24 Temmuz 2011 Pazar




GÜNEŞE YAZI YAZILMAZ YAZILAN YAZIDA BOZULMAZ

Çok zaman önce refah içinde yaşayan bir ülke varmış. Ülkenin huzurlu ve
müreffeh yaşamasının bir nedeni de adil, iyi yürekli, dürüst kralı imiş.
Kral zaman zaman tebdili kıyafet eder, ülkeyi dolaşır, halkının
dertlerini dinler, sorunlara çözüm bulurmuş. Gene böyle bir günde kral
dolaşırken, yolu dağ başında bir göl kenarına düşmüş. Gölün kenarındaki
ağacın dibine çökmüş aksakallı bir dede, bir elinde bir kese, diğerinde
bir kese. Birinden bir taş alıp, diğerinden aldığı taşa bağlayıp göle
atıyormuş. Bu işe epey bir süre devam etmiş ve nihayet bittiğinde, dede
yoluna gitmek üzere ayağa kalkmış ve kralla göz göze gelmiş. Kral dedeye
sormuş:
- "Dede bütün bir gün seni izledim, sen ne iş yaparsın anlayamadım!"
demiş.
Dede kralın sorusunu şöyle cevaplamış:
- "Oğlum ben insanların kaderlerini birbirine bağlarım."
- "Peki en son kimin kaderini birbirine bağladın?" diye sormuş Kral.
- "Kralın güzel kızı ile uşağı Ahmet' in kaderini bağladım." Demiş
aksakallı dede.

Kral bu cevabı alınca dünyası kararmış. Bir yanda güzeller güzeli ak
pak biricik kızı, ülkenin prensesi, diğer yanda olmamış oğlu kadar
sevdiği zenci uşağı Ahmet. Ne yaparım? Nasıl eder de Ahmet' e bir zarar
vermeden bu kaderi bozarım diye düşünerek, sarayın yolunu tutmuş.
Saraya gidince hemen sevgili uşağı Ahmet' i huzuruna çağırmış:
- "Oğlum Ahmet sana bir mektup vereceğim, bu mektubu alacak ve Güneş' e
götüreceksin!" demiş.
Krala sorgu sual edilmez. Biçare Ahmet mektubu ve yolluğunu alarak
düşmüş bilinmez yollara, düşmüş ki ne düşmek. Babası kadar sevdiği
Kral'ı ona bir görev vermiş ve o bu görevi yerine getirmeli, ama nasıl?
Günlerce dere tepe demeden yol gitmiş. Nihayet yorgunluktan bitkin
halde iken gördüğü bir ulu ağacın gölgesinde dinlenmeye karar vermiş ve
uykuya dalmış. Uyandığında bir de ne görsün! Ağacın az ötesinde bir
göl, o göl ki üzerine güneşin aksi vurmuş!
- "Kralımın dediği Güneş bu olsa gerek" diyerek, üzerinde sadece külotu
kalıncaya kadar soyunarak atmış kendini göle. Dibe doğru
yüzmüş, yüzmüş... Taa dipte, güneşin aksinin tükendiği yerde bir de ne
görsün! Şahane bir hazine sandığı! Almış sandığı çıkmış, çıkmış ama,
Ahmet artık zenci değil bembeyaz bir Ahmet... Sadece külotunun olduğu
bölge eski rengini taşıyor.
- "Var bu işte bir hikmet!" demiş ve açmış sandığı. Sandık gerçek bir
hazine sandığı, içinde binbir türlü mücevherat ile birlikte üzerinde
'Güneş'ten Kral'a' yazan bir de zarf. Ahmet ne yapacağını bilemez hale
gelmiş bir anda, yeni rengi ve yaşadıkları ile ülkesine dönünce kimsenin
kendisine inanmayacağını düşünerek, ismini de değiştirip, ülkesine
zengin bir tüccar kimliği ile dönme kararı almış.
Dönünce ülkesine, düşleri bir bir gerçekleşmiş.
Ülkesinin bu yeni dürüst ve yakışıklı tüccarı ile güzeller güzeli kızını
evlendirmeye karar verince Kral, dünyalar Ahmet'in olmuş. Kral
vermiş vermesine kızını zengin tüccara ama aklı da bir yandan oğlu gibi
sevdiği ve hiçbir haber alamadığı uşağı Ahmet'te imiş. Gel zaman git
zaman damadı ile birlikte bir ziyafet yemeğinde iken yere düşen bir çatalı
almak için eğilince Ahmet, şalvarının kenarından kaba eti görünmüş!
Koyu renkli tenini gören Kral gözlerine inanamamış. Yemek bitip odasına
çekilecekken herkes, koridorun sonuna doğru yürüyen damadının
arkasından seslenivermiş Kral:
- "Ahmet!"
Ahmet seneler sonra duyunca gerçek adını, gayrı ihtiyarî kendisine
seslenen Krala dönüvermiş... Ve,
- "Neler oldu Ahmet, evladım anlat başından geçenleri bana!" diyen
kralına bütün olanları bir bir anlatmış. Bunun üzerine Kral:
- "Peki Güneş'in bana gönderdiği mektup nerede?" diye sorunca da hemen
odasına koşarak, sandıktan çıkan mektubu alıp Kral'a vermiş. Mektupta
şu satırlar yer alıyormuş:

Güneşe yazı yazılmaz.
Yazılan yazı ise bozulmaz...

Binbir Gece Masalları'ndan...

Hiç yorum yok: