16 Mart 2010 Salı

Bu da geçerrr !

Dervişin biri, uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra bir köye ulaşır.
Karşısına çıkanlara, kendisine yardım edecek, yiyecek ve kalacak bir
yer verecek biri olup olmadığını sorar.


Köylüler, kendilerinin de fakir olduklarını, evlerinin küçük olduğunu
ve Şakir diye birinin çiftliğini tarif edip oraya gitmesini söylerler.
Derviş yola koyulur, birkaç köylüye daha rastlar. Onların
anlattıklarından, Şakir'in bölgenin en zengin kişilerinden biri
olduğunu anlar. Bölgedeki ikinci zengin ise Haddad adında başka bir
çiftlik sahibidir.

Derviş, Şakir'in çiftliğine varır. Çok iyi karşılanır, iyi misafir
edilir, yer, içer, dinlenir. Şakir de ailesi de hem misavirperver hem
gönlü geniş insanlardır. Yola koyulma zamanı gelip, derviş Şakir'e
teşekkür ederken, 'Böyle zengin olduğun için hep şükret' der.
Şakir ise şöyle yanıt verir:
'Hiçbir şey olduğu gibi kalmaz. Bazen görünen gerçeğin kendisi
değildir. Bu da geçer...'

Derviş Şakir'in çiftliğinden ayrıldıktan sonra, bu söz üzerine uzun
uzun düşünür. Birkaç yıl sonra dervişin yolu yine aynı bölgeye düşer.
Şakir'i hatırlar, uğramaya karar verir. Yolda rastladığı köylülerle
sohbet ederken Şakir'den söz eder.
'O Şakir mi?' der köylüler, 'O iyice fakirledi, şimdi Haddad'ın
yanında çalışıyor.'

Derviş hemen Haddad'ın çiftliğine gider, Şakir'i bulur. Eski dostu
yaşlanmıştır, üzerinde eski püskü giysiler vardır. Üç yıl önceki bir
sel felaketinde bütün sığırları telef olmuş, evi yıkılmıştır. Toprakta
işlenemez hale geldiği için tek çare olarak, selden zarar görmemiş ve
biraz daha zenginleşmiş olan Haddad'ın yanında çalışmak kalmıştır.
Şakir ve ailesi üç yıldır Haddad'ın hizmetindedir.

Şakir bu kez dervişi son derece mütevazi olan evinde misafir eder. Kıt
kanaat yemeğini onunla paylaşır. Derviş vedalaşırken Şakir'e olup
bitenlerden ötürü ne kadar üzgün olduğu söyler ve Şakir'den şu cevabı
alır:
'Üzülme.. Bu da geçer...'

Derviş gezmeye devam eder ve yedi yıl sonra yolu yine o bölgeye düşer.
Şaşkınlık içerisinde olan biteni öğrenir. Haddad bir kaç yıl önce
ölmüş, ailesi olmadığı için de bütün varını yoğunu en sadık hizmetkarı
ve eski dotu Şakir'e bırakmıştır. Şakir, Haddad'ın konağında
oturmaktadır, kocaman arazileri ve binlerce sığır ile yine yörenin en
zengin insanıdır.

Derviş eski dostunu iyi gördüğü için ne kadar sevindiğini söyler ve
yine cevabı alır:
'Bu da geçer...'

Bir zaman sonra derviş yine Şakir'i arar. Ona bir tepeyi işaret
ederler. Tepede Şakir'in mezarı vardır ve taşında şu yazılıdır:
'Bu da geçer...'

Derviş 'Ölümün nesi geçecek' diye düşünür ve gider. Ertesi yıl
Şakir'in mezarını ziyaret etmek için geri döner ama ortada ne tepe ne
de mezar vardır. büyük bir sel gelmiş, tepeyi önüne katmış, Şakir'den
geriye bir iz dahi kalmamıştır.

O aralar ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük
yapılmasını ister. Öyle bir yüzük ki, mutsuz olduğunda umudunu
tazelesin, mutlu olduğunda ise kendisini mutluluğun tembelliğine
kaptırmaması gerektiğini hatırlatsın.

Hiç kimse sultanı tatmin edecek böyle bir yüzüğü yapamaz. Sultanın
adamları da bilge dervişi bulup yardım isterler. Kısa bir süre sonra
yüzük sultana sunulur. Sultan önce bir şey anlamaz, çünkü son derece
sade bir yüzüktür. Sonra üzerindeki yazıya gözü takılır, biraz düşünür
ve yüzüne büyük bir mutluluk ışığı yayılır. Yüzüğün üzerinde 'Bu da
geçer' yazmaktadır.

'Bu da geçer Ya hu' sözünün hikayesi Bizans dönemine kadar uzanır.
Bizanslılar başlarına iyi ya da kötü bir şey geldiği zaman 'K'afto ta
perasi' demektedirler. Söz Selçuklular döneminde İran'a kadar ulaşır
ve Farsça haline dönüşür: 'İn niz beguzered' olur. Osmanlı döneminde
tekkelerde benimsenir ve sonuna 'Ya Allah' manasına gelen 'Ya hu'
eklenir.

Hiç yorum yok: