostum dediğin herkes seni oyalamakta ,seni yolundan geri koymakta.
Haktan hakikatten ,cennetten .cemalinden uzaklastıran dost nasıl dosttur?
Gerçek sana kapı olandır ,perde olan değil.
Ö nüne düşüp hakka iletendir ,yol kesen degil.
Bu nazara göre seni döve döve hakka kovalayanları zahiren düsman gözükselerde
düşman bilme.Zira hayra vesile olan hayırdır.






ŞEKER EKMEK OLUR MU?
Dış benzerliği iç benzerlik demek değil.
Nasılsa sekeri ekmek kıvamına soksanda isırdınmı tadı şekerdir.
Yediğn seyin şekermi ekmek mi olduğunu anlamak için tatmak lazım.
O halde kalıbı şekere benzeyen adamı şeker sanma.
Bu dünya adamsız elbiseler
elbisesiz adamlarla doludur.

nice insanlar gördüm üstünde elbise yok
nice elbiseler gördüm içinde insan yok.

HORBO HORBO KİM ACABA?


Tamam tuhaf bir başlık haklısınız,
ama bu zat hepinizin son zamanlarda ismini duydugunuz meshurrr birisi konuyu suluandırmadan
hikayeye geçelimmi? buyrun merakınızı gidereyim.
Birinci dünya savaşı sonunda suriye cephesinde kolundan vuuldu namı ordan geliyordu.
savaştan sonra daga çıktı eskiya oldu ,zaman zaman malatyaya iniyordu erzak almak için.
sehir yolunda bir kıza vuruldu adı Emineydi .
sordu soruşturdu :emirler köyünün agası vahap aganın kızıydı 15 yasındaydı.
heyet gönderdi allahın emri,
lakin vahap aga sözü yarıda keser .
bende eskiyaya varilecek kız yok der.
bunun üzerine adamlarıyla köyü basıp kızı kaçırır çolak memo.
küçük emine memonun ilk karısı degildir 13 eşi vardır 3 üncü esini boşar dördüncüyü alırdı.(işi kitabına uydurmuş çolak memo valla neyse devam)
cumhuriyetten sonra mecburen çok eslilige ara verir memo.
birgün kumalar evdeyken(meryem bedriye emine)polisler hırsızlık sucuyla arama yapmaya glirler.
Çolak memo sorulara cevap verirken diger odada gülüsen eşlerine sinirlenir polisler gidince karısı emineyi 3 kattan asagı atar.
bu yüzden 3 yıl hapis yatar.
1933 yılında hapisten cıkar eminenin gönlünü alır.
4 çocukları olur ,kocası ölünce Emine hanım Malatya Mensucat fabrikasında çalışmaya başlar.,büyük ogluna çok güveniyordu okulları hep dereceyle bitiriyordu.
Onu sürekli horbo horbo diye severdi.
bir gün fabrikaya polisler geldi,karakola götürdüler.
Karakolda oglunun Ahmet Emin Yalmana suikast yaptığını öğrendi.
horbo kimdi peki ..ehhh artık yazayım Hüseyin Üzmez olurlar kendileri.
Ha birde hafızaları tazelemek açısından şunuda hatırlatayım..Müslüm Gündüz ve Fadime Şahinin basıldığı evde üzmezin eviydi ülkemizin ihtiyar delikanlısının geçmisinden küçük detaylar.
bu arada kaynak olarak Soner Yalçının son kitabını kullandım...hani merak edenlere..

19 Kasım 2009 Perşembe

esrarını mesneviden çaldım,çaldımsa miri malı çaldım.

Bir düsmanı olan ondan uzaklasıp kaçınca kurtulur.
Ama benim halim bir degişik:
Zira kaçan da benim kovalayanda.
Bir kendi kendime düsman olmuş ,kendi yolumu kesmisim.
Bir yanım iyiliğe koşmakta,diger yanım ona çelme takmakta.
Ne denizlerin dibine dalmak,
ne gökyüzüne çıkmak beni paklar.
İnsan kendinden nasıl kaçar gölgesinden nasıl kurtulur.
O halde ben kendimi ıslah etmediğim takdirde bu kaçıp
kovalamadan bana kıyamete kadar kurtuluş yok.
Duyguda ilk sırayı alan şey
biçimde hep sondadır.


O.Wilde.

15 Kasım 2009 Pazar

ne okusak?

Merheba arkadaşlar,
Son zamanların moda akımı hırsızlık olaylarından biri benim evimde rücü ettigi için
pek blog yazılarıma ilgilenemiyorum bilgisayarsız pek mümkün degil tabi:)
Şimdi hazır bilgisayar bulmusken biraz kitaplardan bahsedelim ne dersiniz?
ne okusak derseniz benim naçizane tavsiyelerim :
Gerrilim severlere elbet üstat
Granje dan koloni
Tess Gerritsen den günahkarı önerebilirim.
film tadında bir roman olarakta
metal fırtına serisinin burak turna kolu 5 inci sini çıkarmış.
bilmeyen varsa küçük bir anekdot
metal fırtına 1 Orkun uçar ve Burak turna birlikte yazdılar,
daha sonra metal fırtına 2 yi yazdılar.
Bu ikinci kitaptan sonra her iki yazarda seriyi yani 3.4. ayrılarak yazdılar
yani farklı sekillerde ..bana sorarsanız ben Orkun Uçar ı daha zevkime uygun buluyorum.
ama Burak Turnada kötü degil.
bu metal fırtına 5 de iki saatlik güzel bir akasiyon filmi tadında okuyabilirsiniz.

arastırma kitabı sevenlere soner yalçının son kitabI

Bu dinciler o bizim müslümanlara benzemiyor adlı kitabı önerebilirim.
Soner Yalçın herzamanki üslubuyla ,şu anda oldukça üzerinde düsünülmesi gereken
toplumsal meseleyi elinden geldigince güzel incelemiş.

Birde malum çok popüler olan bir kitap aşk Elif Şafaktan bahsedeyim.
Neden bilmem ama Elif Şafak bana samimi gelmeyen bir yazardır ve okumam.
bir dostumun ısararlı ricasıyla okudum.
Esasında konu olarak Mevlana ve Tebrizinin hikayesi olduğu için romanda onların ilişkilerinin oldugu bölümler güzel zaten gerçekler oldugu için daha önce den bu konuda okudugunuz kitaplar varsa doyurucu olmayacaktır.
Ama rumiyle hiç ilgilenmemiş biri için bu kitap iyi bir baslangıç olabilir.

Gelelim varolusu sorgulayan kitaplarımıza..
bu güne kadar okudugum bu inasnın iç yolculugunu sorgulayan kitaplardan
Günümüzün diliyle en iyi ifade eden kitap
sprütüel ögretmen olan Eckhart Tolle nin varolmanın gücünü herkese tavsiye edebilirim.
Özllikle insan egosu üzerine olan arastırmalı çözümleri en basit okuyucunun bile anlayabilecegi sekilde gözler önüne sermiş herkes okumalı diyorum.

Birde diger yazarımız var
Mirzakarim Norbekov oda varolussal kitabını olduça matrak ,hatta biraz insanların
körlükleriyle gayet nükteli bir sekilde eglenceli tarzda yazmış okunabilir kesinlikle.

diger yazarımız R .şanal ise
kuantum ve kuran ruhsal ve manevi yol arayanlara tavsiya ederim .

Birde tanrılar okulundan bahsedeyim yazarını hatırlamadım şu an bu dili agır
derin okuyuculardan degilseniz hiç bir sey anlamazsınız ,hatta sıkılabilirsiniz.

Fakat okudugum bütün bu varolussal kitapların ,
hepsinin sasırtıcı derecede Kuran la örtüstügünü söylemek eger Kuran incelemesi
yapmamıs biriyseniz size ütopik gelecek .

Ve şunuda söyleyebilirim günümüzdeki yazarların çabasını takdir etmekle birlikte,
Mevlana nın,Yunus emre nin,ve taririmizdeki kıymetli diger yazarların bunları neredeyse 800 sene önce görmüş olması sasırtıyor beni.

Simdiki uzmanların çogunun bunların üstünde pek bir sey çıkarabileceklerini
umut etmiyorum.aslında cevaplar yıllardır elimizde çoguuz dogru okuyamıyoruz
sorun sadece bu ve bu kadar basit.


Eh madem bu kadar edebiyat yaptım artık noktamı koyayım.

Günlerden bir gün insan virgülü kaybetti:
O Zaman zor ve uzun cümlelerden korkar oldu ve basit ifadeler kullanmaya başladı.

Cümleleri basitlesince düşünceleride basitleşti.
Sonra ünlem işaretini kaybetti,
Alçak bir sesle ve ses tonunu degiştirmeden konuşmaya başladı.

Artık ne bir seye kızıyor nede bir şeye seviniyordu.
Hiç bir sey onda en ufak bir heyecan uyandırmıyordu.

Bir süre sonra soru işaretini kaybetti ve artık soru sormaz oldu.
Hiçbir sey onu ilgilendirmiyordu,ne evren,ne dünya,nede kendi evi umurundaydı.

Birkaç yıl sonra iki nokta üst üste işaretini kaybetti ve olayların nedenlerini
başkalarına açıklamaktan vazgeçti.

Ömrünün sonuna dogru elinde yanlız tırnak işaretleri kaldı.
Kendine özgü tek düşüncesi yoktu,
yanlız başkalarının düşüncelerini aktarıyordu .düşünceyi unuttu ve böylece son
noktaya ulaştı..

Hepinize iyi haftasonları .

30 Ekim 2009 Cuma

ACI BEDEN .

