30 Nisan 2010 Cuma

Mevlana'dan

Üzülme...der Mevlana ve devam eder;Bir yandan korku bir yandan ümidin
varsa iki kanatlı olursun,Tek kanatla uçulmaz zaten.Sopayla kilime
vuranın gayesi kilimi dövmek değil,Kilimin tozunu almaktır.Allah sana
sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır.Niye kederlenirsin?Taş taşlıktan
geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz.Yüzük ol...mak dileyen taş,
ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır

Bir sırrı ne kadar içinde saklarsan o kadar derinleşir

Aşka yanmalı, Can dediğin... Ya canın olmalı; Ya da,canını almalı...
Yar diyemezsin ki herkese, İçindeki yaran olmalı... Herkesin de bir
yüreği vardır amma, Yürek dediğin de, Bir Aşka yanmalı..

29 Nisan 2010 Perşembe

İhanet eden gözün bile olsa
affetmeyeceksin !
Gerekirse gözünü çıkarıp atacaksın.

Hatsumomo..:)

Entelektüel fahişe

Solcu, Marks'ın arkadaşı gazeteci Swinton, 1880 'lerde New York
Times'ta yazıyor. Gazetesatın alındıktan sonra düzenlenen toplantıda,
davetli gazeteciler basının onuruna kadeh kaldırmak üzerekürsüye
çağırıyorlar onu. Swinton elindeki kadehiyle
kürsüye çıkıyor. Çıt yok...

Ve tarihi cümleler dökülüyor bir bir ağzından.
"Dünya tarihinin şu anına dek, Amerika'da"Özgür bağımsız basın" diye
birşeyolmamıştır. Bunu siz de biliyorsunuz biz de..." diye başlıyor
sözlerine; "Hiçbirinizdüşündüklerinizi olduğu gibi yazmaya cesaret
edemezsiniz. Bunu yapmaya kalktığınızdayazdıklarınızın önceden
basılmayacağını bilirsiniz çünkü. Çalıştığım gazete bana
düşüncelerimiözgürce yazmam için değil, tersine yazmamam için haftalık
bir ücret ödüyorlar. İçinizde benzer biçimde benzer ücret alan
başkaları da vardır. Düşüncelerini açıkça yazacak kadar salak olan
herhangi biri, sokakta başka bir iş arıyor olacaktır. Gazetemin
herhangi birsayısında düşüncelerimi apaçık yazmaya izin verseydim, 24
saat dolmadan işimden atılırdım.Gazetecilerin işi; gerçeği yok etmek,
düpedüz yalan söylemek, saptırmak, kötülemek, servet sahiplerine
dalkavukluk etmek, kendi gündelik ekmeği uğruna yurdunuve soyunu
satmaktır. Bunu siz de biliyorsunuz, ben de... Öyleyse şimdi burada
"bağımsız özgür basının" (!) "şerefine" (!) kadeh kaldırmak saçmalığı
da nereden çıktı? Bizler,
sahnenin arkasındaki zengin adamların oyuncakları,kullarıyız. Bizler
ipleri çekilince zıplayan oyuncak kuklalarız... Onlar ipleri
çekiyorlar ve biz dans ediyoruz. Yeteneklerimiz, olanaklarımız ve
yaşamlarımız, hepsi başkalarının malı. Bizler entelektüel
fahişeleriz."

Not: Swinton toplantıyı şaşkın bakışlar arasında terk etti.. Gazeteden
istifa etti ve kimseden paraalmaksızın 'John Swinton's paper' diyetek
yapraklı bir "gazete" çıkartmaya başladı
bir kaç köse yazarını istisna tutacak olursak,
o zamandan bu zamana basın ve medyada değisen birşey yok diye düşünüyorum.

Aydınlık !

AYDINLIK NE ZAMAN VE NERDE BAŞLAR

Bir bilge çölde öğrencileriyle otururken demiş ki;
"Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman ortalık aydınlanır?"
Öğrencilerden biri; "Uzaktaki sürüye bakarım" demiş, "koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir."
Başka bir öğrenci söz almış ; "İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır."
Bilge uzun süre susmuş. Öğrenciler meraklanmışlar ve " Siz ne düşünüyorsunuz? " diye sormuşlar.
Bilge şöyle demiş;
"Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan, ona "kız kardeşim" diyebildiğimde yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi yoksul mu diye bakmadan, milletine, ırkına, dinine aldırmadan, erkek kardeşim sayabildiğimde anlarım ki sabah olmuştur, içimde AYDINLIK başlamıştır... "

Aydınlık başlaması için de insanın temiz kalması gerekir.

İnsanın temiz kalması için her çeşit haramlardan uzak durması gerekir. Haramlardan uzak durması gereken en önemli uzvumuz, gözümüz. Gözlerimiz haramlarda daldığı zaman ruhumuz kirlenir, aklımız karışır, Vicdanımız rahatsız olur. Bu değeri biçilmez hazine gözlerimizi Allah’ın yarattığı güzelliklere bakmak için kullanmalıyız. İlmi öğrenmek için kullanmalıyız. Allah’ın kelamı (KUR’AN) okumak için kullanmalıyız. Tarih kitapları okuyup, ecdadımızın bizler için yaptıklarını öğrenmek için kullanmalıyız. Peygamberimiz hayatını öğrenmek için kullanmalıyız. Bunlar belki zordur ama imkânsız değildir. Zoru başarmak güzel bir bir duygudur.

mevlana'dan

Rüşvet alan para pul padişahı değiliz.
Paramparça olmuş gönül hırkalarını diker,
yamarız biz...


Sus artık !
sır perdelerini o kadar yırtma,
çünkü bize kırıkları sarıp onarmak,
sırları örtmek yaraşır...

Dün dünde kaldı cancağazım,
şimdi yeni bir şeyler söylemek lazım.

27 Nisan 2010 Salı

25 Nisan 2010 Pazar

Çok doğru !

Dunning-Kruger Sendromu

Televizyon izlerken birilerine bakıp da "Ya bu adam bu sığlıkla nasıl
buralara kadar gelebilmiş" diye düşündüğünüz oldumu hiç?

