30 Haziran 2010 Çarşamba

Hörmetler Ustam


"boşluk" un yazarı değerli ustam, bloğumu ödüllendirerek hoş bir jest yapmış. Kendisine teşekkürlerimi buradan dile getirmek istedim....

29 Haziran 2010 Salı

İngiliz'den, bir İstanbul portresi !

2010
Avrupa kültür başkenti seçilen İstanbul için 'ne kültür başkenti
İstanbul Avrupalı bile
değil' diyen İngiliz
GQ dergisinden A. A Gill bakınız
daha neler demiş;




Şehirde cazdan metale ve alaturkaya kadar her türlü
müziğin dinlenebileceğ i barlar var. Kentin en ünlügece kulübü ise Reina.
Yüksek sınıf bir eğlence mekanı olan Reina'ya ulaşmak
bir kabus! Türkler inanılmaz bir saldırganlıkla araba
kullanıyor ve özellikle bu mekanın bulunduğu hatta
trafik insanı çileden çıkarıyor.

Reina'nın kapısı nda
ilginizi ilk çeken şey; çift taraflı park etmiş
Mercedesler ve sinirli bodyguardlar oluyor. İçeri girerken
üzeriniz aranıyor. Bunun nedeni olası !
bir El
Kaide saldırısından çekinilmesi
değil, Türk erkeklerinin
silaha olan merakı. Geçmişten gelen 'at, avrat
ve silah' tutkuları ndan
vazgeçemeyen Türk erkeklerinin çoğu silahla dolaşıyor
ve onlara karşı dikkatli olunması gerekiyor.

Müthiş bir manzaraya sahip olan Reina'da her
türlü içki bulunuyor. Mekanda eğlenen Türk erkekleri Rus bodyguard' lara
benziyor. Kadınlar ise sarışın, mini etekli, etine
dolgun ve erkekleri tahrik etmek için mutlaka göğüs
dekoltesii veriyor! Kadınlar dansöz gibi
kıvırıyor. Erkeklerse bir metronun içinde tek
elleriyle demire tutunmuş bilinçsizce sağa sola sallanan
tipler gibi...

İnsanlar gece boyunca eğlenir gibi yapıp, aslında
birbirini kesip sevgili arıyor. Reina' daki şişko
erkeklerin yanlarındaki kadınlar için fahiş fiyatlara
şampanya patlatması tam bir Ortadoğululuk
göstergesi. Türk erkeklerinin
hepsi birer John
Travolta. Sık sık tuvalete gidip
saçlarını ıslatıyorlar, gömleklerinin bir düğmesi
açık dolaşıyorlar ve etrafa vurucu bakışlar
atıyorlar. Bu halleriyle çok gülünçler.

İstanbul öyle
bir kent ki, her yer güvenli ama insanları güveni! lir
değil! Sokaklarda türbanlı hatta kara çarşaflı
kadınlarla transeksüeller birlikte yürüyor. Bazı
restoranları New
York'unkilerle yarışacak
düzeyde ama Ortaçağ'dan kalma karanlık köşeler de
var.

Kentte birçok cami var. Bunlar arasında belki de en
görkemlisi Sultan Ahmet
Camii. Dışarıdan gerçekten harika ama
içerisi buram buram ayak kokuyor! Temizlikleriyle övünen
Müslümanlar Allah'ı n karşısına
galiba ayaklarını yıkamadan çıkıyor! Orayı gören
her turist böyle düşünüyor.

Gill,
yazısında Türkiye'nin bugüne kadar AB'ye
girebilmek için boş yere alay konusu olduğunu da
belirtmiş: 'Türkler
kendilerine '
Midnight
Express' filminin
hatırlatılmasından nefret etseler de Türkiye okumamış
gençleri, Kürt terörü ve
çingeneleriyle Avrupa'nın içinde bir işçi
sınıfı olarak kalmaya
mahkum.

Nasıl buldunuz ?
Benim fikrim ,malesef oldukça doğru anlatılmış
hatta birçok eksik var.
Manzaramız pek içaçıcı gözükmüyor ..........
Ve biz bu kafayla gittikçe askere,
tez verirler teskere :(

28 Haziran 2010 Pazartesi

Kumrular


Büyüklerimiz boşuna mutlu çiftlere,
çifte kumrular dememiş.
çünkü ibretlikmiş sevgileri.

Mutlu olmak isteyen çiftlerin kumrulardan alacağı dersler vardır.


Kumruların özellikleri şunlardır:
Kumru hiçbir zaman eş değiştirmez.
Kumru hiçbir zaman başkasının yuvasına girmez.



Kumru kolay memnun olur.
Kumru içinde bulunduğu duruma uyar.


Kumru aynı zamanda iki kanatla süzülmez; bir kanadına dinlendirir ve
diğerini çırpar. Böylece asla terk etmeme özelliğini gösterir.


Eşlerine bağlı kuşlardır. Eşlerden biri ölecek olursa, kalan eş ömür
boyu başkasıyla eşleşmez.

Bu nasıl oldu ?

Az önce bloğuma yazarken,
bloğumu kaybettim arkadaşlar.
Birisi beni hacklemiş ,neyse ki bu işleri
iyi bilen sevgili kardeşimizin sayesinde
hesabımı geri aldım.
Teşekkürler kardeşceğezim ,bloğumu kurtardın :)

Sevmek ?

Japon düşünür Masumi Toyotome'nin sevgi üzerine söyledikleri.

"Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir" diye başlıyor Toyotome.
"Sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz" diye soruyor.
Sonra anlatmaya başlıyor..
"Sevgi üç türlüdür!.."
Birincinin adı
"Eğer" türü sevgi!..
Belli beklentileri karşılarsak bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar.
Örnekler veriyor:
Eğer iyi olursan baban, annen seni sever.
Eğer başarılı ve önemli kişi olursan, seni severim.
Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.
Toyotome,
"En çok rastlanan sevgi türü budur" diyor.
Bir şarta bağlı sevgi... Karşılık bekleyen sevgi...
"Sevenin, istediği bir şeyin sağlanması karşılığı olarak
vaad edilen bir sevgi türüdür bu" diyor yazar...
"Nedeni ve şekli bakımından bencildir.
Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır."
Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi
üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor.
Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil,
hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve
beklentilere giriyorlar.
Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor.
Sevgi giderek nefrete dönüşüyor.
En saf olması gereken anne-baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor.
Yazar bir örnek veriyor.
Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu
etmek için, çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da
gidiyor. Ama başarılı olamıyor. Babasının yüzüne bakacak hali yok.
Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına
gidiyor.
Eve döndüğünde babası öfkeyle "Sınavları kazanamadın. Bir de utanmadan
Hakone'ye gittin" diye bağırıyor.
Delikanlı "Ama baba, vaktiyle sen de bir ara kendini iyi
hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın" diyor.
Baba daha çok kızarak, delikanlıyı tokatlıyor.
Çocuk da intihar ediyor.
"Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu olduğunu söylediler,
yanılıyorlardı " diyor yazar.
"Delikanlı babasının kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki
beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı!.."
İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında.
"Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek, bu genç
adamın yaptığı gibi, yaşamı sürdürmekle, ondan vazgeçmek arasında bir
tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir"
diyor, Masumi Toyotome.
İkinci türe geçiyoruz.
"Çünkü" türü sevgi.
Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor:
"Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir
şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir
niteliğe ya da koşula bağlıdır".
Örnek mi?
"Seni seviyorum.
Çünkü çok güzelsin(Yakışıklısın)."
"Seni seviyorum.
Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki." ,
"Seni seviyorum.
Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki.."
"Seni seviyorum.
Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerler götürüyorsun ki."
Yazar,
"Çünkü" türü sevginin,
"Eğer" türü sevgiye
tercih edileceğini anlatıyor.
"Eğer" türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir
yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden
sevilmemiz, hoş bir şeydir, egomuzu okşar. Bu tür, olduğumuz gibi
sevilmektir. İnsanlar oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür
sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır. Ama derin
düşünürseniz, bu türün, "Eğer" türünden temelde pek farklı olmadığını
görürsünüz. Kaldı ki, bu tür sevgi de, yükler getirir insana.
İnsanlar, hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler.
Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek
niteliklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman,
sevenlerinin, artık ötekileri sevmeye başlayacağından korkarlar.
Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer.
Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler.
Üstü açık BMW'si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler.
Evli kadın, kocasının genç ve güzel sekreterine içerler.
"O zaman bu tür sevgide güven duygusu bulunabilir mi?" diye soruyor Toyotome...
"Çünkü türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz." diyor.
Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var...
Birincisi,
"Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?" korkusu.
Tüm insanların iki yanı vardır.
Biri dışa gösterdikleri.
Öteki yalnız kendilerinin bildiği.
"İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar ve bizi terkederlerse"
korkusu buradan doğar.
İkincisi de
"Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmez olurlarsa.." endişesidir.
Japonyada bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan
kazanla parçalanmış.Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı
bozup onu terk etmiş. Daha acısı... Aynı kentte oturan anne ve babası,
hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını.
Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş
olduğundan bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış.
Kız bir kaç ay sonra kahrından ölmüş...
Japon yazar, "Toplumdaki sevgilerin çoğu "Çünkü" türündendir ve bu tür
sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür" diyor...
Peki o zaman,
gerçek sevgi,
güvenilecek sevgi ne?
Ve işte sevgilerin en gerçeği!..
"Üçüncü tür sevgi benim
"Rağmen"'
diye adlandırdığım türdür"
diyor yazar.
Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği
için "Eğer" türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir
niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı
için "Çünkü" türü sevgi de değil. Bu üçüncü tür sevgide, insan "Bir
şey olduğu için" değil, "Bir şey olmasına rağmen" sevilir.
Güzelliğe bakar mısınız?
Rağmen sevgi...
Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu
olmasına "rağmen" sever.
Asil, yakışıklı, zengin delikanlı da Esmaralda'ya çingene olmasına
"rağmen" tapar!.. "
Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insanı olabilir.
Bunlara "rağmen" sevilebilir.
Tabii bu sevgiyle karşılaşması şartı ile..
"Burada insanın, iyi, çekici, zengin konum edinerek sevgiyi kazanması
gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü
geçmişine "rağmen" olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor.
Bütünüyle çok değersiz gibi görünebiliyor ama, en değerli gibi sevilebiliyor.
Japon yazar
"Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur"
diyor.
"Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek,
içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha
önemlidir."
Bunu böyle olduğundan nasıl emin?
Haklı olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor..
"Şu soruma cevap verin" diyor.
"Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve
hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev,
aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz?
Kendi kendinize "yaşamamın ne yararı var" diye sormaz mıydınız?
Devam ediyor Toyotome...
"Şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini
anladığınızı bir düşünün...
Dünya birdenbire başınızın üstüne çökmez miydi?
O an yaşam size anlamsız gelmez miydi?"
"Diyelim ki sıradan bir yaşamınız var...
Günlük yaşıyorsunuz...
Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan
umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız?"
diye soruyor ve yanıtlıyor:
"Böyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar ya da
iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar."
Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor "rağmen"' sevgiyi...
"Bu gün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni
"rağmen" türü sevgiyi
şu anda yaşıyor olmanız ya da
bir gün bu sevgiyi bulacağınıza inancınızdır."
Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome...
"Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor.
Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var...
Kimsede başkasına verecek fazlası yok"
diye açıklıyor...
Anlatıyor.
"Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz.
Ama o da aynı şeyi başkasından beklemektedir"
Peki bu dünyada sevgi ne kadar var?
Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar...
Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.
Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve teşvik ediyor.
Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor.
Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz.
Hani nerede?
Hepsi o...
Ve asıl çarpıcı cümle en sonda:
"Dünyadaki en büyük kıtlık,
"Rağmen" türü sevginin
yeterince olmayışıdır!.."

Gayret

Kapalı kapılar var hayatımızda..

Nicedir açmadığımız, bilerek kapattığımız, üstüne kör bir kilit
vurduğumuz kapılar..

Bazen açmaya korktuğumuz, bazen ardındakilerle yüzleşmekten
çekindiğimiz kapılar..

Eski bir dostluk bazen, eskiden yapıp ettiklerimiz bazen..

Eski "biz", eskimeyen izlerimiz..

Kapıların ardında kalan..Hayatımızdan uzak durmasını istediklerimiz.

Cesaretimizdir bu bazen, bazen yenilgimiz..Bazen hayretimiz, bazen isteklerimiz.

Ne çok kapıyı kapattık dostlar, ne çok kapı kapandı yüzümüze.

Nasıl kapılar açıldı, kapattıklarımızın yerine?...

Masumiyeti, insafı kapatan insanlar gördüm, üzerlerine kör bir kilit
taktıklarını..Anahtarlarını da dipsiz kuyuya attıklarını..

Nice erdemin üzerine kapatılan kapıların yerine, ardına kadar zevk-ü
sefanın ışıltılı kapılarının açıldığına şahit oldu bu yeryüzü..

Kendisini sevenlerin üzerine kapılar çarptı yeryüzünde kimileri..

Kimileri kendini gelip geçici "dünya"ya kapattı..

Dünya, sadece kendisi için yaşayanlara en büyük kapalı kapı oldu.



Kapattık bazı kapıları dostlar...kör bir kilit vurduk üzerlerine..

Şimdi açılırlar mı yeniden, en tılsımlı sözleri söylesek?..

Yahut yeni kapılar açsak, kaybettiklerimizin peşine düşsek..

Kör kilitli kapıları açmak gerek dostlar..Biraz cesaret gerek belki..

Gerçeklerle yüzleşmeye cesaret, gerçekleri kabullenmeye cesaret..

Ve gayret ve gayret...

Alıntı

25 Haziran 2010 Cuma

Sevdiğim sözler

İyi yetiştirilmiş insanlar ,başkalarıyla çelişirler;
Bilgelerse kendi kendileriyle çelişirler.

Oscar Wilde

Bazen

bazen...
yıldızları süpürürsün farkında olmadan...
güneş kucağındadır...
bilemezsin...
bir çocuk gözlerine bakar...
arkan dönüktür...
yüreğinde kuruludur orkestra...
duymazsın...
koca bir sevdadır yaşamakta olduğun...
anlamazsın...
uçar gider...
koşsanda tutamazsın!...

William Shakspare

Mevlana'dan

Mevlana, Oğluna der ki;

"Bahaeddin! Eğer daima cennette olmak istersen,
herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma!
Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma!
Merhem ve mum gibi ol! İğne gibi olma!
Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen,
Fena söyleyici!
Fena öğretici!
Fena düşünceli olma!
Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun.
İşte o sevinç Cennetin ta kendisidir.

Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, daima üzüntü içinde olursun.
İşte bu gam da cehennemin ta kendisidir.
Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi çiçeklenir,
gül ve fesleğenlerle dolar.
Düşmanları andığın vakit, için dikenler ve yılanlarla dolar,
canin sıkılır, içine pejmürdelik gelir.
Bütün peygamberler ve veliler, böyle yaptılar,
içlerindeki karakteri dışarı vurdular.
Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu,
hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular."

Bahaeddin!
Düşmanını sevmek, düşmanının da seni sevmesini istersen,
kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle, o düşman senin dostun olur;
Çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır.
Allah'ın sevgisini de onun aziz isimleriyle elde etmek mümkündür.

Ey kullar,
kalbinizde arınma olması için beni pek çok anmaktan geri durmayın.
Kalbinizde arınma ne kadar çok olursa,
Allah'ın nurunun parlaklığı da kalpte o nispette fazla olur.
Nitekim ekmekçinin tandırı ne kadar sıcak olursa,
o kadar ekmek alır, soğuk olunca ekmek almaz.

22 Haziran 2010 Salı

Mevlana'dan

Yüzde ısrar etme, doksan da olur.
İnsan dediğinde, noksan da olur...
Sakın büyüklenme, elde neler var.
Bir ben varım deme, yoksan da olur.