Bu başlık bazılarınıza tanıdık geldi belki,
hepimiz hayatı sorgulayıp cevaplar arıyoruz çogu zaman lakin genelde bulamıyoruz.ya da bulsakta farkında olmak istemiyoruz.
Bu acı beden deyimi okudugum spiritüel bir uzman olan Eckhart Tolle nin egolarımıza verdigi bir isim.
hani bu tip ögretileri okuruz aaa ne dogru deriz fakat uygamayız,tolle nin bu kitabını yaşamıma kolay uyguladım yada ben hazırdım bilmiyorum .
aslında beni etkileyen kısmı hep hayatın sırrını çözmüş bazı kişiler vardır Mevlana ,Gandhi ,yunus emre vs..vs.. işte bukitapta aslında onların bu sırra nasıl erdiklerine cevap veriyor sanki vede beni en çok ikna eden bölümü bugüne kadar edindigim din anlayışıma çok uygun geldi yani kısaca cevaplara hazırsanız bu kitapata mevcut benim sahşi fikrim asagıda kısaca yazacaklarım şimdinin gücünden küçük bölümler yazarın sonraki kitabı varolmanın gücüyse daha yalın bir anlatımda onuda daha sonra özetler yapacagım.
ŞİMDİNİN GÜCÜNDEN
Duygusal acı beden 2 tarzda olur,uykuda yada aktif.
Onu bir varlık olarak görebilirseniz ,gerçeğe çok yaklaşmız olursunuz.
insanların bir kısmı tamamen acı bedenle yaşarken,bir kısmı onu sadece yakın ilişkilerde ya da geçmişteki bir kayıp ve terkedilme yaşarlar.
geçmişten gelen acı kalıbı rezononstaysa onu hersey aktive edebilir.
o uyanmaya hazır olduğundaysa,herhangi bir düşünce yada herhangi masum bir sözcük onu harekate geçirebilir.
Bu sinirleme,sabırsızlık,sıkıntılı ruh hali ,incitme arzusu,öfke,hiddet ve deprosyon hayatızda bir dram yapma ihtiyacı olarak ortaya çıkar.
onu uyandığı an yakalyın,çünkü aslında o an tam bir bilinçsizlik halidir.
o anda zihniniz sizi kontrol ediyordur.
zihin sizden beslenir onun acıya ihtiyacı vardır bu acı beden sizi ele geçirdiğinde enerji frekansınızı olumsuza çeviririr.
daha hep daha çok acı ister,ve aslında onu siz yaşatırsınız.
egonun karanlık bölgesi acı beden bilincin işigındann korkar.
acı bedenle şavasmayın onu gözlemleyin mesala acı beden size hakimse
siz birisinin size yaptıgı bir şey yada sizin yapacagınız bir sey üzerinde
duruyorsanız acı beden sizi ele geçirmiştir.
öfkenin altında daima acı beden yatar.
zamanda özgürleşmek geçmiş ve gelecekten kurtulma halidir.
özgürlük tamamen teslimiyet haliyle gelir ,ve kişiye inanilmaz bir bilinç degişim hali başlar.
aslında geçmişi siz simdiye taşırsınız,onu şimdiye taşıyarak acı bedeni besleme
ihtiyacınızı giderirsiniz bu egonun kurnaz bir oyunudur.
gelecek hiçbir zaman olmayacaktır ,hep şimdi vardır.
hersey şimdide yaşar geçmişide şimdiye siz tasırsınız.
Carl Jung kitaplatından birinde bir kızılderili şefiyle yaptığı konuşmayı anlatır.
şef ona beyazların gergin bir yüzle ,sabit bakişlarla kaba bir tarzları oluğunu söyler.
onlar daima bir sey arıyorlar ne arıyorlar?
daima huzursuzlar ve rahatsızlar ne istediklerini bilmiyoruz ,onların deli olduklarınnı düşünüyoruz der.
aslında siz bilincin işıgını acı bedene yaniego ya yönelttiginizde ,
bilinçsiz olan hersey yok olur.
insanlar bir evi,arabası,işi,parası ,bir ilişkisi vs..vs.. olduğunda mutlu olacaklarını düşünürler.
bütün bunlara sahip olsalarda yine mutsuz olduklarını görebilirsiniz.
bunlar egonun tuzaklarıdır çünkü ego asla doymaz doyumsuzdur.
kişi ancak içsel bilincine ulasırsa aydınlanacak ve huzur bulacak ve varlık olacaktır.
gerisi sadece egolarımızın yarattıgı dış dünya ilizyonlarıdır ve sadece anlık doyumlar yaşatabilir.
içselligi ve varlığı yakalayamayan insan asla gerçekten varolomaz ve hiç bir gerçek duyguyu yaşayamaz.
egoyu yok etmek onun farkında olmaktır.
olan biten herseyi tam bir teslimiyetle kabul etmek gerekir.
olan olmuştur geçmişin simdiki zamanı ele geçirmesine izin vermemek gerekir.
bir peygamber eski ahitte söyle der:
güneşin altında yapılan herşeyi gördüm,
heyhat hepsi boştu ve rüzgarın peşinnde koşmaktan başka bir şey degildi.

işte siz bu noktaya eristiğinizde aydınlanmaya bir adım kalmış demektir.
başkalarındaki bilinçsiz davranışa direnir ve şavasırsanız ,sizde bilinçsizlesirsiniz.
böyle durumda gerçek bir hayır deyip uzaklaşmak gereki

egolar siz gerçek varlığınızdan koparır .
oysa teslimiyette siz artık egonun sahte maskelerine ihtiyaç duymazsınız ve yaşadıgınız herşeyi gerçek yaşarsınız.
oysa ego dikkat incineceksin çok incineceksin der.
egunun bilmedigiyse sizin incinmeye açık hale gelerek asli incinmezliği kesfetmenizdir..



kitaptan kendimce anlasılr birkaç bğlüm yazdım..yanlız sunu belirteyimki
yazarın bahsettigi teslimiyet hayattan kaçış teslimiyeti degildir bu kısa yazıda eksik anlasılabilir yazar yaşamı anlamdırmak için daima içinde oldugunuz anın farkında olmak çabası vardır yoksa bize geçmişiz derslerimiz ve hatalarımız gğrmezden gelmek degil ,olumsuzu hayatınızı zehirlemeyin mesajı içeriyor zaten cevap arayanlar kitabın bütününde ihtiyacı olanı alacaktır.

29 Ekim 2009 Perşembe

nice bayramlara..



nice bayramlara

VAZİYETİ EHVALİMİZ:(

Adamın biri çok uzun yıllar yurt dışında kaldıktan sonra ülkeye dönmüş. Havaalanından evine gitmek için bir taksiye binmiş. Yolda giderken yanında sigarası olmadığını hatırlamış ve şoföre bir markette durmasını , sigara alacağını söylemiş. Şoför gitmiş bir caminin önünde durmuş ve ''buyrun beyim, sigaranızı alın'' demiş. Adam şaşırarak ''nasıl yani, burası cami'' demiş. Şoför ''beyim, artık ticaret camilerde yapılıyor'' demiş. Şaşkınlığı artan adam ''burası ibadet yeri değil miydi, hocalar, imamlar nerede... peki ibadet şimdi nerede yapılıyor'' diye sormuş. Şoför ''beyim ibadet üniversitelerde'' diye cevap vermiş. Adam ''profesörler, doçentler nerede... eğitim, nerede yapılıyor '' demiş. Şoför sakin sakin ''beyim eğitim hapishanelerde'' diye cevap vermiş. Adamcağız panik halinde ''ya hapishanelerde olması gereken, hırsızlar, hainler, düzenbazlar nerede'' deyince,

şoför cevap vermiş ''beyim onların hepsi şimdi dokunulmazlık arkasına saklanmış olarak meclisteler''....

Umarız, yüce meclisin bu cücelerine biran önce, dokunurlar, meclisi ve milleti tüm pisliklerinden arındırırlar...!!

AMİNNNNN...

24 Eylül 2009 Perşembe

8 .mm.

baslık garip mi geldi?
nicholas cage nin bir filmidir.
nerden icap etti ,meshur garipoglu cinayetinden anlatayım.
filmde bir yaşlı teyzenin kocasının ölümüyle başlar.
zengin bir ailedir.
bu teyze ölmüş tonton kocasının esyalarını toparlarken,
özel kasasında bir video kaset bulur ve merak eder izler.
dehsete düşer,
kasette yarıçıplak genç kızların öldürülüşü vardır..ve kocası bunları izliyordur.
hemen bir dedektif tutar (nicholas cage)
dedektife yalvarırım bu kızları bul bunlar gerçek olmamalı montaj olmalı diye yalvarır.
dedektifimiz arastırmaları sonucunda kızların gerçekten sahipsiz,sohret ve para peşinde olan saf kızlar oldugunu saptar.
ve arastırmaları sonucunda bazı zengin sapıkların ,bu işlerden müthiş haz aldıgını
ve bunun için bir mafya olduğunu görür.
bu kızları bir sekilde kandırıp ,bu sapıklara sunuyorlardır.
seri katiillerin ve katillerin ,
bir kısmının insan oldürürken cinsel tatmin yaşadıkları piskoloji kitaplarında geçer.
bu münevver cinayetinde de sanki böyle bir durum var gibi geliyor bana.
adlitıp raporları aynı aileden 2 erkek dna sı oldugu ve bir sürü sey söyleniyor.
yani bu filmi hatırlattı zengin sapıklardan piyasaya düşen bir hikaye gibi .

17 Eylül 2009 Perşembe

10 Eylül 2009 Perşembe

toplumun içinden bir hikayem.

hani diyorum ya ne olacak halimiz,
size yasadıgım bir olayı anlatayım degerlendirin bakalım!
simdi bir tanıdıgımın evindeki yardımcısı olan bir hanımla konumuz.
bu hanım ,kendi halinde temizlik yaparak geçimini saglayan bir hanım.
çalıştıgı hanım bir doktor:
hikayemize dönelim ,
bir gün yolda arabamla seyir halindeyken ,bu hanımı birtaksiye
binerken gördüm.
refleks olarak durup sağa çektim.
içimden yazık kadına taksi parası vermesin ,vaktimde var bırakayım
diye düşünüyordum.
hemen kornaya asılıp isaret ettim gelmesi için.
hanım beni gördü ,tam taksiye binmek üzereydi ,neyse efendim
geldi bindi yanıma.
lakin kadının ifadesinde bir gariplik sezdim,normal davranmasına
ragmen bir tuhaftı.
içimden acaba onu küçümsedigimi düşündü diyerek geçirdim.
neyse evine kadar bıraktım ,kafamda soru işaretleriyle.
derken bir süre sonra çalıştıgı hanımdaydım.
onunla paylaştım kafama takılmıştı çünkü.
bunun üzerine dr.hanım gülerek/
-ah sen onun işini bozmuşşun dedi.
-nasil yani?
-onun bir taksici sevgilisi var diye duydum.dedi/
bu arada hanım evli 3 çocugu var kahramanımızın.
neyse ben ozaman olayı anlamdırdım.
asıl enterasan olan sonrası.
bir süre sonra bu hanımın tası toragı toplayıp,kendiside evli olan
taksici sevgilisine kaçtığını ögrendim.
ee bu da tamam .duyuyoruz bunları.
lakin yine bu dr. hanımla yakın zamnda olan konusmamızda şok oldum
kahramanımız bir saglık sorunu yuzunden bizim dr.hanımın kapısını çalar.
hosbeş derken koyulur anlatmaya.
taksici sevgilisinden bir cocugu olmuş.
lakin ne taksicinin eşi,ne de kendi eşi bosamıyormuş.
hanımın kocası söyle diyormuş ,eninde sonunda bana döneceksin.
ve kaçan eşinin dostundan olan çocugunu da kimliği olsun diye nufusuna geçirmiş..
yuhhhhhhh artık dedim...kelimelerin bittiği nokta bu olsa gerek.
artık benmi anarmal kaldım diye ciddi cidi düşünmekteyim ..aaa dostlar siz nasıl düşünüyorsunuz su anda acaba?

çarsambayı sel aldı.

metropolümüz canımız cigerimiz İstanbul u sel aldı.
hep beraber izliyoruz olanları.
vali güler e göre sorun yok ,topbaş a sorarsanız bu büyük beklenmeyen bir afet.
hadiii yaaaa...
siz niye oralardasınız o zaman soralım bakalım?
en az 16 sene c'vari büyüksehir AKP nin elinde sayın topbas
suçu kime atacaksınız.
siz dere yataklarına imar verin ,sonra dereler taşınca ....
büyük afet canımmmm ne yapalım.
neden o zaman istanbulun heryeri sular altında kalmadı.
bir yerlerde yanliş var demek ki.
sizler yataklarınızda nasıl huzur içinde uyumaktasınız çok merak ediyorum açıkcası.
ar damarı çatlaması tam da bu olsa gerek..
halka bakın şakır şakır yağma yapıp,sırıtarak kameralara konuşuyorlar.
eee liderlerden alıstı herkes tabi yüzsüzlüge.
eskiden filmlerde fakir ama onurlu imajı çizilirdi,oyleydi de gerçekten.
ama küresellesiyoruz degil mi?
muhtesem kapitalizm.
meta ...her sey meta..
din ,iman ,onur, haysiyet ,milli duygular falan banknotlara endeksli.
kimi milyarlara,kimi trilyonlara satıyor o kadar bir fark.
herkes konumuna göre götürüyor...
özal memurum işini bilir diyerek az söylemiş..
halkım işini bilir demesi gerekirmiş.
hepimize geçmiş olsun .gören gözlere bir sürü ibret varda,
kimseninn uyanacagını sanmıyorum ,umarım yanılıyorumdur insallah.

isra 16.
biz bir ülkeyi mahvetmek istediğimizde,
onun servetle simarmış kodamanlarına ,elebaşlarına
emirler yöneltiriz.
onları yöneticiler yaparız da onlar bozuk gidişler sergilerler.
böylece o ülke aleyhine hüküm hak olur,
bizde onun altını üstüne getiririz.

AYN RAND

Ayn Rand atlas vazgeçtiden kısa alıntılar.
odasında son kere ,başında duvağıyla söyle bir durdugunda köşe yazarıkadın
-dinle beni çocuk!
sen sanıyorsun ki ,insan hayatta incinirse bu onun kendi günahıi
aslında uzun vadade bu doğru tabi.
ama sana sende gördükleri iyi şeyler yüzünden zarar vermek,
seni incitmeye çalışacak insanlar olacaktır.
gördüklerinin iyilik olduğunu ilip,o yüzden seni cezalandıracaklardır.
bunun seni yıkmasına asla izin verme.




francisco.
sesi ciddi ve sakindi.
eger karsınızda atlasıgörseniz.....hani şu dünyayı omuzlarında taşıyan o devi.
göğsünden kanlar boşanır, dizleri bükülürken ,kolları titrerken ama yinede var
gücüyle dünyayı havada tutmaya çalışırken ona ne kadar çabalarsa çabalaın,dünyanın
o kadar agırlasmaya fark etseniz ona ne yapmasını söylerdiniz?
-ben bilmiyorum, siz ne söylerdiniz?
-omuzlarini silkmesini........




kendine hissetme zamanı tanıma ,cesedi mümkün olduğunca çouk parçala.


bakın dr.
insanlar düşünmek istemiyor.
başları ne kadar derde girerse o kadar kaçıyorlar düşünmekten.
aama beri yandan içgüdü onlara düşünmeleri gerektiğini söylüyor.
bu yüzden suçluluk duygusuna kapılıyorlar.
bu durumda onları düşünmekten alıkoyacak kim olursa onu begenir,
onun peşinden giderler.
kendi günahları saydıkları,
bir zaaf ,bir suç olarak gördükleri seyi yüce bir sevapmış gibi göstereilen kim
olursa ,onu izlerler.



dostlar arası kurallara göre,
kendinin herhangi bir zaafını belli etmek,silahı düsmanın eline vermekti.


eger birinin zevki ötekinin acısıysa hiç alışveriş olmasın daha iyi .
bir tarafın kazanıp ,öbür tarafın kaybettiği alışveriş sahtekarlıktır.

biliyormusunuz.
sizin gibi dürüst adamlar büyük karın ağrısıdır.
acıgınızı yakalamak için çok bekledik.

GERÇEK BİR HİKAYEDEN YİNE

Adamın biri iş için microsofta basvurur.
tuvaletçi alınacaktır.
bütün elemeleri geçer ,yetkili kişi adama maille baslama tarihini bildirecegini söyler.
adamda bilgisayar kullanmadığını ve mail adresi olmadıgını söyler.
yetkilide bunun üzerin mail adresiniz yoksa sizi ise alamayız,çünkü sanal alemde
yoksunuz der,adam çok üzgün ayrılır.
sokakta gezerken kiraz satan birini görür.
cebindeki son 20 dolarla kiraz alır.
bunu kapı kapı dolasıp satar,2saat sonra cebinde 40 doları vardır.
adam bunun üzerine bu işi yapmaya karar verir.
allah yürü ya kulum der .once bir kamyonet sonra bir tane daha derken,
5 yıl içinde bir holding kurmuştur.
Ve kendini ve ailesini sigorta ettirmek için ,ir sigorta şirketine gider.
ordaki yetkili bütün işlemler bitince mail adresi ister.
adam yine bilgisayar kullanmıyordur ,
ve mail adresinin olmadığını sğyler.
bunun üzerine yetkili şasırır.
-inanmıyorum !
mail adresiniz bile yokken dev bir holding sahibi olmuşşunuz
birde bilgisayar kullansaydınız der:
(bu arada adamin kurdugu nakliye sirketi abd nin ilk beş büyük nakliye sirketinden biridir yazmayı unuttum)
adamda bunun üzerine sigortacıya:
-mail adresim olsaydı,su anda microsoftta tuvalet temizleyicisiydim der.
bu hikayede bana hayatın bizimle ilgili planları olduğunu,ve istedigimiz halde
olmayan bir sey varsa bunun tanrının bizim için belirledigi bir plani olduğunu
ve bunu sorgulamadan kabul etmek gerektiğini güzelce bir anlatımı diye düşünüyorum
yani ben:)

bedevi

Bedevinin biri çölde giderken ,
susuzluktan dudakları kurumuş bir adama rastlar.
adam bedeviyi görünce adeta yalvararak su ister.
bedevi hemen devesinden iner,adama su verir.
adam suyu içer ,
dahasonra bedeviyi iterek deveye atlar ,uzaklaşmaya başlar.
bedevi arkasından bağırır:
-tamam deveyi al git ama lütfen bunu kimseye anlatma!
hırsız bunu duyunca duraklar ve bedeviye nedeninini sorar?
-eğer anlatırsan bu yayılır.
ve birdaha insanlar çölde birini gördüklerinde ,yardım etmezler.
diyerek cevaplar.
siz siz olun yaşadığınız kötülükleri fazla yaymayın bence bu zincir
o kadar hızlı yayılır ki:
bu hikayeden etkilenmiştim yazasım geldi:)

9 Eylül 2009 Çarşamba

8 Eylül 2009 Salı

7 Eylül 2009 Pazartesi

TERZİ

Genç adam iyi bir terziymiş. Bir dikiş makinesi ve küçücük bir dükkânı varmış. Sabahlara kadar uğraşıp didinir ama pek az para kazanırmış. Çok soğuk bir kış gecesi dükkanı kapatırken elektrik sobasını açık unutmuş ve çıkan yangın onun felaketi olmuş. Artık ne bir işi varmış ne de parası. Günler boyu iş aramış ama bulamamış... Yük taşımış, bulaşıkçılık yapmış, yine de evinin kirasını ödeyecek kadar para kazanamamış. Sonunda ev sahibinin de sabrı taşınca, küçük bir bavula sığan eşyalarıyla sokakta bulmuş kendini...
Mevsim kış, hava ayaz olsa da genç adamın köşedeki parktan başka gidecek yeri yokmuş. Bir sabah iş arayacak derman bulamamış bacaklarında. Açlıktan ve soğuktan bitkin bir şekilde bankta otururken, kocaman bir araba yanaşmış kaldırıma. Arka kapıyı açmaya çalışan şoförü kızgınlıkla yana itmiş arabadan inen yaşlı adam,
"Yalnız bırakın beni, parkta dolaşırsam belki sinirim geçer" diye söylenmiş.
Zengin bir işadamı olduğu her halinden belli olan ihtiyar, birkaç adım attıktan sonra bankta titreyen terziyi görmüş. Terzi, adamın üzerindeki paltoya bakıyormuş dikkatle. Birden siniri geçiveren ihtiyar,
"Zavallı adamcağız kim bilir nasıl üşüyordur, ona nasıl yardım etsem acaba?" diye düşünmeye başlamış.
Oysa terzinin düşlediği paltonun sıcaklığı değilmiş. O, çok kalın ve kaliteli bir kumaştan üretilen bu paltonun sahibine hiç de yakışmadığını ve onun vücuduna uygun şekilde dikilmediğini düşünüyormuş. Yaşlı işadam, terzinin yanına yaklaşıp,
"Ne o evlat, bu ayazda parkta donmuşsun. İstersen paltomu sana verebilirim" deyince,
"Hayır, teşekkür ederim. Ben sadece bu paltonun size göre olmadığını düşünüyordum. Kumaşı fazla kalın ve sizi olduğunuzdan şişman göstermiş" diye yanıt vermiş terzi.
Yaşlı adam bu cevabı alınca hayli şaşırmış. Çünkü o da üzerindeki paltoya onca para ödediği halde kendisine bir türlü yakıştıramıyormuş.
"Soğuktan titrerken nasıl böyle bir şeye dikkat edebiliyorsun?" diye soran yaşlı adam,
"Ben terziyim" yanıtını alınca
"Benimle gel, hayat hikayeni yolda anlatırsın" diyerek arabaya bindirmiş bizim terziyi.
Bu karşılaşma, terzinin hayatındaki dönüm noktası olmuş. Böyle yetenekli bir insanın işsiz ve evsiz kalmasına çok üzülen iyiliksever yaşlı adam, terziye bir dükkan açmasına yetecek kadar para vermiş. Bunun karşılığında tek istediği kendi giysilerini bu genç adamın dikmesiymiş. Terzi yeniden bir işe hem de kendi işine başlamanın heyecanıyla deliler gibi çalışmaya başlamış. Bu arada yaşlı işadamı da desteğini esirgemiyor, onu kendi çevresinden zengin kişilerle tanıştırarak yeni siparişler almasını sağlıyormuş. Küçük dükkân önce kocaman bir modaevine dönüşmüş, sonra da pek çok ünlü marka için üretim yapmaya başlamış. Terzi artık "ünlü işadamı" diye anılır olmuş.
Bir gün ihtiyar adam onu ziyarete gitmiş. Terzi çok büyük bir iş bağlantısı yapmak üzere yurt dışına gidecekmiş ve uçağa yetişmesine az bir zaman varmış. Biraz sohbet ettikten sonra yaşlı adam birden fenalaşmış, kalp krizi geçiriyormuş. Hemen bir ambulans çağırılarak hastaneye kaldırılmasını sağlamış. Yeni işadamımız ise büyük işi kaçırmak istemediği için uçağa yetişmiş. Yaşlı adam krizi atlatmış ve uzun süre hastanede yatmış, bir yandan da sadece bir kez telefon ederek durumunu soran terziyi bekliyormuş. Fakat terzi daha çok para kazanmak için oradan oraya koştururken bir türlü yaşlı adamı ziyarete gidememiş.
Aradan o kadar uzun bir süre geçmiş ki bu sefer de utancından yaşlı adamın kapısını çalamaz olmuş. Bir süre sonra terzinin işleri yolunda gitmemeye başlamış. Fabrikalarını kapatmak zorunda kalmış ve elinde kala kala yine küçücük bir dükkan kalmış. Utana sıkıla yaşlı adama koşmuş hemen nerede hata yaptığını sormak için. Son derece kırgın olan ihtiyar yine de onu kabul etmiş ama anlatacağı öyküyü dinledikten sonra hemen çıkıp gitmesini istemiş.
Ve başlamış anlatmaya:
"Bir zamanlar fakir bir oduncu varmış. Ormandaki bir kulübede yaşar ve odun keserek hayatını kazanırmış. Bir gün kulübesinde yangın çıkmış ve bu yangın bütün ormanı kül etmiş. O çevrede kimse ona güvenip iş vermeyince, çıkınını alan oduncu, eşeğine binip yola koyulmuş.
Ağaçların arasında yürürken birinin kendisine seslendiğini duymuş. Başını kaldırınca konuşanın bir bülbül olduğunu görmüş. Bülbül ona
"Senin haline çok üzüldüm, şimdi öyle bir büyü yapacağım ki eşeğin çok güzel şarkı söylemeye başlayacak, sen de onunla gösteriler yapıp çok para kazanacaksın" demiş.
Gerçekten de eşek birbirinden güzel şarkılar söylemeye başlamış. Oduncu o şehir senin bu kasaba benim dolaşıp eşeğine şarkı söyletiyor ve herkes onları izlemek için birbiriyle yarışıyormuş. Oduncu ve şarkı söyleyen eşeği bütün ülkede ünlenmişler. Bir gün yine bir gösteriye yetişmek için koştururlarken, bülbülün yardım isteyen sesini duymuş oduncu. Bir kedi bülbülü yakalamış ve yemek üzereymiş. Şöyle bir duraklamış ama gösteriye gitmemeyi, onca parayı kaçırmayı gözü yememiş, arkasına bakmadan kaçmış oradan. Gösteri başladığında ise eşeği her zamanki gibi güzel şarkılar söylemek yerine sadece bir eşeğin çıkarabileceği sesleri çıkarmış.
Oduncu kendisini şarlatanlıkla suçlayan izleyicilerin elinden canını zor kurtarmış. İşte o zaman bülbül ölünce büyünün bozulduğunu anlamış. Ben de senin bülbülündüm ve sen beni öldürdün, büyü de o yüzden bozuldu. Keşke güzel giysiler dikerken dostluk ipliğini koparmasaydın..."
Öyküyü dinleyince hemen çıkıp gitmiş terzi, çünkü söyleyecek bir sözü yokmuş...
Dostluk iplerinizi koparmamanız dileğiyle.......

Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla,
Yaşlanmak hoş değil, duvarlara baka baka.
Saat tıkırtısıyla...
Korkmam geçinip gideriz biz mutlulukla,
Ama;
''Günün aydın, akşamın iyi olsun'' diyen biri olmalı.
Bir telefon çalmalı ara sıra da olsa kulağımda.
Yoksa zor değil, hiç zor değil,
Demli çayı bardakta karıştırıp,
Bir başına yudumlamak doyasıya.
Ama ''Çaya kaç şeker alırsın?''
Diye soran bir ses olmalı ya ara sıra...

CAN YÜCEL

CEM BOYNER TÜM ÇALIŞANLARINA BUNU GÖNDERMİŞ.

Doğu illerindeki bir ağanın en büyük zevki,
kar üzerine çişiyle imzasını atmakmış.
Bu nedenle kar yağmaya başladığı andan itibaren köyde hayvanlar dahil hiç kimse sokağa çıkamazmış.
Kar biraz kalınlaşınca, ağa sırtına kürkünü giyer ve köy meydanına gelirmiş. Yanında da en yakın yardımcısı Haso.
Ağa sırtını köye doğru döner sonra sorarmış:
- 'Ula Hasso, ahali bakiy mi...? '
- Hasso cevap verirmiş:
- 'Evet ağam, hepisi de bir olmuş, pencerelerden bakir.'
Ağa çisiyle karın üzerine imzasını atarmış 'Abdullah Cizrelioglu' .
Sonrada bir nokta koyarmış ve sorarmış:
- 'Hala bakirler mi...? '
-'He ağam, hem bakirler hem de çılgın gibim alkıslirler.'
Her sene ayni tören sürermiş.
Aradan 7 yıl geçmiş.
Ağa yine, kar tuttuktan sonra, çıkmış köy meydanına.
Sormuş Hasso'ya:
- 'Ahali bakir mi...?'
-'He ağam, bakirler, köpekler, kediler bile camdadır.'
Ağa 'Abdullah' diye adini , arkasından 'Cizrelioglu'
diye soyadını yazmaya başlamış ki;
kalakalmış, çünkü yaş gereği prostat.....!
- Halka rezil olmak var.
Alçak sesle Hasso'ya sormuş:
- 'Bakirler mi...?'
- 'He ağam, bakirler de, sen ne diye durdin öyle.....? '
- 'Ula gel yanıma, arkanı dön ahaliye, tamamla şunu.' diye emretmis.
Hasso bir an durmuş, sonra çişini yapmaya hazırlanmış ve ağanın
kulağına eğilip :
- 'Ağam' demiş, 'Kırk yıldır kafama vurdin, salak dedin, sırtıma vurdin aptal dedin. ha bu kulun okumayi yazmayi sökemedi ki,
hele bi ucuni tut da yazının devamını sen yaz.' ...
BIRLIKTE CALISTIKLARINIZI EGITMEZSENIZ .......
TUTACAGINIZ GÜN YAKINDIR)

VAZGEÇİŞ.

Vazgeçiş

Enstruman seçmek için bir karar almam gerekiyordu. Ya keman çalacaktım ya piyano; ya flüt çalacaktım ya da akordeon....


Olmadı, hepsini istedim, hiçbirinden vazgeçemedim. Yıllar geçtikten sonra her enstrumanı iyi çalabiliyorum; ama hiçbirinde virtüöz değilim.


Bir enstrümanla isim yapamadım. Ne kemanla tanınan bir eserim var, ne de piyanoyla..
Bütün enstrumanları iyi çalıyorum, ama kimse tanımıyor beni.






Keşke kemanı seçseydim ve diğerlerinden vazgeçseydim. Karıma da hayatı zindan ettim, sevgililerime de...


Yani... Evlilik sadece birisi için karar almak ya, diğerlerinden vazgeçmek... işte evlenirken ben bunu anlamadan evlenmişim. Evlendikten sonra başka kadınların da olduğu bir hayatı yaşamaya devam ettim. İçlerinden bazılarını daha çok sevdim; ama ne onlardan birinde, ne de karımda karar kılabildim.




Yıllar sonra şimdi yapayalnızım...Ne karım kaldı, ne de diğerleri... Keşke birini gerçekten seçebilseymişim, ama, yapamadım.




Tıpkı enstruman seçimi gibi hepsini istedim ve sonuçta elim boş kaldı.




İşte de böyle, özel yaşamda da... Bu seçimi yapmamız gerekiyor; çünkü mutlaka bazıları daha uygun...

yani ordada birseçim yapmak gerekiyormuş.
her seçim bir vazgeçis ,her vazgeçiş ir tercihdir çünkü.

Hayatım boyunca yapacak çok işim oldu; hepsini yapmayı istedim.
Başarılı olmak için her şey değil, bir şey lazımmış. Başarı bir verişmiş; bir şeyi alabilmek için
birşeyi vermek, diğerlerinden vazgeçmek gerekiyormuş.

herseyin sıradanlaştıgı bu dünyada vazgeçmek bazen en doğru secimdir.
ve o dünyada en yerinde tercih o vazgeçiştir.

CAN DÜNDAR.

aklınızda bulunsun .dısarıda yemek yerken.

1.önünüze gelen acılı ezmeyi kontrol edin.
acılı ezme artan çoban salatasından yapılır,müsterden artan salatayı kullanan bile var.
2.yemeginizden çıkan yabancı maddelere yaygarayı koparın.
ama eldiven çıkarsa o mekana güvenin.bu hijyen demektır.bazen dograma sırasında bu olabilir.iyi bir seydir.
3.ucuz lahmacunun 100/50 si pırasadan oluşur.
en iyi gurmeler bile tadını zor ayırt eder.
4.ucuz cevizli baklavada,cevizin yarısı robotton geçirilmiş bayat ekmektir.
ve de en iyisi evdeyemeğe özen gösterin.
ama arada sırada dışarı çıkın:)

HERKESİN BİR HİKAYESİ VARDIR.