Ya da işyerinizde sizinle aynı ya da daha üst aşamada bir görevde olan
bazıları, sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı?; onlara bakıp "Bu
cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?" diye iç geçirdiniz
mi? Justin Kruger ve David Dunning adlı iki ABD'li bu hissi çok
yaşamış
olacak ki, iki psikiyatri uzmanı, 10 yıl kadar önce bir teori ortaya attı:

"Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini artırır."

Ve bunun üzerine bir araştırma başlatıldı. Fizyolojik ve zihinsel
alanda yapılan çeşitli uygulamaların sonucunda şu bulgulara ulaşıldı:

Niteliksiz insanlar ne ölçüde niteliksiz olduklarını fark edemezler.

Niteliksiz insanlar, niteliklerini abartma eğilimindedir.

Niteliksiz insanlar, gerçekten nitelikli insanların niteliklerini
görüp anlamaktan da acizdirler.

Eğer nitelikleri, belli bir eğitimle artırılırsa, aynı niteliksiz
insanlar, niteliksizliklerinin farkına varmaya başlarlar.

Bitmedi...

Cornell Üniversitesi'ndeki öğrenciler arasında bir test yapıldı ve
klasik "Nasıl geçti?" sorusuna öğrencilerden yanıtlar istendi...

Soruların yüzde 10'una bile yanıt veremeyenlerin "kendilerine
güvenleri" müthişti. Onların "testin yüzde 60'ına doğru yanıt
verdiklerini" düşündükleri; hatta "iyi günlerinde olmalarıhalinde
yüzde 70 başarıya bile ulaşabileceklerine inandıkları" ortaya çıktı.

Soruların yüzde 90'ından fazlasını doğru yanıtlayan-lar ise "en
alçakgönüllü" deneklerdi; soruların yüzde 70' ine doğru yanıt
verdiklerini düşünüyorlardı.

Tüm bu sonuçlar bir araya getirildi ve Dunning-Kruger Sendromu'nun
metni yazıldı:

"İşinde çok iyi olduğuna" yürekten inanan 'yetersiz' kişi, kendini ve
yaptıklarını övmekten, her işte öne çıkmaktan ve aslında yapamayacağı
işlere talip olmaktan hiçbir rahatsızlık duymaz! Aksine her şeyin
hakkı olduğunu düşünür!


Ancak bu 'cahillik ve haddini bilmeme' karışımı mesleki açıdan müthiş
bir itici güç oluşturur.

'Eksiler' kariyer açısından 'artıya' dönüşür.

Sonuçta, 'kifayetsiz muhterisler' her zaman ve her yerde daha hızlı
yükselirler...

Bu arada, gerçekten bilgili ve yetenekli insanlar çalışma hayatında
'fazla alçakgönüllü' davranarak öne çıkmaz, yüksek görevlere
kendiliklerinden talip olmaz, kıymetlerinin bilinmesini
beklerler...Tabii beklerken kırılır, kendilerini daha da geriye
çekerler... Muhtemelen üstleri tarafından da 'ihtiras eksikliği' ile
suçlanırlar..."

Ne olur fazla mütevazi olmayın!...


"Siz de çevrenize şöyle bir bakın" diyeceğim ama eminim bu
satırlarıokurken bile aklınızdan bir dolu yüz, bir dolu isim geçti...

öneri


Son olarak okuduğum
,Einstein yaşamı ve evreni adlı Walter Isaacson'un
biyografi kitabını beğendim.Yazar olabildiğince sade ve
bilgilendirici yazmış.
Einstein'ın yaşamı ilginizi çekerse tavsiye edebilirim.
bu tavsiyede bulunmuşken Einstein'le ilgili
bilindik hikayeyide yazayım dedim.

Einstein konferanslarına hep özel şoförü ile gidermiş. Yine bir
konferansa gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü Einstein'a;
"Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken ben de arka
sıralarda oturup sizi dinliyorum ve neredeyse söyleyeceğiniz her şeyi
kelimesi kelimesine biliyorum" demiş. Einstein gülümseyerek ona bir
teklifte bulunmuş:
"Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç tanımıyorlar.. . O halde
bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim yerime sen konuş,ben
de arka sırada seni dinlerim."
Şoför,gerçekten çok şahane ve başarılı bir konuşma yapmış ve
sorulan bütün soruları doğru cevaplamış. Tam yerine oturacağı sırada
bir kişi, o güne kadar konferansta sorulmamış ağır bir fizik sorusu
sormuş. Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye dönüp:
"Böylesine basit bir soruyu sormanız gerçekten çok garip" demiş.
Sonra da salonun arkasında oturan Einstein'ı işaret ederek şöyle
devam etmiş:
"Şimdi size arka sırada oturan şoförümü çağıracağım ve sorduğunuz
soruyu, göreceksiniz, o bile cevaplayacak."
Bir ulusun büyüklüğü , nüfusun çokluğu ile değil ,
akıllı ve erdemli kişilerin sayısıyla ölçülür.
VİCTOR HUGO


Cehalete ve fakirliğe mahkum edip yönetme kolaylığı düşüncesiyle,
''yapabildiğiniz kadar çocuk yapın'' diyenlere duyurulur.

20 Nisan 2010 Salı

Boş bir kafa, şeytanın çalışma odasıdır....

Eflatun.