SUSMAK ;Mânâ eksikliğinden değil,
belki Mânâ'nın derinliğindendir!.
Bardaktan bosanirca yagan yagmura ragmen, bozulan arabasinin disinda
duruyor ve dikkati cekmeye calisiyordu. gecen her arabaya el
salliyordu. Yaninda durdum. 60'li yillarda bir beyazin bir zenciye,
hem de Alabama'da, yardima kalkismasi pek olagan seylerden degildi.
Onu kente kadar goturdum. Bir taksi duragina biraktim. Ayrilirken ille
de adresimi istedi, verdim.
Bir hafta sonra, kapim calindi.
Muazzam bir konsol televizyon indiriyordu adamlar. Bir de not ekliydi,
armaganda...
'Gecen gece otoyolda bana yardiminiza tesekkur ederim. O korkunc
yagmur sadece elbiselerimi degil, ruhumu da sirilsiklam
etmisti.Kendime guvenimi yitirmek uzereydim, siz cika geldiniz. Sizin
sayenizde olmekte olan kocamin yataginin bas ucuna zamaninda ulasmayi
basardim. Biraz sonra son nefesini verdi.
Tanri bana yardim eden sizi ve baskalarina karsilik beklemeksizin
yardim eden herkesi kutsasin...
En Iyi Dileklerimle,
Bayan Nat King Cole.'

Einstein'in yaşamından kesitler


Einsten'in yaşamından sizin için derlediklerm.

ŞÖHRET ÜZERİNE
Şöhret olmak üzerine bir arkadaşıyla sohbetinden:
Şöhrete ulaştıkça giderek aptallaşıyorum,bu elbette nadir yaşanan
bir durum değil.
Bireysel kişiliklerin kült hale getirilmesi,bana kalırsa her zaman uygunsuzdur.
Birkaç kişinin şeçilip sınırsız bir hayranlığa layık görülmesine ve
onlara zihin ve karakter
bakımından insanüstü güçler atfedilmesini adaletsiz buluyorum hatta
büyük bir kötülük olarak
değerlendiriyorum..
başarılarımın kamuoyunda oluşturduğu takdirle gerçeklik arasındaki tam
bir tezat bir ironi.
Bu olağandışı ilişkiler yumağı şu soylu düşünce olmasaydı katlanılmaz olurdu:
Materyalist diye kötülenen bu çağda ,tutkuları tamamen entelektüel
olan ve ahlaki
olanlarında kahraman olabileceğinin göstergesidir bu.

BİR ARKADAŞININ ANLATIMIYLA
Bir arkadaşının Einstein'in için değerlendirmesi:
onun kadar yanlız bir insan tanımıyorum,kalbi hiç bir zaman kan ağlamaz.
Yaşamı ölçülü bir seviinç ve duygusal kayıtsızlık içinde sürdürür.
Kişisel olmayan tüm konularda son derece ince ve naziktir,adeta başka
bir gezegenden
gelmiş gibidir.


EĞİTİM
Eğitim üzerine (bunu Edison'un eğitime bakışını beğenmeyeip küçümsemek
için söylemiş.
Eğitimin değeri ,birçok olgunun öğretilmesinden değil,zihnin düşünmek
üzere eğitilmesinden
geçer.

GENÇLİĞİ ÜZERİNE
İnsan ,sadece gençliğinde gerçekten yeni bir şeyler üretebilir, sonrasında
daha deneyimli daha ünlü ve kalın kafalı oluyor.

CHAPLİN İLE
Einstein Charlie Chaplin'in filminin prömiyerine katılır, film bitince
Chaplin'le birlikte alkışlarla yürürlerken Chaplin Einstein' dönerek:
Beni anladıkları için,seni ise anlamadıkları için alkışlıyorlar, der.

TANRININ ZAR ATTIĞINA İNANMAYAN ADAM
Einstein eşiyle birlikte berlinde bir partiye katılır,konuklardan biri
konuyu astorolojiye getirir ve inandığını söyler,
Einstein bunun tamamen hurafe olduğunu söyler (günümüzde astorolojiye
olan düşkünlüğü düşününce ,hatta utanmasalar astronomiyle bağdaştıracaklar
bu benim sahsi yorumum tabi :)
partiye dönelim.
Başka bir konuk da Tanrı'ya olan inancın hurafe olduğunu söyler,
davetin sahibi Einstein'in dini inançlar taşıdığını söyleyerek
susturmaya çalışır.
Konuk Einstein'e dönerek bu imkansız ! der.
Einstein konuğa dönerek:
Doğanın sırlarını ,sınırlarını anlamaya çalıştığınızda ,görebildiğiniz
bütün yasalar
ve ilişkilerin gerisinde ,incelikli,soyut ve açıklanamaz bir şeylerin
kaldığını fark edersiniz.
Kavrayabildiklerimizin ötesine geçen bu güce derin saygı ,benim dinimdir.

Not olarak:
Einstein gençliğinde pek inanmayan,hatta yahudi kimliğinden pek hoşlanmayan
biriymiş.....ilerleyen yıllarda daha inançlı ,
yahudilerin uğradıkları soykırımlar nedeniyle yahudiliğine sahip
çıkmaya başlamıştır.
ve uzun yıllar boyunca çalışmalarıında daima,
Ben tanrı'nı zar attığına inanmam, diyerek karşısındakilerle
mücadele etmiştir.


Bilimle uğraşan herkes,evrenin ysalarında bir ruhun tezahür ettiğine inanır.
Bu insanın sahip olduğundan çok daha üstün bir ruhtur,mütevazi güçlere sahip
olan bizler, bunun karsısında alçakgönüllülük hissetmeliyiz.
Bilim uğraşı böylelikle özel bir dinsel inanca yol açar.

ATEİSTLER
Hayatı boyunca ateist olduğu yönündeki şuçlamaları ısrarla reddetti,
Tanrının olmadığını söyleyen insanlar var,dedi bir arkadaşına.
Ama beni asıl sinirlendiren ,bu tür görüşleri desteklemek için benden
alıntı yapmalarıdır.
Fanatik ateistler,zorlu bir mücadelenin ardından kurtuldukları
zincirlerin ağırlığını hala
hisseden köleler gibidir.
Kitlelerin afyonu olarak nitelendirdikleri dine olan hınçları yüzünden,
evrenin müziğini işitemezler.

ATOM BOMBASI
Evet atom bombasının ana fikrini bulmuş ve dönemin başkanı Roosvelt'e
bir şekilde
formülü ulaştırmıştır.(bunu almanların yapmaya çalıştığı bir bomba
olduğunu düşünmüş
ve Almanların dünyaya hükmetme korkusundan, başka güçlü bir devletin
bu gücü elinde tutması gerektiğine
inanarak yapmıştır.
Ama ABD Hiroşimayı bombaladığında kahrolmuştur.
her zaman şavaş karşıtı bir insandı,atom bombasının geliştirilmesinde hiç bir
çalışmada bulunmamış.(ama malesef ana fikri vermiş )
Ve söyle demiştir:
Almanların atom bombası üretemiyeceklerini bilseydim,parmağımı bile
kıpırdatmazdım.

SİYONİZM
Einstein uzun yılar siyonizm i savınmuş taraftarı olmuş,ve Filistinde
bir israil
devleti kurulması fikrini savunmuştur.
Lakin ilerleyen yıllarda siyonistlerin politikarından rahatsız olmuş
ve uzaklaşmıştır,
Ama bağımsız israil fikrini daima savunmuştur.
Ne var ki Yahudilerin Araplarla bir arada yaşamayı öğrenmekte güçlük
çekeceğinden endişeliydi.
Ve söyle demişti:
Arap azınlığa karşı sergileyeceğimiz tutum,bir halk olarak etik
değerlerimiz için ciddi bir sınav oalcaktır.
(ne dersiniz bence Einstein endişelerinde oldukça haklıymış ve İsrail
bu sınavdan oldukça utanç verici
bir şekilde insanlıktan daima sınıfta kalıyor)

ÖLÜM
Einstein bir takım rahatsızlıkları yüzünden,operasyon yapmaya kalktıklarında;
hayatı yapay olarak uzatmak tatsız bir şey.üzerime düşeni yaptım,artık
gitme vakti ve
bunu zarif bir şekilde yapacağım......