Basketbolcu Hidayet Türkoglu eşi ile eminönünde geziyordu.
yeni caminin önüne kadar geldiler.
orda simit satan bir cocuk vardı.
basketbolcu çocuga yaklaştı.
simit kaç lira?
-300 lira agbi çıtır çıtır.
_tezgahta kaç tane var?
-70 80 tane
-hepsini alsam ne tutar?
-80 desek 24 milyon
-al sana 30milyon aldim farzet/
-sagol agbi sagol.
eşiyle uzaaklastı.eşi sorar?
-hidayet almadigimiz simitlrin parasini neden verdin?
-bosver sorma
-israrla soruyorum
-soyleyeyim o zaman
-tablanin kenari dikkatini cektimi?
-yoo
-tahtaya bir isim kazinmisti HIDAYET
-YOKSA?
-evet o tabla bir zamanlar benimdi.

bu hikayeyi kendisi tv 8 de katıldığı bır programda anlatmıştır.

4 Eylül 2009 Cuma

3 Eylül 2009 Perşembe

Tanri nın bilgisayarından.

:::))))

Bir gün Elma ile Elma Şekeri yolda yürürken karsilasmislar.
Elma, Elma Şekerine;
"-Kıyafetin ne kadar güzel, ne kadar hoş!" diye iltifat etmis ve hemen arkasindan sormus ;
"-Nereden aldin?"
Elma sekeri; biraz da gerinerek,
"-Versace' den." demiş...
Elma ; cevap vermiş,
"-Hııımmmm...,anlamıştım..
g.tündeki kazıktan belli..!!!

koptum ya:)

30 Ağustos 2009 Pazar

YAZARLIK DENEMELERİMDEN KÜÇÜK BİR SAYFA.

Düşüncelerinin bağazında düğümlendiğini hissetti.
Sanki nefes almakta zorlanıyor, ruhundaki o kargaşa tüm beynini habis bir ur gibi
kemiriyordu.
Zorlukla yutkundu.
Aynada dağılmış saçlarına,yüzünün yansımasına baktı.
bir an nefret etti kendinden !
Hayır! bu kendisi olamazdı,
nelere şahit olmuş ,neler yaşamıştı.
şimdi bu kadar çobuk dağılmamalıydı,dağıtamazdı
hiç sırası değildi.
Hem zaten onun gibilerin böyle bir lüksü yoktu.
Yasamında tıpkı vahsi hayvanlar gibi:
dikkatli ,temkinli aynı zamanda güçlü olmak zorundaydı.
bu felsefeyi idol edinmemiş miydi? kendine.
Kahvesinden bir yudum aldı,
aynada tekrar kendine baktı,
evet bu bakışı beğenmişti.
bu bakışlarda teslimiyet ,mızmızlanma yoktu vede asla olmamalıydı.
Kendi kendine gülümsedi.
çantasını alıp hızla odadan çıktı ,daha bitirmesi gereken bir hesabı vardı.
onu bitirmeden bu dünyadan ayrılmayacaktı...
ne pahasına olursa olsun.

28 Ağustos 2009 Cuma

çok güzel agladım:(



ALLAH RAHMET EYLESİN,NE GÜZEL OKURDUN NUR İÇİNDE YAT.

27 Ağustos 2009 Perşembe

ne mutlu kırık testi olabilene..

NE MUTLU KIRIK TESTİ OLABİLENE ......



Çin'de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki ucuna asılı testilerle dereden su taşırmış evine..

Bu testilerden birinin yan kısmında çatlak varmış.. Diğeri ise hiç kusursuz ve çatlaksızmış ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve.. Ama her zaman boynunda taşıdığı testilerden çatlak olanı eve yarı dolu olarak varırmış.

İki sene her gün bu şekilde geçmiş. Adam her iki testiyi suyla doldurmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi su kalırmış...

İki yılın sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak testi, ırmak kenarında adama şöyle demiş: "Kendimden utanıyorum. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene kadar akıp gidiyor.."
adam gülümseyerek dönmüş
Yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu. Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok. Çünkü ben başından beri senin kusurunu, çatlağını biliyordum.. Senin tarafına çiçek tohumları ektim. Ve her gün o yolda ben su taşırken, sen onları suladın.. 2 senedir o güzel çiçekleri toplayıp,masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın olmasaydı, evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim" diye cevap vermiş..

çam süsleme gelenegi.

ÇAM SÜSLEME GELENEĞİ
Hıristiyanların İsa'nın doğuşu olarak kutladığı Noel bayramı, çok eski
Türklerin yeniden doğuş bayramıdır.
Türklerin, tek Tanrılı dinlere girmesinden önceki inançlarına göre,
yeryüzünün tam ortasında bir akçam ağacı bulunuyor.
Buna hayat ağacı diyorlar. Bu ağacı, motif olarak bizim bütün halı,
kilim ve işlemelerimizde görebiliriz.
Türklerde güneş çok önemli. İnançlarına göre gecelerin kısalıp
gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık'ta gece gündüzle savaşıyor.
İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle
akçam ağacı altında
kutluyorlar.
Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor.
Bayramın adı NARDUGAN
(nar=güneş, tugan, dugan=doğan) Doğan güneş.

Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar,
dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrıdan.
savaşıyor

Uzun bir savaştan sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyor.
İşte bu güneşin zaferini, yeniden doğuşu, Türkler büyük şenliklerle
akçam ağacı altında
kutluyorlar.
Güneşin yeniden doğuşu, bir yeni doğum olarak algılanıyor.
Bayramın adı NARDUGAN
(nar=güneş, tugan, dugan=doğan) Doğan güneş.
Güneşi geri verdi diye Tanrı Ülgen'e dualar ediyorlar.

Duaları Tanrıya gitsin diye ağacın altına hediyeler koyuyorlar,
dallarına bantlar bağlayarak o yıl için dilekler diliyorlar Tanrıdan.

Akçam ağacı yalnız Orta Asya'da yetişiyormuş. Filistin'de bu ağacı
bilmezlermiş.

O yüzden bu olayın Türklerden Hıristiyanlara geçtiği ve bunu da
Hunların Avrupa'ya gelişlerinden sonra onlardan görerek aldıkları
söyleniyor.

İsa'nın doğumu ile hiç ilgisi yok.

bende simdi ögrendim.

26 Ağustos 2009 Çarşamba

can baba.

Öyle sabah uyanır uyanmaz yataktan fırlama, Yarım saat erkene kurulsun saatin..

Kedi gibi gerin, ohh ne güzel yine uyandım diye sevin..

Pencerini aç, yagmur da olsa, fırtına da olsa nefes al derin derin

Yüzüne su çarpma, adamakıllı yıka yüzünü serin serin,

Geceden hazır olsun, yarın ne giyecegin.

Ona harcayacagın vakitte bir dilim ekmek kızart

Çek kızarmış ekmek kokusunu içine Bak güzelim kahvaltının keyfine..

Ayakkabıların boyalı olsun, kokun mis,

Önce sana güzel gelsin aynadaki siluetin

Çık evinden neşeyle, karşına ilk çıkana gülümse, aydınlık bir gün dile

Sonra koş git işine, dünden, önceki günden,

Hatta daha da eskiden yarım ne kadar işin varsa hepsini tamamla,

Ohhh şöyle bir hafifle...


Bir güzel kahve ısmarla kendine, seni mutlu eden sesi duymak için alo de

Hiç işin olmasada ögle üzeri dışarı çık,

Yagmur varsa ıslan, güneş varsa ısın, hatta üşü hava soguksa

Yürü, yürürken saga sola bak, öylesine degil, görerek bak

Çiçek görürsen kokla, köpek görürsen okşa, çocuk görürsen yanagından makas al..

Sonra,şöyle bir düşün, kimler sana yol açtı,

Sen çok dar da iken kimler seni ferahlattı,

Hani kapını kimsenin çalmadıgı günlerde kimler kapını tıklattı?


Ne kadar uzun zamandır aramadın onları degil mi?

Hadi hemen ugrayabilirsen ugra, arayabilirsen ara,

Hatırlarını sor, öyle laf olsun diye degil, kucaklar gibi sor..


Bu sadece onların degil, senin de yüregini ısıtacak, yüzünde güller açtıracak..

Günün güzeldi degil mi? Akşamın da güzel olsun..

Yemegin ne olursa olsun, masanda illaki kumaş örtü olsun..

Saklama tabakları, bardakları misafire

Sizden ala misafir mi var bu dünyada...

Ailecek kurulun sofraya, öyle acele acele degil, vazife yapar gibi hiç degil,

Şöyle keyife keyif katar gibi, lezzete lezzet katar gibi,

Eksik bıraktıklarını tamamlar gibi tadına var akşamının..


Gece evinde, dostların olsun

Sohbet mezen, kahkahan içkin olsun,

Arkadaşım, hayat bu daha ne olsun?


Ama en önce ve illa ki saglık olsun !..
Siz hiçbir sarrafın bağırdığını duydunuz mu?
Kıymetli malı olanlar asla bağırmaz.
Domatesçi, biberci bağırır da kuyumcu bağırmaz.
Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz.
İnsan bağırırken düşünemez.
Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir.
Popçular, folkçular boğazlarını patlatana kadar
bağırıp duruyor.
Ama..
Dede Efendi'yi okuyanlar bağırmıyor
YANILMIYORSAM NECİP FAZIL KISAKÜREK OLMASI LAZIM.

SADECE İNSAN OLMAK.

Bu, belki bir kaç insanın işittiği bir hikayedir...

Birlikte şarkı söyleyerek dünyayı heyecanlandıran üç tenordan ( LUCIANO
PAVAROTTI, PLACIDO DOMINGO AND JOSÉ CARRERAS ) son ikisi hakkındadır.

İspanya'ya hiç gitmemiş olanlar bile Katalanlar ile Madritliler arasındaki rekabeti bilir, çünkü Katalanlar İspanya'ya hükmeden Madrid'den bağımsızlıklarını almak için mücadele ediyorlar.

Placido Domingo Madritlidir ve Jose Carreras Katalandır.

Politik nedenlerle, 1984'te, Carreras ve Domingo birbirlerine düşman oldular.

Çok popüler olduklarından ve dünya çapında arandıklarından, ikisi de kontratlarında, sadece eğer diğer tenor davet edilmezse şarkı
söyleyeceklerini bildirdiler.

1987'de Carreras, rakibi Placido Domingo'dan daha acımasız bir düşmanla karşılaştı.

Korkunç bir teşhis ile alt üst olmuştu : Kan kanseri !!

Kanserle mücadelesi çok acılı idi. Sayısız tedavi gördü, bunun yanısıra kemik iliği nakli yapıldı ve kan nakli yapıldı, bunlar için ayda bir kez ABD'ye gitmek zorundaydı.

Bu koşullar altında çalışamıyordu, bu yolculukların ve tubbi tedavilerin yüksek maliyeti maddi durumunu güçleştirmişti.

Parasının bittiği zaman, Madrid'de, tek amacı kan kanseri hastaları için tedavi desteği sağlamak olan bir vakfı keşfetti.

"HERMOSA" Vakfının desteği sayesinde Carrera hastalığı yendi ve şarkı söylemeye geri döndü.

Bir kez daha yükselmiş ve layık olduğu statüye ulaşmıştı ve Vakıfa katılmaya karar verdi.

Vakfın yasalarını okurken, Vakfın kurucusunun, en önemli katılımcının ve vakfın başkanının Placido Domingo olduğunu öğrendi.

Daha sonra, Placido Domingo'nun bu organizasyonu sadece onun tedavisine yardımcı olmak için kurduğunu, ama Carreras'nın "düşmanından" yardımı kabul etmeyebileceği gibi bir durum olur diye isminin gizli kalması nı istediğini keşfetti.

Ancak, bu hikayenin en dokunaklı bölümü onların karşılaşmasıdır...

Placido'nun Madrit'teki konserlerinden birinde, Carreras konseri bölüp, alçakgönüllü bir şekilde dizlerinin üzerine çöküp, ondan bağışlanmayı istedi ve seyircilerin önünde ona teşekkür etti.

Placido, onun kalkmasına yardım etti ve kocaman bir kucaklama ile büyük dostluklarının başlangıcını mühürlediler.

Placido Domingo ile yapılan bir röportajda, muhabir ona neden "HERMOSA VAKFI"nı kurduğunu sordu, düşmanının bundan yararlanmasının yanısıra en önemli rakibi olan sanatçıya yardım etmişti.

Yanıtı kısa ve kesin idi :

"Bunun gibi bir sesi kaybedemeyiz...."

*Bu sevecenliğin gerçek hikayesidir ve ilham kaynağı olarak hizmet etmelidir…*
* *
*Kayan bir yıldız gördüğünüzde...*
*Onu kalbinizde saklayın,*
*O, başkalarına sevgisini verme amacına ulaşmış birisinin ruhudur..*Bu, belki bir kaç insanın işittiği bir hikayedir...

HALA UYUTULUYORUZ.

NTV'deki 'Neden' programında 'Aleviler ve Siyaset'i tartışıldı.
Açılışta Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri Turan Eser'e soruldu:

* * * Neden her seçim öncesi 'Sünniler ve Siyaset' değil de 'Aleviler
ve Siyaset' tartışılır....?'

Eser, rakamlarla yanıtladı bu soruyu...

Verdiği rakamlar,tartış maya yer bırakmayacak kadar net bir tablo sergiliyordu.

Bu rakamları yorumsuz olarak sizlerle paylaşmak istiyorum:

***Türkiye'de kaç okul var ?........... ........67. 000

***Kaç hastane var ?........... ........1. 220

***Kaç sağlık ocağı var ?........... ......... 6.300

***Peki kaç cami var ?........... ......... .85.000



Her 60 bin kişiye 1 hastane düşerken, 350 kişiye 1 cami düşüyor.



***Peki, kaç kilise var ?........... ......... .270

***Kaç cemevi var ?........... ......... .100

***Türkiye'de kaç doktor var ?........... ......... .77.000

***Peki, kaç din görevlisi var ?........... ......... .90.000



Türkiye'de her 900 kişiye bir doktor düşerken, her 780 kişiye bir din
görevlisi düşüyor.

Eğitim-Sen'e göre Türkiye'nin 200 bin öğretmen açığı var.



***Türkiye'de kaç kütüphane var?........ ......... .....1.435

***Almanya'da kaç kütüphane var?........ ......... .....11.000

***Türkiye'nin kaç kentinde devlet tiyatrosu var ?........... ......... ...13

*** Kaç kentte kuran kursu var?........ ......... .......81

***Bu kursların toplam sayısı kaç ?........... ......... .....3.852



***Türkiye'de 1 opera derneği var, 11 bale, 10 heykel, 18 resim, 18 sinema, 38 tiyatro derneği var.



***Peki, kaç tane 'cami yaptırma derneği' var ?........... ......... ......35. 000

***İçişleri Bakanlığı'nın bütçesi ne kadar
?........... ......... ......783 trilyon...

***Ulaştırma Bakanlığı'nın ?........... ........678 trilyon

***Bayındırlık ve İskân Bakanlığı'nın ?........... ......... .......677 trilyon...

***Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın ?........... ......... ........632 trilyon...

***Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nın ?........... ......... .......280 trilyon..

***Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nın
?........... ......... ........249 trilyon...

***Çevre ve Orman Bakanlığı'nın ?........... ......... ........404 trilyon...

***Sadece Sünnileri temsileden Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bütçesi
nekadar ?........... ......... .......1. 3 katrilyon...

8 bakanlığın bütçesi kadar...

22 üniversitenin toplam bütçesine denk...



***Diyanet İşleri Başkanlığı bütçesinin yıldan yıla büyümesine bakalım:

1997'de 66 trilyon.

1998'de 119...

1999'da 180...

2000'de270.. .

2001'de 302...

2002'de 553...

2003'te 771...

2004'te 1 katrilyon...

2005'te 1 katrilyon...

2006'da 1,3 katrilyon...

2007'de 2,7 katrilyon...



Bir ülke,Diyanet' e, bütün üniversitelerine ayırdığı bütçe kadar pay
ayırıyor,bunu son bir yılda ikiye katlıyorsa,doktordan , öğretmenden
fazla imam yetiştiriyorsa, hastane değil cami yaptırıyor, kütüphaneden
çok Kuran kursu açıyorsa,o ülkenin durup bir daha düşünmesi gerekmez
mi?

ŞERİAT GELECEK Mİ DİYE ARTIK DAHA FAZLA DÜŞÜNMEYİNİZ

( Eğer uyursak ve bu pasif edilgen tavrımızı sürdürürsek mutlaka gelir....)
Tenini besleyip gelistirmeye bakma,cünkü o sonunda topraga verilecek bir kurbandir.Sen gönlünü beslemeye bak! Yücelere gidecek,sereflenecek odur.

MEVLANA

mmm::::=)

DOGRU ERKEK...
Kadinin biri kumsalda yürürken ayagi eski bir lambaya takilmis,


kadin lambayi kumlarin içinden çikarmis,ovalamis.
Lambadan cin çikmis ve;

-''Sadece bir dilek hakkin var, iyi düsün öyle dile'' demis.
Kadin hiç tereddüt etmeden, cebinden bir harita çikararak:

-''Bütün dünyada zulmün, savasin, açligin bitmesini istiyorum.

Bu haritadaki ülkeleri görüyor musun?

Bu ülkelerin birbiriyle savasmayi birakmasini,
her yere barisin gelmesini diliyorum'' diyivermis.
Cin haritaya bakmis ve dehsetle;

-''Tanri askina Kadin! Bu ülkeler binlerce yildir savasiyorlar.
Tamam isimde iyiyim ama o kadar da degil!
Bunu yapilabilecegimi sanmiyorum.
Baska bir dilekte bulun'' diye bagirmis.
Kadin birkaç dakika düsünmüs ve ;

- ''Hayatim boyunca dogru bir erkek bulamadim.
Bilirsin; hem ince düsünceli, hem dürüst, hem karizmatik , hem eglenceli biri, sevecen, ilgili ve ömür boyu sadik olacak erkek diliyorum'' demis.

Cin derin derin bir iç çekmis:
-Uzat su kahrolasi haritayi..!!!

bence bu kadin süzme salak:)

şaka gibi ama gerçek:(

>
> 311 NUMARALI ODA
> Güney Afrika’nın Cape Town şehrindeki bir hastanede
> Devamlı esrarengiz ölümler oluyordu.Hemşireler haftalardır üst üste her cuma
> günü 311 numaralı yoğun bakım odasına yatırılan hastaları ölü
> bulmaktaydılar.Bu sırlı ölümlere uzun süre açıklama getirilemedi.Herkes
> meselenin çözülmesi için seferber oldu.
> Uzmanlar odanın havasını bakteriyolojik bakımdan kontrol
> ettiler.Güney Afrika’nın önde gelen bilim adamları ölenlerin aileleriyle üç
> hafta boyunca görüşmeler yaptılar.Hatta işin içine polis girdi ve akla gelen
> her ihtimal tek tek değerlendirildi,ancak onların araştırmalarıda sonuçsuz
> kaldı.Ve tabii bu arada 311 numaralı odadaki hastalar sebepsiz ölmeye devam
> ediyorlardı.Son çare olarak hastaların kaldığı 311 numaralı yoğun bakım
> odası devamlı gözetim altına alındı ve sonunda odadaki ölümlerin sebebi
> ortaya çıktı.
> Sonuç çok trajikomikti.Cuma sabahı saat 6’da odaları temizleyen
> temizlikçi kadının,hastanın bağlı bulunduğu solunum cihazının fişini çekerek
> kendi elektrik süpürgesinin fişini taktığı ve işini bitirince sonra solunum
> cihazının fişini tekrar yerine takıp gittiği görüldü.
>
>

27 agustos 2009.

o gece mars gokyüzünde en parlak yıldız olacak.
dolunay gorüntüsünde yani bir nevi 2ay gibi.
bu birdaha 2287 yılında gerçeklesecek..unutmadan izlesek bari.

gerçek bir hikaye.


Gençlik ve serdeki hafif anarşistlik...
1968 olimpiyatlarında 200 metrede altın ve bronz madalya kazanan Amerikalı iki siyah atletin, Tommie Smith ve John Carlos'un siyah deri eldivenli yumrukları havada, başları önde posteri, yıllarca hayal dünyamızı ve asıl oda duvarlarımızı süslemişti.

İtiraf ediyorum ki, Aynur Çağlı'nın o muhteşem haberini okuyana kadar aynı karede önde duran, gümüş madalyalı Avustralyalı beyaz atlete hiç dikkat etmemişim.
Adı Peter Norman imiş...