Beni böyle sev seveceksen :)


Günün birinde yolu bir dergâha düsen kendi halinde bir adam, dergâhta,
bir Mevlevi ile bir Bektaşi''nin sohbet ettiklerini görünce yanlarına
yaklaşır. Kendini tanıtır ve dergâhı merak ettiğini, nasıl zikir
edildiğini izlemek için geldiğini söyler.
Erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi
yolunu mümkün olan en tatlı dille anlatmaya çalışır.
Adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların
giysilerine takılır.
Mevlevi'nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki hem
içine üç kişinin birden kolu sığabilir, hem de uzun olduğu için
yalnızca kolları değil, elleri de kapatmaktadır.
Bektaşi'nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır.
Elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa
olduğu için, eller ta bileklere kadar açıktır.
Bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister.
Büyük merakla, önce Mevlevi'ye sorar:
"Pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun; bunun özel
bir sebebi var mı?"
Mevlevi hiç beklemediği bu soru karşısında oldukça şaşırır.
İki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek
kollarını daire sekline getirir ve şöyle der:
"Evet, özel bir sebebi vardır. Çünkü biz insanların günahlarını,
ayıplarını, kusurlarını örteriz. Başkaları görmesin diye üzerini
kapatırız."
Yanıttan oldukça hoşnut olan adam ayni merakla bu kez Bektaşi''ye döner:
"Peki ya siz, pirim? Sizin kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve kısa?
Siz insanların günahları ve ayıplarını örtmez misiniz?"
Bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra
gülümser ve adama bakarak şöyle der:
"Biz mi? Bizim geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur.
Çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz."


Aynı dili konuşanlar değil, aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilirler. [Mevlâna]
Dünyanın sorunu : akıllılar hep kuşku içindeyken,
aptalların küştahça kendilerinden emin olmalarıdır.
Bertrand Russel

19 Nisan 2010 Pazartesi

Bereket

Türkçemizde bir deyim vardır;
Halil İbrahim bereketi diye,bilmeyenlere
hikayesi buyrun !

Vaktiyle birbirini çok seven iki kardeş varmış.

Büyüğü Halil.

Küçüğü ise İbrahim...

Halil, evli çocuklu.

İbrahim ise bekârmış...

Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin...

Ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş.

Bununla geçinip giderlermiş...

Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı.

İkiye ayırmışlar.

İş kalmış taşımaya.

Halil, bir teklif yapmış :

İbrahim kardeşim; Ben gidip çuvalları getireyim. Sen buğdayı bekle.

Peki, abi demiş İbrahim...

Ve Halil gitmiş çuval getirmeye... .

O gidince, düşünmüş İbrahim:

Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine

Böyle demiş ve

Kendi payından bir miktar atmış onunkine...

Az sonra Halil çıkagelmiş.

Haydi İbrahim. De miş, önce sen doldur da taşı ambara.

Peki abi.

İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup düşer yola.

O gidince, Halil düşünür bu defa:

Der ki:

Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var.

Ama kardeşim bekâr.

O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek.

Böyle düşünerek,

Kendi payından atar onunkine birkaç kürek.

Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine.

Bu, böyle sürüp gider.

Ama birbirlerinden habersizdirler.

Nihayet akşam olur.

Karanlık basar.

Görürler ki, bitmiyor buğdaylar.

Hatta azalmıyor bile.

Hak teala bu hali çok beğenir.

Buğdaylarına bir bereket verir, bir bereket verir ki...

Günlerce taşır iki kardeş, bitiremezler.

Şaşarlar bu işe...

Aksine çoğalır buğdayları.

Dolar taşar ambarları.

Bugün 'Bereket' denilince, bu kardeşler akla gelir.

Bu bereketin adı: Halil İbrahim bereketidir.

17 Nisan 2010 Cumartesi

Osman'ım

KÜÇÜK BİR BİLGİ NOTU
Hadi diyorum siyasete bulaşmayayım diyorum,
fakat arada kendimi durduramıyorum.
buyrun buradan yakın :=(


Osmanım'ın suç dosyaları

Kasten adam öldürmeye teşebbüs ve ruhsatsız silah taşımaktan 9 yıl hapis
(Eyüp 1. Ağır Ceza 1995/78)

Ablasını öldürmekten 20 yıl hapis
(Akhisar Ağır Ceza 1989/32)

Nüfus kağıdında sahtecilik yapmaktan mahkumiyet
(Kırklareli Asliye Ceza 1998/215)

Öz yeğenini satarak fuhuşa aracılık etmekten 2 yıl 6 ay hapis
(Erzurum 1. Asliye Ceza 1998/391)


Cumhuriyet Gazetesi'nin bombalanması

Danıştay suikastinden müebbet hapis
(Ankara 12. Asliye Ceza)

İşte, Atatürk'e "İngiliz piçi" diyen Osman Yıldırım'ın suç
dosyaları bunlar.

İşte, Ergenekon Savcısı Öz'ün başının üzerinde gezdirdiği ve "Osmanım"
dediği kişi bu.

Böyle bir kişinin "gizli tanık" olması, vicdanen ve hukuken kabul edileme z.

Danıştay suikasti davasının 27.6.2008 tarihli celsesinde Osmanım'ın
söyledikleri:

"Türkiye Cumhuriyeti devletini tanımadığımdan suçlamalarla ilgili
savunma yapmayacağım.

Ben Anadolu İslam devletinin bir vatandaşıyım.

Müslüman vatandaşlar üzerinde baskı kurmak isteyen Cumhuriyet
Gazetesi'ni üç kez bombalattım.

Ayrıca Alparslan arkadaşıma Danıştay suikastini yaptırdım.

İddianameye konu edilen sözleri de sarf ettim.

İsim vermeden istinkaf ettiğim şahsı (Atatürk), "Kurtuluş savaşı
vermemiş, satış savaşı vermiş" "İngiliz tetikçisi" ve "İngiliz piçi"
olarak sıfatlandırdım."

Şimdi bu kişi gizli tanık olacak, tanık koruma programından yararlanacak.

Kendisine bir ev satın alınacak veya kiralanacak.

Kendisinin ve ailesinin tüm ihtiyaçları karşılanacak

İş kurabilmesi, için yüklü miktarda para ya da maaş verilecek

Geçici olarak başka bir ülkeye yerleşebilecek


Sizin vicdanınız buna razı oluyor mu?

Aşk'a dair


Aşık Veysel'e sormuşlar:
Aşk nedir ?
Söyle cevaplamış ,degerli ozanımız:
Seversin ,kavuşamazsın adı aşk olur.
Sahi bir düşünün , aşkın konu alındığı roman ,film vs.vs
bütün hikaye aşıklar kavuşunca biter,sonrası zaten soru işaretidir.
Efeniim :) kafanızı daha fazla bulandırmadan aşk için söylenmiş
sözlerden beğendiklerim.