Einstein 2 evlilik yapmış ,ilk eşinden iki oğlu olmuş.
Ailesi ilk eşiyle olan evliliğine karşı çıkmış.
Nedeniyse kızın çirkin olmasıymış,ama Einstein ailesine aldırmadan evlenmiş
İlk eşide kendi gibi fizik öğrencisiymilş.
Onların fiziğe duydukları aşk epey bir süre mutlu bir evlilik vermiş.
İlerleyen yıllarda Einstein'in büyük oğluda aynı şekilde bir kızla
evlenmek ister.
Şasırtıcı bir şekilde Einsteinde oğlunun bu evliliğine karşı çıkmıştır hemde
aynı nedenden.
Kızın çirkin olmasından,fakat oğluda aynı şekilde aileye aldırmayıp evlenmiş.
Onlar mutlu bir şekilde evliliklerini sürdürmüş.
Einstein'in küçük oğlu ise ilerleyen yıllarda sizofreni hastalığından
akıl hastanesinde
yaşamını sürdürmüş.
daha yazmak istedim lakin çok yoruldum.

Önyargılarımız.


Bir önyargıyı parçalamak,atomu parçalamaktan zordur.

Albert Einstein

Ve önyargılarımızı anlatan güzel bir hikaye

Önyargı- Sabit Fikirlilik

Bir köyde tek başına yaşayan hamile bir kadın, (çocuğu doğmadan önce
kocası ölmüş) kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak
bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar. Gelincik kadının
yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar evcil bir hayvan olmasada,
oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadının çocuğu doğar.

Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır.
Günler geçer ve kadın bir gün bir kaç dakikalığına da olsa evden
ayrılmak zorunda kalır. Gelincik ile bebek evde yanlız kalmışlardır.
Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Eve geldiğinde gelinciği
ve kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışcasına gelinciğe saldırır ve onu
oracıkta öldürür. Tam o sırada içerideki odadan bebek sesi duyulur.
Anne odaya yönelir ve odada beşiği, beşiğin içinde bebeği ve bebeğin
yanında parçalanmış olan yılanı görür.

Toplumumuzda yaşanan sorunların ana nedenlerinden biri, insanların
yeterli bilgiye sahip olmadan olayları yorumlamasıdır.
Ve çoğu zaman sadece görebildiklerimizle insafsızca hüküm
verir ,bir çok insanın ipini çekiveririz.
Yukarıda görsel piskolojide kullanılan bir fotoğraf var ,eğer
fotoyu kopyalayıp sola çevirirseniz,kurbağanın atbaşı olduğunu
görürsünüz.............

Seçmen listeleri

ir kontrol etmekte fayda var.....
12 Eylül'de yapılacak olan referandum ile ilgili oy vermek için seçmen
listeleri askıya çıktı.Ve bu hafta sonu itibari ile askıdan
indirilecek. Bundan bir çok insanın haberi bile yok. Seçmen
listelerini gerekli duyuruyu yapmadan oldu bittiye
getirip,CUMHURİYETÇİ insanları referandumdan uzak tutup, kendi
yandaşlarını sandık başına götürecekler. Ve onların arzu ettiği gibi
referendumdan "evet" oyu çıkacak.
Hep birlikte bu oyunu bozmak için lütfen aşağıdaki linke tıklayıp,
adınızın seçmen listesinde olup olmadığını kontrol ediniz.




http://www.ysk.gov.tr/ysk/secmenBilgi.jsp

21 Haziran 2010 Pazartesi

Kalbiniz ne durumda ?

ÇOK KEYİFLİ AMA İYİ HAZIRLANMIŞ BİR TEST..
HAZIRLAYAN, TÜRK KARDİYOLOJİ DERNEĞİ..
KALBİNİZİN DURUMUNU KONTROL ETME ZAMANI ŞİMDİ..
HAYDİ TESTE..





Eyvallah!

İkisine de Eyvallah...
Arabayla asfalt
yolda giderken birden karşına bir levha çıkar.."Yol
... kapalı"Bozulursun...Ama
yapacağın bir şey de yoktur.
Bugün Pazar!..Pazartesi
günü yürekten ameliyat olacağız, söylenenlere bakılırsa epey gıllı
gışlı bir operasyonmuş, nalları havaya dikersek bozulmayalım, olur böyle
şeyler...
Nalları
dikmezsem...Daha görüşürüz...Dikersem,
her ne kadar kusurumuz da olsa, affola...İkisine
de eyvallah... "

Eyvallah İlhan ağbi :(

20 Haziran 2010 Pazar

Töreler :)

Sevdiğim sözler

Mert olmayan bir insanla bir işe girişmek,
sonu gelmeyecek,ya da sonu kötü bitecek bir
yola çıkmak demektir.

Montequie

Sanat

Sizden sanat'ı tanımlamanızı isteseydim ne düşünürdünüz ?
( elbetteki günümüzün magazin ağırlıklı sanatını kastetmiyorum)
Ünlü filozof ve Aristo ve Platon bakın bu konuda ne düşünürlermiş.

Kimi düşünürler sanatın ,sanatçı tarafından gerçekliğin ,çevrenin
ya da görünenlerin bütünüyle taklit edildiğini öne sürmüştür.

Bu yaklaşımın temeli Platon'un yansıma (mimesis )
kuramından alır.

Sanatçı gerçek olmayan,bütünüyle bir idealar dünyasının taklidini
eserlerinde tasvir etmektedir.

Platon'a göre gerçek sanatçı Tanrı'dır ,sanatçı ise taklidin taklidini yapar,ve Platon
sanatçıları taklitci görür ve küçümser.

Aristoles'e görede sanat bir taklittir,Platon'dan farklı olarak Aristoles idealar
dünyasına inanmaz.Ona göre bu dünya gerçek dünyadır ve sanatçılar gerçeğin
taklidini yaparlar.

Sonuç olarak ikiside birbirine yakın düşünmüş,
bu saatte felsefe yapmak nereden aklıma estiyse :)

Cesaret yoksa !

Bir Hint masalına göre; Kedi korkusundan devamlı endişe içinde yaşayan
bir fare vardır. Büyücünün biri fareye acır ve onu bir kediye
dönüştürür.Fare, kedi olmaktan son derece mutlu olacağı yerde bu kez
de köpekten korkmaya başlar. Büyücü bu kez onu bir kaplana dönüştürür.
Kaplan olan fare, sevineceği yerde avcıdan korkmaya başlar. Büyücü
bakar ki, ne yaparsa yapsın farenin korkusunu yenmeye imkan yok. Onu
eski haline döndürür. Ve der ki,
"Sen cesaretsiz ve korkak birisin. Sende sadece bir farenin yüreği
var. O yüzden ben sana yardım edemem."


Ünlü yazar Shakespeare, bu konuda şöyle diyor:

İnsanların çoğu kaybetmekten korktuğu için sevmekten korkuyor.
Düşünmekten korkuyor, sorumluluk getireceği için.
Konuşmaktan korkuyor, eleştirilmekten korktuğu için.
Yaşlanmaktan korkuyor, gençliğin kıymetini bilmediği için.
Unutulmaktan korkuyor, dünyaya iyi bir şey vermediği için.
Ve ölmekten korkuyor, aslında yaşamayı bilmediği için.

Yani cesaret olmazsa esaret olur,
esaret ise cesaretle son bulur .Diyen vecizeyle nokta.

Değerler üzerine

DEĞERLER VE DOĞRULAR

'Yanlış' ve.. 'Değerler'

On bir yaşındaydı ve New Hampshire gölünün ortasındaki adadaki
evlerinde ne zaman eline bir fırsat geçse hemen balığa giderdi.

Levrek avı yasağının kalkmasından bir gün önce, babasıyla akşamın ilk
saatlerinde küçük güneş balıklarından yakaladı. Sonra oltasına yem
takıp, oltayı fırlatma talimi yaptı. Yem suya değdiği zaman gün
batımında suda altın haleleler oluşturmuş, daha sonra gölün üzerinde
ay doğmuştu. Oltasının hızla çekildiğini hissedince, oltaya büyük bir
balık geldiğini anladı. Babası oğlunun balığı çekişini hayranlıkla
izledi. Çocuk sonunda yorgun düşen balığı sudan çıkardı. O güne kadar
gördüğü en büyük balıktı, bir levrek; ama av yasağının kalkmasına
sadece saatler kalmıştı.