İşte bu atlet geçen hafta öldü. Haberin ve konunun tekrar gündeme gelmesinin sebebi budur.

Gelelim hikayeye...
Mexico City'de 200 metre finali koşulmuş.
Amerikalı (siyah) atletler Tommie Smith ile John Carlos birinci ve üçüncü gelirken, ikinciliği Avustralyalı (beyaz) Peter Norman kazanmış.

Madalya töreni için bekledikleri sırada, Carlos, Peter Norman'ın yanına gelerek sormuş:
- İnsan haklarına inanıyor musun ?
- Evet, inanıyorum.
- Peki ya Tanrı'ya ?
- Bütün kalbimle...

Bunun üzerine, iki siyah atlet kafalarındaki eylem planını açıklamışlar, Norman tereddütsüz katılmış:

- Ben eyleminizi destekleyeceğim, bana ne yapmam gerektiğini söyleyin.!

İlk defa, o günler için müthiş bir provokasyon hatta devrim sayılacak bir eylem planlıyor iki genç adam :
Amerika'daki ırk ayrımcılığını ve siyahlara reva görülen fakirliği ve ikinci sınıf vatandaşlığı protesto edecekler... Ama nasıl?

Fikir Norman'dan geliyor :
Bir çift siyah deri eldiven buluyorlar, sağ tekini Tommie, sol tekini John eline geçiriyor ; Gençlik ve serdeki hafif anarşistlik...
1968 olimpiyatlarında 200 metrede altın ve bronz madalya kazanan Amerikalı iki siyah atletin, Tommie Smith ve John Carlos'un siyah deri eldivenli yumrukları havada, başları önde posteri, yıllarca hayal dünyamızı ve asıl oda duvarlarımızı süslemişti.

Amerikan Olimpiyat Komitesi, iki siyahın spor kariyerini o saniye bitiriyor. Eylem amacına ulaşmış, Amerika'daki zenci azınlığın durumu dünya gündemine girmiştir. Smith ve Carlos spor hayatlarını (ve buna bağlı olarak geleceklerini) feda etmişler ama dünya tarihine geçmişlerdir. Dünyadaki yüz milyonlarca ezilmiş siyahın ilahı haline gelmişlerdir.

Peki ya Avustralyalı beyaz Peter Norman ? Aynur'un anlattığına göre, Norman'ın da hayatı kararmış.
Tommie Smith diyor ki:
"Peter, bir beyazdı. O günlerde siyahların haklarını savunma cesareti gösteren, onurlu ve belkemiği sahibi beyaz çok azdı. Peter, Avustralya'ya döndüğünde kimse yüzüne bakmadığı gibi, herkes tarafından yargılandı. Onun da atletizm kariyeri bitti, spor çevrelerinden dışlandı. Tehditler, işsizlik ve tecrit nedeniyle öyle sıkıntılı günler yaşadık ki, üçümüzün de ilk evliliği sona erdi."

Avustralya Devleti Norman'ı ölene kadar affetmemiş ama... Norman intikamını mezara götürmüş :
1968 Olimpiyatları finalinde ikinci olurken kırdığı 200 metre Avusturalya rekoru hâlâ, 38 yıl sonra kırılamamış.
Ölene kadar süren 'eylem kardeşliği'

İki amerikalı ve bir Avustralyalı 'lanetli' atletin o gün başlayan 'eylem kardeşliği' ve dostlukları ömür boyu sürmüş.
Aradan geçen 38 yıl boyunca, yazışmışlar, buluşmuşlar, görüşmüşler.

Ta, geçen hafta, Peter Norman evinin bahçesinde kalp krizi geçirip 64 yaşında ölene kadar.

dedem çözmüş olayı.

böylemi gerçekten !

Stewart, minik bir kasabadaki fakir bir işadamıydı. Çocukluğundan beri bütün hayali dünyayı dolaşmaktı ama art arda gelen olaylar yüzünden kasabasını terk edememiş, sonunda babasının pek de parlak olmayan işini devralmak zorunda kalmıştı. Sevdiği bir karısı ve çocukları vardı. Ama işler iyi gitmiyordu. Borçlar birikmişti.

Yaşadığı hayal kırıklığına bir de borçlar eklenince dayanacak gücü kalmamıştı. Karlı bir gece arabasına binip, kasabanın biraz ötesinden akan nehrin kıyısındaki bara gidip iyice sarhoş olana kadar içtikten sonra kendini köprünün üzerinden atıvermişti.

Stewart sulara düşerken, karanlık göklerden gelen bir konuşma duyuldu.
Tanrı, 'ikinci sınıf meleklerden' birine görev veriyordu.
- Eğer bu ümitsiz adama yeniden yaşama isteği vermeyi başarırsan, ben de sana çok istediğin o iki kanadı verir, seni birinci sınıf melek yaparım.
Ve, yeryüzüne tonton, yaşlı bir adam kılığında 'başarısız' bir melek düşüyordu.
O güne dek bir türlü verilen görevleri doğru dürüst yerine getiremediği için istediği kanatlara kavuşamayan, kederli bir melekti bu.
Görevi ise çok zordu.
Tümüyle çaresiz, borçlar içinde yüzen, hayallerini kaybetmiş, istediklerinden hiçbirine kavuşamamış, dünyayı gezmek isterken önemsiz bir kasabaya sıkışıp kalmış bir adama hayatı yeniden sevdirecek, onu intihardan vazgeçirecekti.
Melek yeryüzüne indiğinde, bir polis Stewart'ı sulardan çıkarıyordu.
Onu, kendini sulara atmadan önce son içkisini içtiği bara götürüyordu ama orası şimdi çok değişikti.
Serserilerin toplandığı, pis bir batakhane olmuştu.
Kimse Stewart'ı tanımıyordu.
Stewart kasabaya dönüyordu ama orada da eski dostları onun kim olduğunu bilmeyen gözlerle ona bakıyorlardı.
Kasaba bakımsızdı, çirkindi, karanlıktı.
Eski bir okul arkadaşı arka sokaklarda fahişelik yapıyordu.
Karısı ise bir kütüphanede çalışan zavallı bir yaşlı kızdı.

O sulara atlamadan önce ünlü bir adam olarak dünyayı dolaşan erkek
O sulara atlamadan önce ünlü bir adam olarak dünyayı dolaşan erkek kardeşinin ise bir kilisenin bahçesinde mezarı duruyordu.
Stewart, suya düşmesiyle çıkması arasında geçen bu beş dakikada her şeyin nasıl bu kadar değişebilmiş olduğunu anlayamadan etrafına bakarken 'ikinci sınıf melek' yanına yaklaşıyordu.
Ona anlatmaya başlıyordu.
- Sen hayatına son vermek istedin ya, ben daha iyisini yaptım, sen hiç bu dünyaya gelmemiş gibi oldun... Sen olmamış olsaydın ne olacaktı, gör...
Kardeşim ne zaman öldü, diye soruyordu Stewart.
- Sen dokuz yaşındayken o kuyuya düşmüştü ve sen onu kurtarmıştın...
Ama ben senin doğumunu iptal edince ve sen hiç doğmayınca onu kurtaracak kimse de olmadı... O çocukken öldü.
- Peki sınıf arkadaşım ne zaman fahişe oldu?
- Bir gün o çok parasız kalmıştı, para bulabileceği hiçbir yer yoktu ve sen ona borç vermiştin... Ama sen olmayınca o gece kendini
- Bir gün o çok parasız kalmıştı, para bulabileceği hiçbir yer yoktu ve sen ona borç vermiştin... Ama sen olmayınca o gece kendini sattı ve sonra fahişe olarak kaldı.
- Kasaba niye böyle bakımsız ve korkunç gözüküyor?
- Çünkü sen babanın yerini aldıktan sonra insanlardan para toplayıp kooperatifler kurmuştun, binalar yapmıştın, kasaba gelişmişti... Sen hiç olmadığın için o kooperatif kurulmadı, o binalar yapılmadı, kasaba bakımsız kaldı, o inşaatta çalışıp para kazanan birçok insan para kazanamayıp serseri oldu.
Bütün seyircilerle birlikte Stewart da, bir insanın farkına varmadan ne kadar çok başka insanın hayatına değdiğini, o hayatları varlığıyla değiştirdiğini, en sıradan insanın bile bu hayatta tahmin edemeyeceği ölçüde önemi olduğunu görüyordu.
Tavana asılmış, birçok değişik parçadan oluşmuş oyuncaklar vardır, her bir parça başka bir parçaya dokunarak bir rüzgar yaratır ve
O parçalardan birini çıkardığınızda bütün rüzgarı kesersiniz.
Oyuncak kımıltısız kalır.
Frank Capra'nın o filminde de, hayatın aynen o oyuncak gibi birbirine değen insanlarla döndüğünü, aradan bir tek insanı bile çıkarıp aldığınızda hayatın dönüşünü etkilediğinizi, birçok olayın farklılaştığını, herkesin sandığından daha büyük bir rolü ve değeri olduğunu anlıyordunuz.
Değersiz ve işlevsiz kimse yoktu.
Stewart, o yaşlı ve tonton 'ikinci sınıf' melek sayesinde bu gerçeği görünce intihar etmekten vazgeçiyordu.
Kendisine o kadar manasız ve değersiz gözüken hayatının aslında birçok insan için ne kadar değerli olduğunu kavrıyordu.
O intihar etmekten vazgeçince yeniden her şey eskisine dönüyordu.
'Bu muhteşem bir hayat' isimli film, mutlu sonla biterken de gökyüzünde bir 'çın' sesi duyuluyordu.

BADEM KAÇMIŞ:)

Duydunuz mu::
badem adlı fok kafesinden firar etmiş.
bodrumdan marmarise geçmiş,allah verede bizim ırkımız zarar vermese firarimize
basarılar sana badem insallah insanınn çok az yaşadıgı bir yerde özgür ve mutlu yaşa.

bu mudur halimiz offf offf..