F.Nietzsche:Aşık olduğumda sadık olurum, çünkü aşık olurum.

John Dryden:Aşk konusunda yanlış seçimden söz etmek hatalıdır, zaten
seçim varsa o yanlıştır.

Balzac: İlk aşk aşı gibidir. İnsanın ikincide hastalanmasını önler..

Rousseau: Aşk mektubuna başlarken ne söyleyeceğimizi bilemeyiz.
Bitirirken de ne yazdığımızın farkında olmayız....

Shakespeare:Sevgililerine aşklarını itiraf eden kadınlar, en az seven
kadınlardır...

Paul Geraldy: Sevmek güzeldir. Bir daha sevmemek daha güzeldir...

Albert Camus:Kadınlarla Napolyonun ortak özelliği,başkalarının basarısız
olduğu yerde ,başarılı olacaklarını sanmalarıdır.

Mevlana:Aşk hükmetmez; terbiye eder.

14 Nisan 2010 Çarşamba

Hayatta ne kin tut, ne de unut !
Çin atasözü.

kıçındaki mermi,kalbindeki mermiden daha iyidir !
Kamerun atasözü :)

Tuz ve su

Çokta abartmamak lazım hayatı galiba,biz onu ciddiye aldıkça
ağırlasıyordur belkii ne dersiniz ?

TUZ VE SU
Hintli bir yaşlı usta, çırağının her şeyden sürekli şikayet
etmesinden bıkmıştı. Bir gün çırağını tuz almaya gönderdi. Yaşamındaki
her şeyden mutsuz olan çırak döndüğünde, yaşlı usta ona, bir avuç
tuzu, bir bardak suya atıp içmesini söyledi.

Çırak, yaşlı adamın söylediğini yaptı ama içer içmez ağzındakileri
tükürmeye başladı.
"Tadı nasıl?" diye soran yaşlı adama öfkeyle "Acı" diye yanıt verdi.
Usta kıkırdayarak çırağını kolundan tuttu ve dışarı çıkardı. Sessizce
az ilerideki gölün kıyısına götürdü ve çırağına bu kez de bir avuç
tuzu göle atıp, gölden su içmesini söyledi.

Söyleneni yapan çırak, ağzının kenarlarından akan suyu koluyla
silerken aynı soruyu sordu:
"Tadı nasıl?"
"Ferahlatıcı" diye yanıt verdi genç çırak.
"Tuzun tadını aldın mı?" diye soran yaşlı adamı, "Hayır" diye yanıtladı çırağı.

Bunun üzerine yaşlı adam, suyun yanına diz çökmüş olan çırağının
yanına oturdu ve şöyle dedi:

"Yaşamdaki acılar tuz gibidir, ne azdır, ne de çok. Acının miktarı hep
aynıdır. Ancak bu acının acılığı, neyin içine konulduğuna bağlıdır.
Acın olduğunda yapman gereken tek şey, acı veren şeyle ilgili
duygularını genişletmektir. Onun için sen de artık bardak olmayı
bırak, göl olmaya çalış."

11 Nisan 2010 Pazar

İki şeyin sonsuzluğundan eminim;
birincisi ,insanın aptallığı
ikincisi,evrenin sonsuzluğu....
fakat ikincisinden o kadar emin değilim........

Einstein

Mevlana yorumuyla sahtekarlık

Mevlana'nın o doyumsuz benzetmelerinden biri daha..


Mesela ben bir kuşum,duduyum,yahut bülbül.
Bana başka türlü öt derlerse ötemem.
Çünkü budur benim dilim,başka türlü söz söyleyemem ben.
Birde bunun aksi vardır amma!
Birisi kuşların ötüşünü taklit eder,onlar gibi öter,
lakin kuş değildir.
Kuşların düşmanıdır ,avcısıdır o .
Öter ,şakır;
Maksatı kuşların kendisini kuş sanmasıdır.
Ona başka türlü seslen desen ,seslenebilir;
Çünkü bu ötüş ,onuun ötüşü değildir,eğretidir onda,
başka türlü seslerde çıkartabilir o..
Çünkü o insanların kumaşlarını çalmak,
her evden bir başka kumaş göstermek için
öğrenmiştir bunu...
Fihi Ma-fih den

Atatürk'ün bir anısı

ATATÜRK'ÜN BİR ANISI ! KEYİFLE VE DUYGULANARAK
OKUYACAKSINIZ...
Gazi, çiftliğinde dolaşıp hava alırken oldukça
yaşlı bir kadına rastladı.
Atatürk attan inerek bu ihtiyar
kadının yanına sokuldu.
- Merhaba nine. Kadın Ata'nın yüzüne
bakarak hafif bir sesle;
Merhaba dedi.
- Nereden gelip nereye
gidiyorsun?
Kadın şöyle bir duralayıp,
Neden sordun ki, dedi.

Buraların saabısı mısın? Yoksa bekçisi mi?
Paşa gülümsedi.
- Ne
sahibiyim ne de bekçisiyim nine.
Bu topraklar Türk milletinin
malıdır.
Buranın bekçisi de Türk milletinin kendisidir.
Şimdi
nereden gelip nereye gittiğini söyleyecek misin?
Kadın başını
salladı
- Tabii söyleyeceğim, ben Sincan'ın köylerindenim bey,
otun güç bittiği, atın geç yetişdiği, kavruk köylerinden
birindeyim.
Bizim muhtar bana bilet aldı trene bindirdi, kodum
Angara'ya geldim.
- Muhtar niçin Ankara'ya gönderdi seni? Gazi
Paşamızı görmem için. Başını pek ağrıttım da...
Benim iki oğlum
gavur harbinde şehit düştü.
Memleketi gavurdan kurtaran kişiyi bir
kez görmeden ölmeyeyim diye hep dua ettim durdum.
Rüyalarıma
girdi Gazi
Paşa. Bende gün demeyip mıhtara anlatınca, o da bana
bilet alıverip saldı
Angaraya, giceleyin geldimdi. Yolu neyi de
bilemediğimden işte ağşamdan belli böyle kendimi ordan oraya vurup
duruyom bey.
- Senin Gazi Paşa'dan başka bir isteğin var mı?
Kadını birden yüzü sertleşti.
- Tövbe de bey, tövbe de! Daha ne
isteyebilirim ki..
. O bizim Vatanımızı gurtardı. Bizi düşmanın
elinden kurtardı.
Şehitlerimizin mezarlarını onlara çiğnetmedi
daha ne isteyebilirim ondan?
Onun sayesinde şimdi istediğimiz
gibi yaşıyoruz.
Şunun bunun gavur dölünün köpeği olmaktan onun
sayesinde kurtulmadık mı?
Buralara bir defa yüzünü görmek, ona
sağol paşam!
Demek için düştüm. Onu görmeden ölürsem gözlerim açık
gidecek.
Sen efendi
bir adama benziyon, bana bir yardım ediver de
Gazi Paşayı bulacağım yeri deyiver.
Atatürk'ün gözleri dolu dolu
olmuştu, çok duygulandığı her halinden belliydi.
Bana dönerek,-
Görüyorsun ya Gökçen, işte bu bizim insanımızdır...
Benim köylüm,
benim vefalı Türk anamdır bu.
Attan indim. Yaşlı kadının elini
tuttum anacığım dedim, sen gökte aradığını yerde buldun,
rüyalarını süsleyen, seni buralara kadar koşturan Gazi Paşa yani
Atatürk işte karşında duruyor.
Köylü kadın bu sözleri duyunca
şaşkına döndü.
Elindeki değneği yere fırlatıp, Atatürk'ün ellerine
sarıldı.
Görülecek bir manzaraydı bu. ikisi de ağlıyordu.
Iki Türk
insanı biri kurtarıcı, biri kurtarılan, ana oğul gibi sarmaş dolaş
ağlıyorlardı.
Yaşlı kadın belki on defa öptü atanın ellerini.
Ata
da onun ellerini öptü.
Sonra heybesinden küçük bir paket çıkarttı.
Daha doğrusu beze sarılmış bir köy peyniri.
Bunu Atatürk'e
uzattı;
- Tek ineğimim sütünden kendi ellerimle yaptım Gazi
Paşa, bunu sana hediye getirdim.
Paşa hemen orada bezi açıp peyniri yedi.
Çok beğendiğini söyledi.
Sonra birlikte köşke kadar gittik.
Oradakilere şu emri verdi; "Bu
anamızı alın burada iki gün konuk edin. ( "Ananı da al git"
diyenler var artık zamanımızda ) Sonra köyüne götürün.
Giderken
de kendisine üç inek verin benim armağanım olsun."

9 Nisan 2010 Cuma

Coelho ve son kitabı Brida

Yazarın kitaplarını takip ediyorsanız,
malesef son kitabı tamamen vasat.
Yazarın okuduğum tek kötü kitabı,
bundan önceki kitabı kazanan yanlızdır
çoğu takipçisi tarafından hayalkırıklığıydı ki
Brida çok daha kötü..
Tabi bence.................

Facebook'a ince bir gönderme :)

Tarihten pırıltılar

Tarihe geçen hazır cevaplardan bir demet :=)


ANCAK SENI...
Bernard Show bir gün seçme zevki üzerine karisiyla iddialasiyormus.
Sonunda dayatmis:
— Bosuna inat etme hanim, demis, erkeklerin seçme zevki
kadinlarinkinden daima üstündür!
Karisi bu gerçegi kabul etmis:
— Haklisin Bernard, sen kadin olarak beni seçmissin, bense koca olarak
ancak seni seçebildim.

HAYRET
Amerika’da ziyafet seklinde düzenlenen yemeklerde, agzi laf yapan,
dinletmesini bilen birkaç kisinin konusmasi
âdetmis. Böyle bir yemekte konusan Mark Twain yerine oturduktan sonra
konusmaci olarak sira kendisinde olan bir avukat
ayaga kalkmis ve ellerini cebine sokarak konusmaya baslamis:
— Mart Twain gibi profesyonel bir mizahçinin bu kadar bos ve yavan
konusmasi size hayret vermedi mi?
Twain oturdugu yerden kalkarak müdahale etmis:
— Esas hayret verici olan bir avukatin ellerini kendi cebine sokusu degil mi?

YÜZME ÖGRENMISLER
Zamanimiz Fransiz Yazar ve düsünürlerinden, egzistansiyalizmin
günümüzdeki temsilcisi Jean Paule Sartre, asiri
derecede içki içermis. Bir dostu sormus:
— Niçin bu kadar içiyorsunuz?
— Kederlerimi bogmak için.
— O kadar içtiniz ki, kederleriniz hâlâ bogulmadi mi?
— Maalesef yüzme ögrenmisler...

ARALARINDA NE ISIN VAR?
Tarihimizde çesitli lakaplarla (takma ad) anilan çok sayida meshur
kisiler vardir. Bunlardan biri de Öküz Mehmet
Pasa’dir. (Ölm. 1619) Öküz Mehmet Pasa sadrazamligi sirasinda bir kaç
defa ordunun basinda sefere çikmis. Bu seferlerden
birinde kirda çadir kurulmus, devlet erkâni bu çadirda toplanmis,
sirayla savas hakkindaki fikirlerini söylüyorlarmis. Konusma
sirasi M. Pasa’da iken bir öküz çadirin kapisindan basini uzatip
bögürmüs. Bunun üzerine içerdeki hemen herkes gülmüs.
Mehmet Pasa öyle bir ortamda kendisine gülünmesine alinmis. "Öküz
içeri baktiginda ne söyledi biliyor musunuz?" demis. "Ben
onun cinsinden oldugum için dilini anladim. Öküz bana dedi ki, "Sen
bizim soyumuzdan sevimli bir hayvansin, ne isin var bu
eseklerin arasinda?..."

INCIR AGACI
Zalimligi ile taninan bir Osmanli veziri, konaginin bahçesindeki bir
incir agacini görüntüyü bozuyor diye söktürmeye karar
vermis. Bundan Incili Çavus’a da bahsetmis. Incili Çavus, yerinde bir
laf etmek için çikan bu firsati hemen degerlendirmis:
— Aman vezir hazretleri, bu incir agaci simdilik yerinde dursun. Nasil
olsa yakin zamanda birisinin ocagina dikmek için
size lazim olacaktir.