Baba-oğul güzelim balığa baktılar, pulları ay ışığında ışıl ışıl
parlıyordu. Babası bir kibrit yakıp saatine baktı. Saat on olmuştu. Av
yasağının bitmesine daha iki saat vardı. Önce balığa, sonra oğluna
baktı.
'Suya geri bırakman gerekiyor, oğlum,' dedi.
'Baba!' diye itiraz etti çocuk ağlamaklı bir sesle.
'Başka balıklar da var,' dedi babası.
'Ama hiçbiri bunun kadar büyük değil!' dedi çocuk.
Göle şöyle bir göz attı. Gölde hiçbir balıkçı teknesi yoktu. Babasının
yüzüne baktı bu kez. Kendilerini hiç kimsenin görmemiş olmasına,
kimsenin ne balığı yakaladıklarını bilmesinin olanaksız olmasına
karşın, babasının sesinden bu konuda hiçbir ödün vermeyeceğini
anlamıştı.

Oltanın ucunu balığın ağzından çekti ve balığı gölün karanlık sularına
bıraktı. Balık suya düşer düşmez, şöyle bir çırpındı ve gözden
kayboldu. Çocuk bir daha bu kadar büyük bir balık tutamayacağından
emindi..

Bu olay bundan tam otuz dört yıl önce oldu. Bugün o çocuk New York
City'nin ünlü mimarlarındandı

Babasının küçük evi hâlâ o adadadır.Oğlunu ve kızlarını hâlâ o adadaki
küçük eve balık tutmaya götürür.

Çocuk haklıydı. Bir daha o kadar büyük bir balık tutamadı.
Fakat'değerler' konusunda bir ikilem yaşadığı zaman hep o balığı
gözünün önüne getirir. Babasından öğrendiği gibi 'değerler', doğru ile
yanlışın ne olduğu konusunda çok basit bir konudur. Güç olan yalnızca
değerlerin uygulanabilmesidir.

Birileri görmediği zaman da doğru olanı yapabiliyor muyuz?
Evet,
küçüklüğümüzde bizlere balığı suya geri bırakmak öğretilseydi, doğru
olanı yapabilirdik. Çünkü gerçeğin ve doğrunun ne olduğunu öğrenmiş
olurduk.

Doğru olanı yapma kararı belleklerimizdeki canlılığını hiçbir zaman
yitirmez. Bu anıyı dostlarımıza ve torunlarımıza göğsümüz kabara
kabara anlatırız.Fırsatlardan yararlanmak değil, doğru olanı yapmaktır
önemli olan.

14 Haziran 2010 Pazartesi

Demiştim.

Demiştim sana hatırlarsan;
Önemli olan 'zamana bırakmak değil.
Zamanla bırakmamaktır.
Şimdi bana geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır.
Gittiğim eğer bensem ,
söyle bana kimden gittim,
sen yoktun zaten,
Ben yine bende bittim.

Nazım Hikmet Ran

Sevdiğim sözler

Birçok şeyi yarım yamalak bilmektense,
hiç bilmemek daha iyidir!

Başkalarının düşünceleriyle bilgelik etmektense,
kendi hesabına delilik etmek daha iyidir!
Ben büyük horgörenleri severim.
İnsan altedilmesi gereken bir şeydir.

Boyun eğmektense umutsuzluğa düşün daha iyi.


Nietzsche

Soruya bak !

Bir küçük şerçe'nin hikayesi



Çok şirin bir kasabada güzel serçeler yaşıyordu.
Bir gün bu kasabaya
bir Göçmen kuşu geldi.
Bütün serçeler Göçmeni çok sevdiler onunla
arkadaş oldular.
Göçmende serçeleri çok sevdi ve hepsiyle arkadaş oldu.
Ama içlerinden birini arkadaşlıktan daha öte bir duyguyla sevdi.
Küçük
bir serçeydi bu.
Serçede sevmişti Göçmeni.
Ama diğer serçeler kızdı
Göçmene.
Hiç hesapta yoktu böyle bir şey olamazdı çünkü.
Hiç Göçmenle
Serçe olumuydu bir ararda.
Diğer serçeler, küçük serçeye bunun yanış
olduğunu anlattılar o kocaman bir Göçmen sen ise küçücük bir seçe Ama
seviyorlardı birbirlerini niye olmasın ki diyorlardı.
Herkese inat
ayrılmıyorlardı biran bile birbirlerinden.
Kasabanın
mavi gökyüzünde beraber uçuyorlar, meyvelerini yiyor, küçük ırmağında
beraber oynuyorlardı
Bahar ve yaz böyle gelip geçti.
Sonunda kış
geldi.
Göçmen gitmeliydi başka baharlara, alışık değildi onun bünyesi
kışa ,serçe gitme dedi göçmene.
Burada beraber yaşayalım bizi kışın
soğuğundan korur bu şirin kasaba.
Ben gitmeliyim dedi Göçmen, sen gel
benimle.
Başka baharlara uçalım, hem kimse karışmaz o zaman bize Serçe
çok düşündü.
Doğduğu büyüdüğü bu kasabadan hiç ayrılmamıştı, hem
ailesini nasıl bırakırdı .
Fakat bir ihanet mutlaka olacaksa bu
sevgiliye olamamalıydı.
Karar verdi Serçe gidecekti Göçmenle.
Yola
çıktılar, Göçmen yorulmaksızın uçuyordu.
Çünkü dayanıklıydı bünyesi
rüzgarın sertliğine, ama küçük serçe alışık değildi fazla uçmaya,
hemen yoruluyordu.
Büyük bir okyanusa geldiler ,göçmen daha hızlı
uçmaya başladı, aşmalıydı bu koca okyanusu ama daha fazla dayanamadı.
Serçe, seslendi Göçmene Yeter daha fazla gidemeyeceğim, dur ne olur
Göçmen ona burada duramayacağını okyanusun rüzgarına karşı
gelemeyeceğini anlattı.
Serçe o anda anladı Göçmenle beraber
olamayacağını.
İleri gidemezdi göçmenle çünkü dayanacak hali
kalmamıştı geride dönemezdi çünkü o zaman diğer serçelerin haklı
olduğu ortaya çıkacaktı.
Onunla dalga geçe bilirlerdi.
Onurundan geri
dönemiyordu, ama aşkıyla ileride gidemiyordu, yapamazdı.
Göçmenle.
Olurmuydu kocaman bir Göçmenle Küçücük bir Serçe aynı yerde.
Serçe
karar verdi bırakacaktı kendini gökyüzünden daha büyük sandığı maviye
son bir kez daha baktı.
Göçmene, ve seslendi ;seni seviyorum diye, onun
hiçbir şey demesine fırsat vermeden bıraktı kendini okyanusun
derinliklerine.
Feda etti Serçe kendini sevdiği uğruna.
Göçmen ise
anladı başka dünyalara ait olanlar, bir gün bir yerde mutlaka
ayrılırlardı...

Gözler mi yoksa dudaklar mı ?


Araştırmanın konusu insanların mutluluk yada üzüntü anlarının
yüzlerine yansıma haliydi.

Amerikalılar gülümserken ağızlarını kocaman açarken japonlar
ağızlarını neredeyse kıpırdatmıyorlar bile.Onlar mutluluklarını
gözleryle ifade ediyorlarmış.

Yine üzüntü durumlarında Amerikalılar ağızlarını ezip büzerken
Japonlar bunu gözlerine yansıtarak yapıyorlarmış.



İlginç bir örnek olarak Amerikalılar klavyede gülümseme ve üzülme
simgesi olarak "Smiley" ve de "Sad" kullanırken japonlar yatay olarak
gözlerin büyük yada küçük olarak betimlendiği ve ağızın düz çizgi
olarak gösterildiği ikonları kullanıyorlarmış.