> > Karı koca bir barda oturuyorlar.
> > Önlerindeki ickileri yudumlarken bardan
> > içeri hoş bir hatun girer.
> > Bizimkilerin yanına gelir, adama sarılarak öper. Karısına aldırmadan:
> > - Nasılsın hayatım? Epey oldu görüşemedik...
> > Diyerek başka bir masaya gidip oturur.
> > Adamın karısı dayanamayarak sorar:
> > - Kim bu kadın?
> > Adam sakin bir sesle yanıtlar:
> > - Senden saklayacak değilim. Metresim!
> > Kadın çıldırır:
> > - Ne bu ne cüret! Bu ne ahlâksızlk!.. Ben buna katlanamam.
> > Derhal boşanıyoruz! Sen ne ******** adammışsın meğer.
> > Bir de utanmadan metresim diyorsun... Her şey bitti anlıyor musun,
> > boşanıyoruz! Hem de derhal!.. Adam gayet sakin bir tavırla karısın! a
> > bakar:
> > - Dur bakalım hele bir sakin ol. Ne yani sevgilim Etiler'deki
> > dubleksi, Akmerkez'deki daireyi, Bodrum'daki tripleksi, 24 metre
> > yatı,altındaki son model jeepi, kımızı spor arabayı, Maldiv
> > adalarındaki devre mülkü, mücevher ve takı kolleksiyonlarını falan
> > bırakıp boşanmak mı istiyorsun?
> > Alt tarafı bir metres için bütün bunlardan vazgeçmeye değer mi bir
> > tanem...Kadın bunları duyunca sakinleşir. Çevresine bakınmaya
> > başlar.Biraz ilerideki masada oturan bir çift dikkatini çeker.
> > Kocasına sorar:
> > - Şurada oturan bizim Suat degil mi?
> > Kocası yanıtlar:
> > - Evet
> > - Peki yanındaki kim?
> > Kocası gayet sogukkanlılıkla yanıtlar:
> > - Kim olacak canım, metresi...
> > Kadın önce duraksar. Sonra burnunu kıvırarak kocasına sokulur:
> > - Aaaa ! Bizimkisi daha güzel valla! !.
>

özet olarak alın size reklamcılık nedir.

Bir profesör, yüksek lisans öğrencilerine pazarlama kavramlarını anlatıyordu:

1. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına giderek 'Çok zenginim. Evlen benimle!' dediniz.
Bu, doğrudan pazarlamadır.

2. Bir grup arkadaşınızla katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz. Arkadaşlarınızdan biri kızın yanına gitti ve sizi işaret ederek kıza 'O Çok zengin. Evlen onunla!' dedi.
Bu, reklamdır.

3. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz ve yanına gidip telefon numarasını aldınız. Ertesi gün arayıp 'Çok zenginim. Evlen benimle!' dediniz.
Bu, tele pazarlamadır.

4. Katıldığınız partide büyüleyici bir kız gördünüz. Kalkıp kravatınızı düzelttiniz, ona doğru yürüyüp içkisini tazelediniz, arabanın kapısını açtınız, çantasını düşürünce eğilip aldınız, küçük bir gezinti teklif ettiniz ve sonra 'Bu arada ben Çok zenginim. Benimle evlenir misin?' dediniz.
Bu, halkla ilişkilerdir.

5. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanınıza geldi ve 'Duyduğuma göre Çok zenginmişsiniz. Benimle evlenir misiniz?' dedi.
Bu, marka bilinirliğidir.

6. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp 'Ben Çok zenginim . Evlen benimle!' dediniz. Suratınıza okkalı bir tokat yapıştırdı.
Bu, müşteri geribildirimidir.

7. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp 'Ben Çok zenginim. Evlen benimle!' dediniz. O da sizi kocasıyla tanıştırdı.
Bu, arz-talep uyuşmazlığıdır.

8. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına
yaklaştınız, ama siz bir şey söyleyemeden önce biri gelip ona 'Ben Çok zenginim. Benimle evlenir misin?' dedi ve kız onunla gitti.
Bu, sizin pazar payınıza göz koyan rekabettir.

9. Katıldığınız bir partide büyüleyici bir kız gördünüz. Yanına yaklaşıp 'Ben Çok zenginim, evlen diyecekken ,karınız geldi.
bu da yeni pazarlara girememektir.

nufus cüzdanınız kaybolursa.

Nüfus cüzdanını kaybedince vergi dairesinede bildirin...

ÖNEMLİ!!!

Nüfus cüzdanını kaybeden veya çaldıran kişilerin emniyetten aldığı tutanak ve birde dilekçe eşliğinde bir vergi dairesine başvurması durumunda kayıp olan nüfusunun bilgisi sicil kayıtlarına alınıyor. Ve nüfusu eline geçiren bir diğer kişi herhangi bir vergi dairesine gidip şirket açılışı yapmak istese sistem uyarı veriyor. İnsanların ve hatta vergi dairesi çalışanlarının bile pek bilmediği bu konunun ayrıntılarını gelir idaresi başkanlığı resmi sitesinde iç genelgeler bölümünde
'VERGİ KİMLİK NUMARASI İÇ GENELGESİ SERİ NO:2007/1 de bulabilirsiniz.

KONU COK ONEMLI, TUM ARKADASLARINIZA YONLENDIRMELISINIZ. ...... http://www.gib. gov.tr/index. php?id=1079&uid=QoRTXeqxnlSbcOh G&type=icgenelge

SAGLIK BİLGİLERİ KISADAN HİSSE.

Saglik Konusunda, yararlı bilgiler ;

. Yemeğe tuz ile başlanırsa, beyin tarafından gönderilen bir uyarı sayesinde, midede mukus denilen sindirimi kolaylaştırıcı bir tabaka
oluşturduğunu ve midenin sindirime hazırlıksız yakalanmasını önlediğini.

. Yemek yerken yerde oturarak sol ayağı katlayıp sağ ayağı karna çekerek oturulup yenildiğinde, su ile doldurulmuş balon şeklinde olan
midenin çıkış kısmını kapatarak yenilen gıdanın tam sindirilmeden bağırsaklara kaçmasını önleyeceğini ve mide dolunca da doygunluk
hissi vererek çok fazla yemeden kalkılacağını.

. Yemek yerken yemeğin ortasında su içildiğinde içilen suyun yenilen gıdaların sindirilmesine, gerekli vitaminlerin emilmesine katkıda
bulunduğunu ve midede doygunluk hissi vererek az yemeye vesile olduğunu.

. Oturularak ve en az 3 yudumda içilen su, dil ve ağız bölgesinde daha fazla duraksadığından tükürük bezleri için gerekli olan suyun emilimini
artırıp anti bakteriyel ve antioksidan etkiye sahip tükürüğün salgılanmasını artırarak ağız ve diş sağlığına katkıda bulunduğunu..

. Uyurken sağ yana dönüp yatıldığında solda o lan kalbimizin daha rahat çalışmasına neden olarak, kalbi yormadan dinlenmiş bir vaziyette
kalkılabileceğini.

. Tuvalete girerken sol ayakla ilk adım atıldığında kaygan olan zeminde ayağın kayması durumunda sola göre daha güçlü olan sağ ayağın
düşmeyi engelleyerek vücudu dengelediğini..

. Banyo yaptıktan sonra ayaklara soğuk su dökmenin kan dolaşımını hızlandırıp sıcak sudan dolayı genleşmiş olan damarların içindeki kanın
aktivasyonunu artırarak tansiyon düşüklüğünü önlediğini ve savunma mekanizmasını güçlendirdiğini.

. Kesintisiz uyunan uzun gece uykularının, damarlarda vazodilatasyona neden olduğunu, uyku ortalarında kalkıp el yüz yıkamak az yorucu
egzersizler yapmanın, vazodilatasyonu engellediğini ve daha zinde kalkılabileceğini.

EŞEK DEYİP GEÇMEYİN.

'' EŞEK" DEYİP GEÇMEYİN!.."

Her ne kadar insanoğlu türlü akılsızlıkları eşşeklikle nitelendirse de en güzel gözlere sahip bu sevimli hayvan, yerine göre çoğu insandan daha akıllıdır...
Örneğin ''Eşek, iyi bir yol mühendisidir. Yokuşları en fazla yüzde yedi eğimle ve kısa mesafelerde virajlar alarak çıkar.'' dediklerinde... ölçüm. Sonuç şaşırtıcıydı: Yüzde 7.
Hani bu konuda çoğumuzun bildiği meşhur bir Anadolu fıkrası vardır:
1950'li yıllarda Amerikalı mühendisler gelmiş Türkiye'ye. Bir kısım imar çalışmalarına rehberlik ediyorlarmış. O zamanlarda yol güzergâhını belirleyecek alet yok, eleman yok. Nafı'a mühendisleri eşeği yokuşa sürüyorlar, arkasından elemanlar şeritmetre çekiyor ve eşeğin ayak izlerine kazık çakıp istikamet belirliyorlarmış. Bunu gören Amerikalı mühendis, pratiği kavrayamamış ve sormuş:
- Ne yapıyorlar böyle?
- Rampada yolun güzergâhını belirliyorlar.
- Nasıl yani ,anlayamadım?
- Eşek yüzde 7 eğimin üstüne çıkmaz, biz de eşeğin izinde kazık çakıp rampada yol güzergâhı belirliyoruz demişler.Amerikalı katılarak gülmeye başlamış. Yatışınca da sormuş:
- Peki, eşek bulamayınca ne yapıyorsunuz?
Yetkili bozgun... cevap vermiş:
- Amerika'dan mühendis getirtiyoruz.

materyalizm bu mudur? budur?

ofisinin önüne park eder. Ofisteki arkadaslarina nasil gösteris yapacagini

düsünerek arabasindan inerken, yoldan hizla gecen bir kamyon sag tarafindaki

kapiyi kopartir atar.

Avukat derhal cep telefonunu kapar ve polisi arar. Bir dakika icinde

polis olay yerine gelir fakat daha tek bir soru sormasina firsat birakmadan

avukat isterik bir sekilde haykirmaya baslar.. Daha gecen gün aldigi arabasi

mahvolmustur ve kaportaci ne kadar ince iscilik göstersede gene de eskisi gibi

olmayacaktir. O kamyonun sürücüsü derhal bulunmali ve yaptigi hasar

ona mutlaka ödettirilmelidir. Avukat kizgin ve öfkeli sikayetini nihayet

bitirdiginde, polis bikkin ve inanamaz bir sekilde basini sallar 'Siz

avukatlarin bu kadar materyalist olmalarini bir türlü

anlayamiyorum..' der

'..sahip oldugunuz seylere öyle baglaniyorsunuz ki, baska birseyi gözünüz

görmüyor'

'Nasil söylersin böyle birseyi?' diye hayretle sorar avukat.




Polis adama aciyarak ve kücümseyerek bakar 'Sol kolun dirseginin altindan

kopmuş görmüyormusun.
sen bana kaportacidan bahsediyorsun....'

'Aman Tanrim!' diye bagirir avukat.



'Rolex'im de gitmis'