GÜVENEBILIRSINIZ
Sultan Aziz’in Fransa gezisi sirasinda Fransa hükümdari bulunan III.
Napolyon, yakin adamlariyla yalniz kaldigi bir sirada
Sultan Abdülaziz’i çekistiriyormus. Tam bu sirada Türk Disisleri
Bakani olan Fuat Pasa bir konuyu arz etmek için Napolyon’un
huzuruna çikmis. III. Napolyon, Fuat Pasa’yi ansizin karsisinda
görünce sasirmis:
— Ekselans, hakkinda söyledigim seyleri herhalde padisahiniza iletmezsiniz?
— Elbette hasmetmeap, bu konuda bana güvenebilirsiniz. Padisahimizin
sizin hakkinizda söyledigi sözleri size illettim
mi?

EN BÜYÜK KUMPANYA
Fuat Pasa, hariciye nâzin olarak Fransa’da bulundugu bir sirada,
Avrupa’da artik yayginlasmis bulunan sigortaciligin
yararlarindan bahsediliyormus. Fuat Pasa’ya Istanbul’da da sigorta
kumpanyasi bulunup bulunmadigini sormuslar. Fuat pasa,
"En büyük sigorta kumpanyasi Istanbul’dadir, adi da ’Yâ Hafiz’ (Allah
koruyucudur, esirgeyicidir.) kumpanyasidir; herkes, her ev,
her isyeri bu kumpanyaya üyedir." diye cevap vermis.


BIZ MÜSLÜMANIZ DOMUZ ETI YEMEYIZ
Kafkas kartali diye anilan Seyh Sâmil, Çarlik Rusyasi’nin düzenli
ordularina karsi Kafkasya’nin bagimsizligi için bir avuç
fedakar ve sadik adamiyla uzun yillar mücadele vermis bir lider ve
kahramandi. Çarlik Rusyasi’nin her imkâna sahip ordulari
karsisinda insan da dahil eksilen hiçbir seyi yerine koyamadigi için
sonunda maglup olmus ve Ruslara esir düsmüstü. Fakat Rus
Çari onu, cesaret ve kahramanligina hayranligindan dolayi bir esir
gibi degil, bir misafir gibi karsilamis. Üstelik sarayinda Seyh
Samil için bir de ziyafet düzenlemis. Imam Samil, bu ziyafet
sirasinda, yillardir savas meydanlarinda bulup yemesine imkan
olmayan yemeklerle karislasinca öylesine istahli yemek yemis ki Rus
Çari bir aralik "Yahu bu adam beni de yiyecek." demekten
kendini alamamis. Seyh Samil bunu duyunca çekinmeden karsilik vermis:
"Elhamdülillah biz Müslümansiz, domuz eti
yemeyiz!..."

NAZIK DÜSMAN
Ismet Inönü’ye bir tanidigi, kulaklarinin agir isitmesini kastederek,
— Siz bu durumda Lozan’daki müzakereleri nasil takip edebildiniz, diye sormus.
Bu hosgörüsüz, anlayissiz tanidigina Inönü güzel bir ders vermis:
— Lozan’da düsmanlarimiz o kadar nazik insanlardi ki bana bir kerecik
bile sagirligimi hissettirmediler.

ÖLÜDEN ZARAR GELMEZ
27 Mayis Ihtilali’nden sonraki basbakanligi döneminde, bir protokol
yemegi esnasinda, Inönü’nün pantolon dügmelerinin
açik oldugu oradakilerden birinin (bu kisi damadi Metin Toker
olabilir) dikkatini çekmis ve Pasa’yi gizlice uyarmis. Inönü bu gizli
uyariya açiktan mukabele etmis:
— Aldirma canim, ölüden zarar gelmez!

8 Nisan 2010 Perşembe

Bayıldım

BAŞBAKAN'A BUGÜNE KADAR BÖYLE ŞİİR YAZILMADI!
YANİ TÜRK İNSANI DUYARLI DİYORUM,YARATICI DİYORUM
GERİSİNİ KOYVERİYORUM :=)

Denizlili bir vatandaşın Başbakan Erdoğan'a ithafen yazdığı şiir.

" 'İrecep Bey!..'

'İrecep bey sen bize, meydanlarda söz verdin.
Memleketi düzlüğe, götcem dedin götmedin.
Garşımızda safilce, boynun büküp durdun,
Haydut, hırsız, haksıza, çatcem dedin çatmadın.

Müslümanız çok şükür, Batıyınan işimiz
Olmaz bizim, bizlere yeter gendi aşımız,
Dedi n emme, sayende, tasmalandı başımız,
IMF cavırını, atcem ded in, atmadın.

Kerkükte gızanları, Kürde teslim eyledin,
Türk'e vurana güldün, vurulanı payladın,
Bir ara sevindiydik, böyük laflar eyledin ,
Kerkük gırmızı çizgim, gitcem d edin gitmedin.

Bizden oy ister iken, cavırlara hep çattın,
Denizli meydanında, bol bol palavra attın,
Amerika'ya karşı, söyle bakam, ne ettin,
Çilli horozlar gibi, ötcem dedin ötmedin.

Push denen o pis cavir, şeyhin mi oldu senin,
El pençe divan durdun, her lafına sen onun,
Bir tek vatansever yok, hayalin dolu dört yanın,
Memleket davasını, gütcem dedin gütmedin.

Mesuttan gurtulduyduk, rahmet okuttun ona,
Nah bu eller gırılsın, daha oy versem sana,
Rezil rüsvay eyledin, bizi tekmil cihana,
Devleti böyük devlet, etcem dedin etmedin .