Araştırmayı yapan grubunun başındaki kişi diyor ki;

göz çevresindeki kaslar ağız çevresindeki kaslara oranla daha zor
kontrol edilebilir.Yani bunun anlamı ağzınızla sahte gülüşler ya da
üzülme numaraları yaparken içten ve samimi gülüşler göz çevresinde ve
gözün içinde belirginleşiyor.

Bilim adamı konuyu şöyle özetliyor;

İş ve özel hayatınızdaki kişilerin size karşı olan gerçek duygularını
öğrenmek istiyorsanız Japonların yaptığı gibi gözlere ve özellikle de
gözlerinin etrafındaki çizgilere odaklanın...

11 Haziran 2010 Cuma

Depresyon


Bunalım ..
günümüzün tabiriyle Depresyon.
benim de son 2 yılım bu depresyon karadeliğinde geçti.
Neden diye sorarsanız ?
Kısaca yanmak için hazır bekleyen saman
alevinin bir kibrit çöpüyle alev alması diyeyim..
Depresyonun kederli ormanına daldınız mı bir kere,yolunuzun daha iyi
bir yola çıkabileceğini asla düşünmezsiniz.
Tam bir bilinçsizlik okyanusunda debelenmeye benzer.
Budistlerin maymun zihni dedikleri:
Yanlızca uluyan ,haykıran daldan dala asılmış düşünceler
.........kaplar her zerrenizi.
Bu olumsuz düşünceleri durdurabilmek ,bir fırtınayı durdurmaya çalışmaya benzer,
Siz bir durumdayken,nasıl bir yolda yürüdüğünün farkında olmayan kör
bir böceğe benzersiniz.
Ve bu duyguları bir kambur gibi sırtınızda taşırsınız.
Aslında
değişimin isyan çıkaran dalgalarındasınızdır,
Dereler ve bitkiler gibi ruhlarda başka bir yağmura ihtiyaç duyar.
O zaman kişinin kendini bir şekilde bir yola sokması gerekir,işte
böyle durumlarda
ruhsallığınız tavan yapar aslında.
Bu dönemi doğru değerlendirebilirseniz ,zarardan kar etmeniz hiç de
imkansız değildir.
Hayatta bir çok kişi,olay ve nesneler gelir ve çok önemliymiş gibi
yapıp kaybolurlar.
Puffffffffff...........

Bir peygamber eski ahitte der ki:
Güneşin altında yapılan herşeyi gördüm,heyhat hepsi boştu ve rüzgarın
peşinde koşmaktan başka bir şey değildi.


Mevlana der ki;
Bilmeyen birine ,meşe palamudu alçakgönüllü ve kırılgan gözükür.
Halbuki ileride dönüşeceği o mağrur ve koskaca meşe ağacının
taşıyacağıının habercisidir.

İnsan aklını aç ve muhtaç bir bebek gibi kaşık kaşık bilgiyle doyurmalıdır.
Ama nasıl ki bazı yiyecekler bebeğe ağır gelirse,bazı bilgilerde aklı
ağır gelir unutmamalı.


Dünyanın lütfetmesi ve yaltaklanması hoş bir lokmadır az ye.
çünkü ateşten lokmadır...
Methedilmek tatlıdır ,kınanmak acı olduğundan derhal kötü görünür.
Halbuki kınanmaktan bir ululuk geir.
Kader denilen kart destesiyeniden yazılır ,karılır.
Başarıya alışkın insanlar zanederler ki daima muzaffer kalacak
Magluplar sanırki ömür boyu belini dogrultamayacak.
Halbuki ikiside yanılır.
Şu fani dünyada herşey yön degiştirir,
Hüzünde ,neşede,zaferde,yenilgide kalıcı sanmayın.
Allahın görünmez sureti dışında hersey degişime tabidir.

Bu yazıyı neden yazdığıma gelince ,Aktüel dergisinin yaptığı bir araştırma sonucu
Mesnevi okumanın depresyona iyi geldiği ispatlamış.
Kesinlikle katılıyorum.........Test edidi onaylandı.
Hepinize depresyonsuz günler dilerim.

10 Haziran 2010 Perşembe

Sizin adanız var mı ?

Tanınmış gezgin Thomas Cook, bir araştırma gezisi sırasında Atlas
Okyanusu'nun issiz bir yerinde, çığlıklar atan milyonlarca kusun
havada daireler çizerek uçtuğunu gördü. Kulakları sağır edecek denli
yüksek sesle çığlıklar atan kuşların kimileri yoruldukça, kendilerini
okyanusun dev dalgaları arasına atıyorlardı. Onlar bu son
hareketleriyle yaşamlarına son veriyorlar, kendilerini okyanusun
dalgalarına bırakırken, çaresizlikten ölüme teslim oluyorlardı. Bu
olaya yalnızca Thomas Cook değil, o bölgede ki balıkçılarda yıllardır
tanık olmuşlardı. Kuş bilimcileri ise,yaptıkları araştırmalarda göçmen
kuşların farklı yönlerden gelerek okyanusta bu noktada birleştiklerini
keşfediyorlar, fakat onların, birbirleri pesi sıra kendilerini ölümün
kucağına atmalarının nedenini bir türlü çözemiyorlardı. Gerçek,
geçtiğimiz yüzyılın ortalarında anlaşıldı. Bu trajik olayın yaşandığı
yerde bir zamanlar bir ada vardı. Göçmen kuşların göç yolu üzerinde
bulunan bu ada, bir deprem sonunda, okyanusa gömülmüştü. İnsanların,
yok olduğunun bile farkına varamadıkları ada, göç yollarının ortasında
kuşlar için vazgeçilmez "dinlenme" durağıydı. Kuşlar binlerce yıllık
kalıtımsal alışkanlıklarıyla adanın yerini bilmekteydiler ve
yıpratıcı, uzun yolculuklarının ortasında, biraz dinlenebilmek ve
toparlanabilmek için, yine binlerce yıllık kalıtımsal güdüleriyle,
okyanusun ortasındaki adaya geliyorlardı ama...Olması gereken yerde
adayı bulamayınca, yorgunluktan bitkin bedenlerini çiğlik çığlığa
okyanusun sularına bırakmak zorunda kalıyorlardı.Söz kendini
toparlamaktan açılmışken soralım.Sizin hiç "kendinizi
toparlayacağınız" bir adanız oldu mu?Yaşamın uzun "göç yolları"nda
acaba, sizinde bir yudum taze soluk alabileceğiniz, yolunuzun kalan
bölümüne dinç olarak devam etmenizi sağlayabileceğiniz bir adaya sahip
olabildiniz mi?
Bir gün yerinde bulamadığınızda ise, ona ille de ulaşmak ve sığınmak
için başınız dönercesine, dengeniz bozulurcasına çırpınıp kanat
çırptığınız bir ada yaratabildiniz mi yaşamınızda kendinize?
Her şeyi sınırsızca paylaşabildiğiniz bir dost, yola birlikte çıkacak
kadar güven duyduğunuz bir arkadaş, size her zaman huzur verecek bir
eş, ulaşmak için yıllardır uğraş verdiğiniz bir amaç edinebildiniz mi?
Şöyle daha bir iyi bakın çevrenize...
Size gelen, size sığınan...
Sizin gittiğiniz,sizin sığındığınız...
Sizin bulduğunuz dostlarınızı bir düşünüverin.
Sonra da bir gerçeği görüverin gözlerinizle:
Sizin durup , soluklandığınız ve kendinizi toparlayabildiğiniz kaç
ADANIZ var çevrenizde ve...
Durup, sığınmak ve kendilerini toparlayabilmek gereksinimi duyan kaç
dostunuz için siz bir ADASINIZ?

8 Haziran 2010 Salı

kötülüklerin büsbütün egemen olduğu
namussuz bir çag bu biliyorsun..."
C.Süreya

Evlenmeye geç kalanlara !!

F.Altaylı'nın, bir arkadaşıyla yaptığı bir sohbeti paylaştığı
yazısında çok keyif almıştım.
Bu arkadaşı ilerleyen yaşına rağmen henüz evlenmemiş,
ve bu durumu mizahi ama oldukça mantıklı bir şekilde açıklamış..