Aşiret artığından, gorkup gaçacak millet,
Esgerinin başına, çuval geçecek millet,
Senin gibi içi boş, balon seçecek m illet,
Değildik, amma yemin ettin, dutcem dedin dutmadın.' "



Bir Şiir Anadoluda anca bukadar güzel yazılır....
Tanrı'nın lutüfları ,bazen camı ,çerçeveyi parçalayarak
gelir !
P.Coelho

7 Nisan 2010 Çarşamba

1960"lı yıllar, Elazığ Akıl hastanesinden deliler kaçar, Elazığ’ın cadde ve sokaklarına dağılır.

423 deli kaçmıştır.

O zamanın ünlü doktoru Mutemet Bey hastanenin başhekimidir.

Doktor bey ne yapalım derler.

Mutemet Bey bana bir düdük verin ve arkama yapışarak gelin der.

Doktor önde birkaç personeli arkasında tren-tren oynayarak Elazığı dolaşır.

Bütün deliler bu kuyruğa girer vagon olur.

Hastaneye geldiklerinde sayı 612 kişidir.

Acaba şimdi bunu ypsak fazladan kaç kişi ilave olurdu:=)

6 Nisan 2010 Salı

sevdiğim sözler

Kötülüğün sınırları o kadar geniştir ki,
gün gelir sahibini mutlaka içine alır......

Hatsumomo :)
Burak Özdemir'den

Biz insanın her yeniden doğuşunda ,
onun yakasına bir altın takarız.
Tam bir varlık altını..
ve sonra onu gözlemlemeye koyuluruz..
Bu mukaddes altın herhangi bir nedenle
bozduruldu mu?
Mevcut düzenle girilen mal,mülk ve ihtiras
alışverişinde,
bu mukaddes ruh takas edildi mi?
Varoluşunun altını bozdurulmamış mı?
Her ne pahasına olursa olsun !

yazar kitabında kendince Kuran yorumu yapıyor ,bu sözlerin iddiası
oradan ..beğendiklerimden elimden geldiğnce paylaşıyorum.

5 Nisan 2010 Pazartesi

sevdiğim sözler

Eskiden iyilik yaparlardı ,söylemezlerdi.
Sonra hem yapmaya hem söylemeye başladılar.
Şimdi ise yanlızca söylüyorlar.................

Girişimcilik

Yıl 1943

Genç Mustafa'nın tayini kütüphaneci olarak Ürgüp Tahsin Ağa
Kütüphanesi'ne çıkar.

Devlet memurluğu o dönemde süper bir şey, çünkü özel sektör falan yok.

Bizimki kütüphanede heyecanla okurları bekler;

bir gün olur, beş gün olur, gelen giden yok.

Etraftakilerle konuşur, herkese anlatır:

"Bakın kütüphane bomboş duruyor, gelin kitap okuyun."

Gelen giden olmaz. Amirlerine durumu bildirir.

- Kardeşim otur oturduğun yerde, maaşını düzenli alıyon mu, almıyon mu ?

- Alıyorum.!

- Eee, o zaman ne karıştırıyon ortalığı, gelen giden olsa maaşın mı artacak?


Başına daha fazla bela alacan, o kütüphaneye yıllardır kimse gelmez zaten.

23 yaşındaki genç memur "Ne yapayım, ne yapayım?" diye düşünür durur.

Sonunda aklına bir fikir gelir, eşine söyler.

Eşi önce "Deli misin bey?" der ama kocasının bir şeyler üretme, işe
yarama çabasını yakından görünce fikri kabullenir.

O dönem devletteki amirlerinin çıkardığı tüm engellerin tek tek,
binbir güçlükle üstesinden gelir.

Çünkü o zaman da şimdiki gibi, "Aman bir şeyyap mayalım da başımıza
bir iş gelmesin.

Çalışsan da aynı maaş, çalışmasan da" zihniyeti aynen var.
O bıyıklı, kravatlı, asık yüzlü, sigara kokan, arkalarındaki Atatürk
resminden utanmayan, ama ülkesine gram faydası olmayan bürokratları
zorlukla ikna eder ve bir eşek alır.

İki tane de sandık yaptırır.

İki sandığa, kalınlığına göre 180-200 kitap sığar.

Sandıkların üstüne "Kitap İade Sandığı" yazar.

Kitapları eşeğe yükler ve köy köy gezmeye başlar.

Kütüphaneye de bir yazı asar: "Sadece Pazartesi ve Cuma günleri açıyoruz."

Köydeki çocuklar şaşırır.

Eşeğe bir sürü kitap yüklemiş bir amca, o gariban çocukların küçücük
ellerine kitapları verir.

Düşünün, Noel Baba gibi.

Noel Baba yalan, Mustafa Amca ise gerçek.

Geyikler yerine eşeği var.

Eşek de daha gerçek, Mustafa Amca da.

"Çocuklar bunları okuyun, aranızda da değişin. On beş gün sonra aynı
gün gelip alacağım.

Aman yıpratmayın, diğer köylerdeki arkadaşlarınız da okuyacak" der.

Mustafa artık Ürgüp'teki kütüphanede bir iki gün durmakta, diğer
günler eşeği Yüksel'le köy köy gezmektedir.

Köylerdeki çocuklar Eşekli Kütüphaneciyi her seferinde alkışlarla karşılarlar.

Kalpleri küt küt atar heyecandan, sevinç içinde yeni kitapları beklerler.

Mustafa Amca'nın ünü etrafa yayılır.

Diğer devlet memurları makam odalarında sıcak sıcak oturup iş yapmazken,

Mustafa'nın eşeği Yüksel, yediği otu hepsinden fazla hak etmektedir.

Zamanla insanlar kütüphaneye de gelmeye başlar.

Mustafa bakar ki kütüphaneye kadınlar hiç gelmiyor.

Zenith ve Singer'e mektup yazar:

"Bana dikiş makinesi yollayın, firmanızın adını kütüphanenin girişine
kocaman yazayım" der.

Zenith dokuz tane, Singer bir tane dikiş makinesi yollar (ilk
sponsorluk faaliyeti).

Salı günlerini kadınlar günü yapar.

Kumaşı alan kadın kütüphaneye koşar. On makine yetmediği için sıra oluşur.

Sırada bekleyen kadınların eline birer kitap verir, beklerken okusunlar diye.

Okuma-yazma oranının düşüklüğünü görünce halkevlerine okuma yazma
kursları vermeye gider

Halıcılık kursları başlatır, bölgede halıcılığı canlandırır.

Bu arada valilik Mustafa hakkında dava açar, "kendi görev tanımı
dışında davranıyor" diye.

Sonuçta ;

50 yaşına gelen Mustafa Amca baskıyla emekli edilir.



Mustafa Amca köylüler arasında efsane olur, yıllar geçtikçe köylerdeki
çocuklarda okuma aşkı yerleşir.

2005 yılında Mustafa Amca vefat eder.

Tüm Kapadokya çok üzülür, aralarında toplanırlar.

Ürgüp'e Eşekli Kütüphaneci Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykelini dikerler

Girişimcilik nedir biliyor musunuz ?

Bulunduğunuz yere yenilik katmalısınız.

Mutlaka adım ve adımlar atmalısınız.

Yaptığınız iş veya işler olduğu yerde durup duruyorsa, sizde bir
uyuzluk vardır arkadaşlar.

İnsan vardır, dokunduğu yere değer katar;

insan vardır, dokunduğu yere değer kaybettirir.

Bakın, Nevşehir'den ve bu ülkenin her yerinden nice müdür, amir,
vali, bürokrat, milletvekili, politikacı geçti;

binlercesinin adını kimse hatırlamaz ama, olağanüstü adımlar atarak
verdiği hizmetlerini halkın unutmadığı ;

Mustafa Güzelgöz ve eşeğinin heykeli var.

1 Nisan 2010 Perşembe

İstemek !

Hepimiz ,hayattan ve Tanrı'dan ha babam bireyler ister dururuz.
Bunun için çabamız ne kadardır? kişiye göre değişir tabi isyan
ederiz,arabesk oluruz,kendimizi sanssız bulur,muhakkak suçlayacak
birilerinide buluveririz hemen.
Peki belki de kabahat bizimse (ki çoğu zaman öyledir) ha bir de
haksızlık etmeyelim bazen bizim dışımızda gelişir herşey.
Aslında hayata isyan ,mızmızlanmak,şikayet etmek benim
çoğu zaman çok zavallı bulduğum bir durumdur........ki bazen
bu duyguları hissettiğimde hemen kendimi silkelerim
yoksa her insanoğlu gibi zayıf olduğum anlar var tabi,
neyse konuyu uzatmıyayım , aşagıdaki yazıdaki
gibi bakmayı denemekte fayda var !


B. özdemir

Yıllardır istiyorsun birşeyi
gece gündüz dua ediyorsun.
Vermiyor mu bir türlü?
eee bırak artık belli ki vermeyecek.
40 bin kere söylenir mi birşey?
O dua ettiğin şeyleri iyiliğine zannediyorsun,
halbuki o senin için hiç iyi olmayacak.
Onu anlatmaya çalışıyor sana
Yoksa neden vermesin ?
Çok istediğin halde vermiyorsa bir şeyi sana
sen sen ol,ısrar etme.
Aranız bozulur ,
ben istiyorum o vermiyor demeye başlarsın farketmeden.
Onun seni sevmediği vesvesesine bile kapılabilirsin
Yoksa neden vermesin?
İsteklerine karşılık vermeyecek olsaydı,
istekleri bitmez biri olarak yaratmazdı seni !

Tanrı'nın doğumgününden...

HADİ KAĞIT KALEM ALIN ! bu bir testtir :=)

BİR ZAMANLAR AYŞE İSMİNDE BİR KIZ GALİP İSMİNDE BİR GENCİ ÇOK SEVMİŞTİ.
AYŞE VE GALİP NEHRİN İKİ YAKASINDA OTURMAKTAYDI.NEHİRİN İÇİNDE
İNSAN YİYEN TİMSAHLAR YAŞIYORDU.
ÜSTÜNDE KÖPRÜ YOKTU VE AYŞE ÇOK İSTEDİĞ HALDE GALİP LE BİR ARAYA
GELEMİYORDU.
NAMIK İSİMLİ BİR KAYIKÇI AYŞE Yİ KARŞI KIYIYA GEÇİRMEYİ TEKLİF ETTİ
ANCAK KARŞIYA GEÇİRMEDEN ÖNCE BİR KERE KENDİSİYLE YATMASININ
ŞART OLDUĞUNU SÖYLEDİ.
AYŞE RAZI OLMAK İSTEMİYORDU .BASRİ ADNDA BİR BÜYÜĞÜNE GİDEREK
KARARSIZLIĞINI ANLATTI.
BASRİ İSE BU KONUDA BİR FİKRİ OLMADIĞINI VE ARALARINA GİRMEK İSTEMEDİĞNİ
SÖYLEDİ.
AYŞE ÇARESİZ KALINCA NAMIK LA YATMAYI KABUL ETTİ.
BÖYLLECE GALİPLE BERABER OMA ŞANSI OLACAKTI.
AYŞE KARŞI KIYIYA GEÇİNCE DURUMU GALİP E ANLATTI:
GALİP BU DURUMDA HİÇ BİR ŞARTTA AYŞE İLE BERABER OLAMAYACAĞINI
BELİRTİNCE AYŞE ÜZÜNTÜ İLE KEMALE GİTTİ.
KEMAL GALİBİN YAPTIĞINA ÇOK KIZDI VE GİDİP ONU DÖVDÜ.
AYŞE ,GALİP İN YEDİĞİ DAYAKTAN MUTLULUK DUYUYORDU.

HİKAYE BU SİMDİ BU HİKAYEDE SİZE GÖRE EN HAKSIZDAN EN HAKLIYA SIRALAMA YAPIN
İSİMLER AYŞE ,GALİP,BASRİ,NAMIK,KEMAL SİZE KOLAY GELSİN .



şimdi bu test ,kişinin öncelikli değerlerini belirleyen bir testmiş.
Sizin en hak verdiğiniz kişi,sizin en öncelikli değeriniz oluyor şimdi
sıralamayı yazalım.


Ayşe aşkı
Galip gururu
Namık namusu
Basri adaleti
Kemal ise kızgınlığı temsil ediyormuş !