Çerez tabağı teoremi 1:
Bir kuruyemiş tabağı kalabalık bir grubun önüne geldiği zaman sırasıyla
önce antepfıstıkları, ardından bademler, sonra fındıklar gider. En
sona beyaz ve sarı leblebiler kalır. Eğer belli bir yaşa kadar
evlenmemişsen de durum farklı olmaz. ve ayçekirdekleri ve leblebiler
ile idare edersin, ya da olur a bir fıstık bulurum diye tabağı
karıştırır durursun..

Çerez tabağı teoremi 2:


, aynı tabakta ucu açılmamış kabuklu şam fıstıkları da kalır.
Herkes bir eller, bakar ama kimse açmaya cesaret edemez, tabağa geri
bırakır. Onlara ulaşmak cesaret ister. Dişine güveneceksin kıracaksın
ki, içinde gizlediği lezzete ulaşabilesin. Ama risklidir, dişini
kırabilirsin."

Valla bence şahane bir ifade :)

Şairin dediği gibi: "Daha ne güzellikler vardı derinlerde. Bazen korktuk..
Bazen gücümüz yetmedi."

Orman testi :)

Bu bilinen bir psikoloji testidir. Cevapların, değer verdiğimiz ideallerle ve kavramlarla bağlantılı olduğu ortaya konulmuştur.

Aşağıdaki soruları okuyun ve manzarayı gözünüzde canlandırmaya çalışın. Sorunun cevabını uzun uzun düşünmeden, aklınıza ilk geldiği şekli ile bir kağıt üzerine yazın.

Ormanın içinde yürüyorsunuz. Yanınızda kim var?
Ormanın içinde yürüyorsunuz. Bir hayvan gördünüz.. Ne tür bir hayvan?
Hayvan ile aranızda nasıl bir karşılaşma yaşanır?
Ormanın içinde biraz daha yürüyorsunuz. Birden bir açıklığa çıktınız ve karşınızda hayalinizdeki ev duruyor. Bu evi tarif edin.
Hayalinizdeki evin etrafı çitler ile sarılmış mı?
Evin içine giriyorsunuz. Yemek odasına gidiyorsunuz ve yemek masasını görüyorsunuz. Masanın üzerinde ve etrafında ne olduğunu tarif edin.
Arka kapıdan dışarı çıkıyorsunuz. Otların üzerinde yatan bir kap görüyorsunuz. Kap neden yapılmış (seramik, cam, kağıt, demir vs.)?
Kabın durumu ne? (Kırık, sağlam, eski, yeni). Kap ile ne yapıyorsunuz ?
Evin kenarına doğru yürüyorsunuz ve kendinizi su kenarında buluyorsunuz. Ne tip bir su (göl, nehir, okyanus vs.)
Suyun karşısına nasıl geçiyorsunuz ?




şimdi yorumlar

Sizinle yürüyen kişi hayatınızdaki en önemli kişi.

Hayvanın büyüklüğü kişisel problemlerinizi ne kadar büyük gördüğünüzü temsil ediyor.

Hayvan ile aranızda geçen karşılaşmanın şiddeti, problemleriniz ile nasıl baş ettiğinizi gösteriyor. (pasif, agresif).

Hayalinizdeki evin büyüklüğü problemlerinizi çözmek için ne kadar istekli olduğunuzu simgeliyor.

Evin etrafında hiç çit olmaması açık bir insan olduğunuzu gösteriyor. İnsanlar her zaman evinize ziyarete gelebilirler. Çitlerin olması biraz daha kapalı bir karakteri gösteriyor. İnsanların önce telefon ederek gelmesini tercih edersiniz.

Eğer cevabınızın içinde, yiyecek, insanlar yada çiçekler yoksa genel olarak mutsuz bir insansınız.

Kap ne kadar dayanıklı bir malzemeden yapılmış ise 1. sorudaki arkadaşınız ile olan ilişkiniz de o kadar dayanıklı demektir. Örneğin: kağıt ve cam dayanıklı değildir buna karşılık metal yada plastik dayanıklıdır.

Kap ile ne yaptığınız, 1. sorudaki arkadaşınıza karşı tavrınızı ortaya koyuyor. Örneğin kap bakırdan yapılmış ve içi su dolu ise tekrar eve taşıyorsanız, bu sizin arkadaşınıza değer verdiğinizi gösterir ve ilişkinizin sağlam temellere dayandığını simgeler. Oysa kap seramikten yapılmış ve kırık ise, sizde parçaları evden uzağa atıyorsanız, bu kişi ile ilişkinizde sorunlar olduğunu ve onu uzaklaştırmaya çalıştığınızı gösteriyor

Suyun büyüklüğü sizin aşık olma isteğinizi simgeliyor.

Suyun karşısına geçerken ne kadar ıslandığınız aşk hayatınızın ne kadar önemli olduğunu gösteriyor.

6 Haziran 2010 Pazar

Can babadan inciler !

Türkiye İşçi Partisinin Komünist zamanlarında bir tüzük toplantısında
herkesin komünizmi anlatmaya çalıştığı şöyle olsun , böyle olsun
dediği bir toplantıda Can Baba ayağa kalkar ve bir efsaneyi daha
patlatır.
'BEYLER BEYLER, Türkiyede komünist olmak tüzük değil BÜZÜK ister...


Bir sergide ortada dolanırken, alımlı bir kadın heyecanla yanına gelir:
- Can bey, tanıştığımıza ne kadar memnun oldum anlatamam. sizin en
büyük hayranınızım.
Can Baba sırıtır:
- demek öyle, yatalım o halde?
kadın küskün bir ifadeyle bozuk atar:
- aşk olsun can bey!!
Can Baba cevaplar:
- aşk da olacak elbet..


Can Babaya bir mahkeme çıkışında soru soran gazeteci şu dörtlüğü cevap
olarak alır:
Ne yorum ne forum
Belki yarın konuşurum
öyle gitti ki durum
soru sorana korum
Bu da tam Can Babalık bir cevap sanırım.


Can Yücel bir etkinlikte kürsüye çıkıp şiir okumaya koyulmuş öksürmeye
başlamış ve sonra
'öksürükler şiire dahil değildir'diye uyarmış, şiirlerini okumayı
bitirmiş tam sahneden inmeye başlamış. Herkes şaşırmış hayret küfür
etmedi bu sefer diye.
Sonra geri dönmüş almış mikrofonu eline
'akşam akşam kafanızı S..kdim kusura bakmayın' demiş.


Bir gün tv kanallarıdan birinde canlı yayında konuk Duygu Asena şair
Nazım Hikmet için 'o kartpostal şairidir' demiş.
Can baba telefonla programa bağlanmış selam bile vermeden
'Duygu hanım kart sizsiniz postalda size girsin' demiş ve telefonu kapatmış...

Ve Son Olarak;

Yaşadıklarını kar sanma yanına...
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna
Ne kadar yaşarsan yaşa
Sevdiğin kadardır ömrün...
Can Yücel

3 Haziran 2010 Perşembe

Tarla faresine bak sen !

Dünyanın en sadık ve eşine en bağlı canlısının tarla faresi olduğunu
biliyormuydunuz!.

Bu canlılar hayatları boyunca gerçekten tek eşlidirler. Ergenlik
çağına geldiklerinde vucutlardında salgıladıkları sıvı sayesinde
nerdeyse ilk gördükleri dişiye karşılıklı aşk beslerler. Ve ömürleri
boyunca beraber gezerler. Eğer dişi yada erkek ölürse hayatta kalan
fare ölene kadar asla ilişkiye girmez ve hiçbir şekilde aldatmaz. Bu
özellikle erkek fare için çok baskın bi duygudur.

Bilim adamları konu üzerinde araştırma yapıp erkek faredeki bu sıvıyı
insanlar üzerinde kullanmayı planlıyor.

Nedersiniz kocanız yada sevgiliniz tarla faresi gibi olsun mu? :)

Gandhi

Ghandi'nin sözleri



Önce önemsemezler, sonra gülerler, sonra kıskanırlar, en sonunda ise
yenilirler...


Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız. Alkışlar önüne kansız elle çıkınız.

Basit yaşa ki başkaları da varolabilsin.

Bir insanı, ancak gerçekten uyuyorsa uyandırmak mümkündür. Ama,
eğer uyumuyor da uyku taklidi yapıyorsa, dünyanın bütün gayretlerini
sarfetseniz, nafiledir.

Bizi yokedecekler şunlardır: İlkesiz siyaset; vicdanı sollayan
eğlence; çalışmadan zenginlik; bilgili ama karaktersiz insanlar;
ahlâktan yoksun bir iş dünyası; insan sevgisini alt plana itmiş bilim;
özveriden yoksun bir din anlayışı.

Bu dünyada öylesi aç yaşayan insanlar var ki, Tanrı onlara ancak
bir somun ekmek suretinde görünebilir.

Dinler aynı noktada birleşen farklı yollardır. Aynı amaca
ulaşacak olduktan sonra ayrı yollar seçmemizin ne önemi olabilir?

Dünyada görmek istediğiniz değişikliğin kendisi siz olun..

Düşünceye gem vurmak, zihne gem vurmak gibidir. Bu ise rüzgarı
zaptetmekten de zordur.

Düzenli, temiz ve şerefli olabilmek için paraya ihtiyacımız yoktur.

Göze göz, dişe diş düşüncesi bütün dünyayı kör edecek.

Güç fiziki kapasiteden değil, boyun eğmeyen iradeden gelir.

Haksızlığa sapıp bütün insanlar seni takip edeceğine, adaletle
hareket edip tek başına kal daha iyi.

Her sabah kalktığım zaman kendi kendime şöyle söz veririm: Dünya
üzerinde vicdanımdan başka kimseden korkmayacağım. Kimsenin
haksızlığına boyun eğmeyeceğim. Adaletsizliği adaletle yıkacağım ve
mukavemet etmekte ısrar ederse onu, bütün mevcudiyetimle
karşılayacağım.

Keyif zaferde değil; asıl mücadele, girişim ve çekilen ıstıraptadır.



Özgürlük hiçbir zaman "her istediğini yapma izni" anlamı taşımamıştır.

Sevgi dünyadaki en incelikli güçtür.

Sevgi her zaman ıstırap çeker, hiçbir zaman ne gücenir ne de
intikam almaya çalışır.

Sevgi insanlığın, şiddet hayvanlığın kanunudur.

Sevginin olduğu yerde hayat vardır.

Sıkılmış yumruklarla el sıkışamazsınız.

Siz kendi elinizle teslim etmedikçe, kimse kendinize olan
saygınızı elinizden alamaz.

Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür...
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür... Duygularınıza
dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür... Davranışlarınıza dikkat edin;
alışkanlıklarınıza dönüşür... Alışkanlıklarınıza dikkat edin;
değerlerinize dönüşür... Değerlerinize dikkat edin; karakterinize
dönüşür... Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür...

Şiddet göstermeme, inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda o,
benim itikatımın da son maddesidir.

Şiddet karşıtlığının ürettiği güç kesinlikle insan yeteneğinin
icat ettiği tüm silahlardan gücünden üstündür.

Tanrı dularımızı bize göre değil, kendi yöntemine göre yanıtlar.

Toplum hayatı için bireysel özgürlük ve bağımsızlık şarttır.

Toprağı kazıp onu işlemeyi unutmak, kendimizi unutmak demektir.

Zayıf insanlar affedemezler. Affetmek güçlülere has bir özelliktir.

2 Haziran 2010 Çarşamba

İhtiyarlık yaşı

İhtiyarlık yaşı

Hayata dair ilginç bir ölçümleme metodu...Herkes kendisinde deneyebilir...

Sizce insan hangi yaşa kadar genç sayılır? Hangi yaştan sonra artık
ihtiyardır? Bu zor sorunun yanıtını Erdal İnönü'nün anılarında bulmuş
.
O da hukuk profesörü Vasfi Raşit Sevig'le yaptıkları bir sohbette
öğrenmiş "doğru cevabı"...
Sevig Hoca, aralarında Erdal İnönü'nün de bulunduğu öğrencilere "hangi
yaşı ihtiyarlık sınırı kabul ettiklerini" sormuş.
Hepsi farklı yaşlar söylemişler.
O, hiçbirini beğenmeyip kendi cevabını vermiş:

"İnsan, yaşamına yeni bir yön verme iradesini gösterebildiği sürece
gençtir. Bu iradeyi gösteremeyip 'Artık yaşamımı değiştiremem' diyorsa
gençliği gitmiş demektir."

Denemek lazım :)


Motorsiklet kullanmayı hep hayal eder,ama cesaret edemezdim.
Şimdi alışıyorum ,korkularımı attıkca da pek bir zevkli gelmeye başladı.
Arabada zevklidir ama ............gerçekten motor tutkunlarını anladım fena birşey.
Sizde hevesliyseniz ertelemeyin deneyin derim.
"Herkes insan değildir.
İnsan, cana yapılan haksızlığı kendine yapılmış gibi tepki veren canlıdır."


(Filozof Torlakon)

Oduncu ve yılan

Nedense hikayelerden vazgeçemiyorum.......
onlardan hayatımıza ya da hayatıma uygun bir anlam yüklüyorum !

Zamanın birinde bir oduncu, ormanda odun keserken çalı arasında bir yılana
raslamis.Yılan Elindeki baltayı kaldırıp yılanın başını vurmak üzereyken bir an
göz göze gelmiş. Yaradana olan aşkı -yılan bile olsa- yaratılana
yansımış ve yılanı vurmaya kıyamamış. Yılan da duygulanmış, dile
gelmiş
.
Ey insanoğlu, sen bana kıyamadın, ben de sana bir iyilik edeceğim
demiş.Bir kör kuyuya dalmış ve kaybolmuş.
Biraz sonra ağzında bir altın lira ile dönmüş ve oduncuya uzatmış.
"Bundan böyle ömür boyu sana her gün bir altın lira vereceğim."
Oduncu altını bozdurmuş ve evinde o gün şenlik olmuş. Hiç kimseye olan
biteni anlatmamış, ailesi dahil.Herkes sadece oduncunun çok çalıştığı
için durumunun düzeldiğini zannetmiş.
Yıllar boyu her gün o kör kuyunun başına gitmiş, yılan ile bulusmuş ve
altınını almış.
Gel zaman git zaman, oduncu ağır hastalanmış. Kuyunun başına gidemez
olmuş. Bir kaç gün geçince bolluğa alışmış evinde darlık başlamış.
Oduncu oğlunu yanına çağırmış ve yılanın sırrını anlatmış.
"Git kör kuyunun başına ve oğlum olduğunu söyle, yılan sana altın verecek"
demiş. Oğlu inanmamış ama gitmiş, yılan önce saklanmış, sonra ortaya çıkmış.
Onun oduncunun oğlu olduğuna iyice kanaat getirince de kuyuya inip bir altın
getirmiş. Oğlan önce inanmadığı hikayenin gerçek olduğunu görünce
hırsa kapılmış, kimbilir daha ne kadar altın var kuyudan içeride
demiş....Hırsla yılanı öldürmek için bir hamle yapmış, ıskalamış ama
yılanın kuyruğunu koparmış.hareketli yılan resimleri Yılan da can
havliyle dönüp oğlanı sokmuş ve öldürmüş.
Akşam yaklaşıp da oğlu gelmeyince oduncu iyice endişelenmiş. Hasta
yatağından sürünerek bile olsa kalkmış.
Kuyunun başına gitmiş ki oğlu cansız yatıyor.
Yılan o arada görünmüş ki, kuyruğu yok ve kanlar içinde..
Oduncu durumu anlamış ve çok üzülmüş. Canının parçası oğlu yerde
cansız, yıllardır velinimeti olan yılan yaralı...
Hatalı olan oğlum olmalı demiş ve yılandan özür dilemiş. Tekrar dost olalım
demiş...
Yılan ise acı acı gülümsemiş. Çok isterdim ama...Sende bu evlat
acısı..bende de bu kuyruk acısı varken biz artık dost olamayız.

Müjde ! kadınları çözecek formül bulundu :))